Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '12

 
Kategori
Kentleşme
 

"İnşaat Ya Resulullah"; dindarların emlakla imtihanı...

"İnşaat Ya Resulullah"; dindarların emlakla imtihanı...
 

Hepimize kıyamet alameti olarak insanların bina yapmak için birbirleriyle yarışacakları ve her yeri yüksek binaların kaplayacağı bir zamandan bahsedilirdi. Sanki bu zaman gelmiş de geçmiş gibi. Her yer özellikle de İstanbul evlerin, yüksek binaların, dev kulelerin işgali altında. Nerede boş bir toprak varsa kısa süre sonra orada bir şantiye… Televizyonlarda, gazetelerde boy boy, çarşaf çarşaf emlak ilanları. Fiyatları duyanların dudaklarını uçuracak cinsten. İnsan bazen kendi kendine soruyor: Acaba bu evlere, bu ülkede kimler bu kadar parayı veriyor? Bu kadar zengin miyiz? Ya da neden parası olanlar bu durumlarını başkalarının gözüne bu denli sokuyor? Bugün ülkemizde inşaatçılıkla uğraşan kesimin kahir ekseriyeti yukarıda bahsedilen kıyamet alametine bütün benlikleriyle inanırlar. Acaba her yeri binalarla doldurarak ve boş buldukları her yere kuleler dikerek kıyametin gelişini hızlandırmak mı istiyorlar? Ya da nasıl olsa kıyamet kopacak biz de istediğimiz gibi yaşayalım mı diyorlar?

Türkiye’de özellikle son dönemlerde dindarların, muhafazakârların yeni titri inşaatçılık ya da müteahhitliktir. Bu yeni durum klasik durumlarla kıyaslanabilir değil. Bugün bambaşka bir olguyla karşı karşıyayız. Alın teriyle kazanan, siyasal bağlantıları olmayan, büyük ihalelerle büyütülmemiş bir kesimin yok edilmesi söz konusu olan. Neoliberal politikalarla beslenip büyüyen, siyasi rantlarla semiren bir grubun varlığıyla karşı karşıyayız. Eskiden inşaatçılık denince küçük ölçekli işler yapan insanlar akla gelirdi. Bugün tamamen organize büyüyen dev yapılarla çevrilmiş bir dünya var. Bu yapı siyasetten de güç alarak hızla ilerliyor. Karşısına çıkan bütün küçük yapıları yok ederek.

Parası olan ve siyaseten sağlam ilişkiler kuran insanlar kendilerini inşaat sektörüne atıyor. Şu an inşaat sektörü bakir bir rant alanı olarak ortada durmaktadır. Belki de yeni yeni göçebelikten kurtuluyor olmamız dolayısıyladır bu yoğunluk. Bizim burada dikkatimizi çeken şey inşaatların var olması değil. Sonuçta insanların barınma gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Bu barınma ihtiyacının giderilmesi noktasında ortaya çıkan mantık, anlayış bizim için önemli olan. Artık yapılan konutlar, evler bir gereksinimi karşılama amacına matuf değil. Adeta bir gövde gösterisi yapılıyor. Dikilen kulelerde insanların esir alınmasıdır söz konusu edilen. Ülkemizdeki inşaat sektörünün para kazanma dışında hiçbir gerçeklik tanımaması. Yapılanların bir medeniyet tasavvurunu merkeze alarak yapılmaması. Yeryüzündeki evsizliği ortadan kaldırmak için yapılanların yeryüzündeki evsizliği biraz daha arttırması. Dev kuleler yapıldıkça insanın hırsının frenleneceği düşünülüyor ama yok öyle bir şey. Yeryüzü ve gökyüzü adeta insanın hırsına kurban ediliyor. Para arttıkça ona sahip olma güdüsünün azalacağı gibi bir zan söz konusu olabilir. Pratikte böyle bir şey göremiyoruz oysa. Parayı, gücü bir şekilde ele geçirenlerde parayı, gücü daha da arttırmanın dışında hiçbir gaye kalmıyor. Geleneği, maziyi, tarihi dillerinden düşürmeyen; şanlı ecdadı köpürte köpürte anlatan bu yeni müteahhitlerimizin yaptıkları binalarda gelenekle alakalı en ufak bir emareye bile rastlayamıyoruz. Her hangi bir medeniyet nişanesi, kültür göstergesi, insana dair bir iz yok buralarda. Bu yeni yapılarda varlık tasavvurumuzla alakalı bir göstergeye rastlamak imkânsız. Oysa yekpare bir medeniyet tasavvuru hayatın bütün alanlarını içine alır, içerir. Sanatta, edebiyatta, müzikte, ekonomide, kültürde, mimaride bu tasavvuru görebiliriz. Günümüzdeki dindarlarda bir medeniyet tasavvuru görebilmek zor. Her şey daha çok kazanmaya ayarlanmış. Kişiliksiz, hüviyetsiz, alelade, zevksiz, estetikten yoksun yapılar esir alıyor bütün şehirlerimizi. Yatay düzlemde, mütevazı, alçakgönüllü değil yapılanlar. Sükûnete, huzura açılmıyor evlerin kapıları. Tevazuu ile toprağı kavramıyor artık düşünceler. Alabildiğine dikeylik, alabildiğine kibir…

Zenginliğin, şatafatın, gösterişin tek geçerli mazeret olduğu zamanlardayız. İslam kültürünün o insanı ve doğayı bir bütünsellikte cem ettiği mimari anlayışın fersah fersah uzağındayız. Daha doğrusu Türkiye’deki inşaat sektörünün bir estetik formu, felsefesi yok. inşaatçılığın ağa babaları yaptım oldu diyerek bu felsefe yoksunluğunu zaten vurgulamış oluyorlar. Aynı zamanda inşaat sektörü üzerinden yeni derebeylikleri ortaya çıkıyor. Sonuç olarak kucak dolusu paralar dört duvara dökülmüş oluyor. Zamanın, mekanın ve insanın huzurda mündemiç olduğu bir tarihte değiliz şu an.

*******

Neoliberalizmin rüzgârıyla yelkeni şişirilmiş bir gemi gibi Türk siyaseti. Küçük esnafın, bakkalın, ufak inşaatçıların üzerinden buldozer gibi geçiyor dev firmalar. Alın teriyle çalışan insanların emekleri gasp ediliyor. Milyar dolarlık inşaat yapan, kuleler diken, alış veriş merkezleri inşa eden dev şirketler birkaç yüz lira harcayıp ta işçilerin, emekçilerin şantiye yaşamlarını daha yaşanabilir kılmıyor. Aynı mısırdaki piramitler gibi, büyük kuleler emekçilerin, amelelerin kanıyla, canıyla, teriyle yükseliyor. Emek hırsızlığı site, plaza olarak çıkıyor karşımıza. Sigortaları bile doğru düzgün yatırılmayan işlerin omuzlarında yükseliyor kibir kuleleri.

Vahşi doğada olduğu gibi Türkiye’de de büyük balıklar küçük balıkları yutuyor. Vatandaşını koruyup kollamak en asli görevlerinden biri olan devlette bu ortama ayak uydurmuş gibi. Türkiye’de inşaatçılığın en büyük kurumu TOKİ her türlü bürokratik prosedürü kendi lehine çözümleyebilmektedir. Ama sahip olduğu bu gücü bir medeniyet tasavvuruyla örtüştürerek insanları mesken sahibi yapmıyor. TOKİ ve birkaç büyük şirketin karşısında her türlü bürokratik işlemlerle ve belediyelerle boğuşan ufak inşaatçılar yok olmakla karşı karşıya. Bir de rekabet edeceksin deniyor. Kim neye rekabet edecek? Madem devlet bu işin içine giriyor o halde işin ekonomik yanından ziyade işin kültürel boyutunun ön plana çıkarılması gerekmez mi? Mimari form olarak diğerlerine örnek olması gerekmez mi?

TOKİ inşaatçılık üzerinden bir rant üretme kurumu. Zengin ve yoksulları birbirinden ayırarak aradaki farkı daha görünür kılıyor. Zenginleri kurduğu gettolara hapsediyor. Yoksullarla aralarına derin surlar çekiyorlar. Yoksulların görülmediği bir dünya zaten güllük gülistanlık olarak görüleceği için zenginler yoksulları semtlerine uğratmıyor. İnsanlar artık sitelerdeki evlerine bile potansiyel suçlu gibi giriyor. Yirmi dört saat gözetim altında bir hayat. Sohbetin, muhabbetin olmadığı, herkesin bir yerlere koşturduğu bir hayat. Mahallenin, komşuluğun, arkadaşlığın öldüğü yüksek katlı binalar…

*****

İstanbul. Dünyanın incisi. Talan edilen, yağmalanan aziz şehir. Şehirlerin sultanı. İstanbul, insanoğlunun kazanma hırsına kurban edilmiş bir mahzun diyar.

Yıkıyoruz bütün şehirleri. Kentsel dönüşüm, modern mimari vesaire…. Yıkılan aynı zamanda bizi bir arada tutan o görünmez bağ. Aslında yıkılan binalarla birlikte dostluğumuz, vefakârlığımız da yıkılıyor. Bunların arasından modern dünyanın mabetleri kuleler, büyük alış veriş merkezleri yükseliyor.

Şiirlere ilham olan, binlerce yıldır bütün dünyanın hayallerini süsleyen İstanbul bugün adeta bir kaosun, karmaşanın ortasındadır. Şehrin keşmekeşliğini ortadan kaldırmak için yapılan bütün işler keşmekeşliğin oranını biraz daha arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Şehrin yüzlerce yıldır zihinlere kazılmış silueti yok edilmiş durumda. Görgüsüzlüğün, sonradan görmenin, tarihe saygısızlığın anıtlaştığı gökdelenler şehrin çehresinde kanayan bir yara gibi.

İstanbul’dan bir çizgi çekip Mekke’ye ulaştığımızda aynı yürek burkucu korkunç manzara bizi karşılayacaktır. Kâbe-i Muazzama insan hırsının yağmasına maruz kalmış. Etrafı tamamen talan edilmiş. Geçmişe dair, Hz. Fahri Âlem Muhammed Mustafa’ya ve O’nun arkadaşlarına dair bütün hatıralar kulelerin altında kayboluyor. Kâbe, Âdem Baba’nın, İbrahim Baba’nın Kâbe’si bugün dev binaların gölgesinde görünmez olmuş. küçülüvermiş adeta. Artık insanlar O’na bile yukarıdan bakıyor. İnsanoğlunun gem vurulamaz hırsı Kâbe’yi bile metalaştırdı. Kâbe artık Beytullah değil sanki turistik bir gezide gidilip görülen bir ev.

İnsanoğluna yeryüzünün, hayatın boşluğunu, hiçliğini, faniliğini anlatan destansı mücadelelerin yaşandığı yerlerde şimdi birer kibir anıtı yükseliyor. Ayaklarımızı bastığımız toprak değil artık. Gökyüzünde seyrettiğimiz yıldızlar yok. Yalancı neonlar, kulelerden yükselen yalancı ışıklar…

Kâbe. İnsanoğlunun hırsı karşısında küçük bir noktaya döndürülmüş gibi. Etrafı adeta kuşatma altına alınmış. Kıldığımız namazlar belki de ulaşamayacak Kâbe-i Muazzama’ya! Ulaşamayacak!…

 
Toplam blog
: 22
: 611
Kayıt tarihi
: 01.10.12
 
 

... ..