Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '11

 
Kategori
Sinema
 

‘Şangay’da bir özgürlük mücadelesi…

‘Şangay’da bir özgürlük mücadelesi…
 

Japonya'nın Çin istilasına dair duygusal bir yorum


Devletlerin elde etme hırsının varacağı son noktada, işgal ve katliam kaçınılmaz. Bu insanlık ayıbıyla sarsılan bölgelerden biri de Uzak Doğu’nun gözbebeği Şangay. Avrupa’nın öne çıkan özelliklerini bünyesinde barındıran uluslararası yerleşim alanı, ne yazık ki Japonya’nın Çin’i işgal sürecinde büyük acılar yaşamış. Direnişçilerle işgalciler arasında süren mücadeleyi, bir arkadaşlık borcu üzerinden yansıtan ŞANGAY da, bu yaşanmışlıkları sinemada dillendiren bir yapım!

Yıl, 1941… Japonya, Çin’in önemli şehirlerini işgal etmiş. Sırada, gerilla savaşının sürdüğü, Şangay var. Alman-Japon dayanışmasına karşı Amerikalıların suskun kaldığı bu özgürlük hareketinde öldürülen arkadaşının katillerini bulmak için çabalayan bir gazeteci-ajan! Paul’ün bu noktada başlayan macerası, ‘Kız nerede?’ sorusuyla gelişip ABD-Japonya savaşının başlangıç anına dek sürmekte...

Gizem-gerilim-dram üçlüsünü seven ve bunu ‘1408’ adlı yapım başta olmak üzere yapımlarının genelinde kullanan Mikael Hafström, gecikmeli olarak gösterime giren, ŞANGAY filminde de aynı tarzı sürdürmekte. ‘Şeytana Karşı’ ile adından söz ettiren İsveçli yönetmenin başrol için tercih ettiği isim, ‘1408’de birlikte çalıştığı John Cusack. Savaşı arka planına yerleştirip, romantik duygularla örülü bir ajan hikâyesi sunan yönetmen, kısıtlı mekâna rağmen hayli dinamik bir kurgu ortaya çıkartmış! Zaten filmi izlenir kılan da, kısa süreli plan çekimlerinin akıcı sunumu. Öyküsü kimilerine karmaşık ve yeterli açıklamadan yoksun gelse de, dikkatli izleyiciler için durum hiç öyle değil. Hossein Amini’nin basit ve yetersiz gibi görünen senaryosu, duygu odaklı olduğundan hikayenin ajanlık kısmı üstünde pek fazla durulmaması doğal. Aslında ŞANGAY bu yönüyle klasik ajan ve savaş filmlerinin bir adım ötesine geçtiği için eleştiri yerine övgüyü hak ediyor.

‘Hayatları başkaları tarafından planlananların öyküsü’diyebileceğimiz yapım, Doğu’nun Paris’i Şangay’ın vazgeçilmez çekiciliklerinden kesitler sunarken buradaki Amerikalıların o dönemde tarafsızlıklarını koruma yöntemini de ‘suskunluk’ vurgusuyla vermekte. Uslu Amerikalı, kendisini sokmayan yılanın icraatları karşısında kafasını önde tutup yoluna devam eder! Nazilerle işbirlikçileri Japonların yarattığı dehşet ortamında, bu politikayı benimseyen Amerikan diplomasisinin bencil bakış açısını ortaya koyan senaryo, aynı zamanda İranlı Amini’nin duygularına tercüman olma özelliğini taşıyor. Erkeklerin, mevkileri ve milliyetleri ne olursa olsun, aşkları uğruna kimliklerini unutabileceklerini ‘Tanaka’ karakteriyle çok güzel vurgulayan ŞANGAY’ın, şimdilerde pek anlaşılamayacak romantizmi canlandırmasıysa filmin bütünlüğüne hâkim bir özellik. Ken Watanabe de, terk edilen erkeğin ikinci aşkına çok daha güçlü duygularla bağlanabileceğini, etkili bakışları ve oyunculuğuyla başarılı bir biçimde aktarıyor. Özünde Japon acımasızlığını barındıran ŞANGAY, kimi eleştirmenlerin IMDb puanı 6,5 olan bir film. Basitliğini, duygusal derinliği yükseltilmiş işlenişi ve başarılı kurgusuyla kamufle eden yapım, sıkılmadan izlenebilecek bir çalışma.

Anibal Güleroğlu

 

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..