Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '14

 
Kategori
Sinema
 

"Sivas" her ögesiyle gerçek bir film

"Sivas" her ögesiyle gerçek bir film
 

İşte film budur!

Mekandan tut da kahramanlarına, hikayesine kadar gerçek yaşamdan bir kesit sunuyor film bize. Orta Anadolu'nun çıplak coğrafyasından bir köy hayatının tüm çıplaklığı bir çocuğun ekseninden  biz seyircilere cömertce gösteriliyor. Filmde  köpeklerin döğüştürülmesinden başka bir olay yok; on bir yaşındaki Aslan'ın okula gidip gelmesi, sınıfındaki Ayşe'ye olan sevgisi, yapılacak müsamerede prenses rolünün Ayşe'ye verilip, prens rolünün Aslan'a değil de muhtarın oğlu Osman'a verilmesi, Aslan'a bu oyunda cüce rolü verilmesi ve çocuğun bu durumu içine sindirememesi, bu durumun çocuğun okuldan soğumasına sebep olması ve yapılan bir köpek döğüşü sonunda Kangal köpeği Sivas'ın öldü sanılıp sahibi tarafından bırakılıp gitmesi ve Aslan'ın akşamın  geç saatlerine  kadar köpeğin başında bekleyip, derin bir sessizlik çerçevesinde köpekle derin bakışmaları sonucunda aralarında kurulan derin dostluk. Öyle ki akşamın ayazında, Aslan kendi gocuğunu çıkarıp yaralı köpeğin üstüne örtmesi ve sonrasında gelişen durumlar...Aslan cevval bir çocuktur, abisi gibi işten kaçan  biri değildir, abisinin işi çoğu zaman onu üzerine yıkmasından da yılgın değildir; ama iş gelip iyileştirip sahiplendiği köpeği satmaya dayandığı zaman, karşı dama geçip üstünü başını   çıkarıp "al, bunları da sat" demesi, isyan etmesi  seyirciyi gülümsetirken bir yandan da Aslan'a hayranlık hissi uyandırmasına vesile oluyor...

Köpeklerin dövüştürülmesi nedeniyle hayvan severlerin tepkilerine neden olan film tam da "köpekler döğüştürülmsin" mesajını taşımaktadır, sormak isterim  köpekler döğüştürülmeden bu mesaj nasıl verilebilirdi; ayrıca hayatın içinde bu gerçek varsa onları saklayarak bu sorun zaten çözülmez, onları insanların gözünün ta içine sokarak çözebilirsiniz.( Bu dünyada insanlar birbirlerini acımasızca öldürürken de susmamamız gerekir.)Diğer taraftan  iki binli yıllarda meksikali yönetmen Alejandro Gonzalez'in Çektiği film "Paramparça Aşklar ve Köpekler"i hatırlıyorum da oradaki köpek döğüştürme sahneleri çok daha kanlı ve çok daha acımasızdı. O filmde güzel bir filmdi ve sayısız ödül almıştı.

Bu filmde beni en çok etkileyen sahneler ise; dünyanın neresinde olursam olayım beni kendisine mıknatıs gibi çeken, kişiliğimi derinden etkileyen Orta Anadolu'nun çıplak, hüzünlü dağları ve tepeleriyle, akan dereleri, ırmakları  ve su sesiyle  o enfes coğrafyasının görsel şöleniydi. Köy hayatı da benim bildiğim hayattı yine.  Kasabada büyüdüğüm halde köyde yaşayan dedemlere sık sık gidip geldiğimiz için filmde geçen dialoglara ve küfürlere hiç yabancı değildim. Kazlar, sığırlar   ve arkasından gelen otomobil ise bana direk Emir  Kustiraka'yı çağrıştırdı. Köy hayatının, ahırda banyo yapmasından tutun da elektiriğin olmadığı dönemlerde idare lambası ile dolaşıldığı günlere şahitlik etmek hayatıma büyük zenginlik kattı. Köyde, misafir geldiğinde "lüks" yanardı, normal hayatta lamba ve bir odadan başka bir odaya ya da ahıra mutfak denen eve geçildiği zaman işte o vakit idare ışığı devreye girerdi. Gerçi filmde bunlar yoktu ama köy yaşantısı o kadar gerçekçi verilmiş ki doğrudan  kendi çocukluğumun köyüne yolculuk yaptım. Hayatın her yerleşim birimlerini  tanımak  ve yaşamak da bir başka çeşnilik. Çocukluğumda yaz tatillerinde gittiğim çiftlik hayatından, sırasıyla köy, kasaba, küçük şehir, büyük şehir, Türkiye'nin başkenti  ve Avrupa'nın başkentine kadar uzanan hayat yolculuğum bana çok şey kattı. İşte böyle filmler seyrettiğim zaman hiç bir şey bana absürd gelmiyor, tam tersine çok tanıdık geliyor. 

Aslan rolünü oynayan Doğan İzci öylesine güzel oyun çıkarmış ki aldığı ödülleri sonuna kadar hak etmiş. Tabii iyi oyun çıkarmasının arkasındaki sebep ise çocuk kendisini oynuyor bir bakıma. Hiç zorlama yok, kendi dili, kendi ailesi ve kendi yaşantısı. Hangi oyuncu Doğan İzci gibi  "nörüyon la" "nörüüm burda geziyom" diyebilirdi. Yönetmen Kaan Müjdeci'nin de o coğrafyadan olması, o yaşantıyı iyi bilmesi filmde çok etkili olmuş. 

Büyüklerin çocukların dünyasına acımasızca müdahale etmesi ve onların temiz dünyalarını yavaş yavaş kirletmesi de filmin ana mesajlarından biriydi. Çocuk köpeğini döğüştürmek istememesine rağmen büyüklerin ikna baskısı yüzünden kabul ediyor sonra da vicdanı ile yarış heyecanı arasında sıkışıp kalıyor. Filmde beni rahatsız eden tek şey ise neredeyse her cümlenin başında küfür kullanılmasıydı. Küfüre karşı alarjim olduğu için bu rahatsızlık oluştu. bu alarjimin nedeni ise;  filmdeki gibi  köy ve kasabadaki insanların çok sık küfür kullanmasından kaynaklanmıştır. Aslında abartılı değildi tam da her cümlede bu küfürlerin aynı şekilde kullanıldığına şahit oldum çocukluğumda;bu yüzden de hayatım boyunca küfür kullanmadım. 

Filmde sonuç da yoktu tabii. Filmin başı, ortası, sonu yok; bir kesit, bir durum öyküsü; Ancak yönetmen, bu sonu olmayan filmi muhteşem bir finalle bitiriyor. O coğrafyaya en çok yakışan bir Neşet Ertaş türküsü ile "Bilemedim gıymatını , gadrini/ hata benim , günah benim, suç benim/ Elim ile içtim derdin zehrini/ hata benim, günah benim, suç benim...

Yyönetmen gittiği her yabancı festivalde ödülle dönecektir muhtemelen  ve bizi o güzel coğrafyamızla, "Sivas"'ın Kangal köpeği ile türkülerimizle, Neşet Ertaş'ımızla dünyaya  tanıtacaktır. Bu, kocaman cehennemimizde serinlemek için küçük damlalardan biri olacaktır. Teşşekkürler Kağan!

                                                                                                         07/11/2014

 
Toplam blog
: 71
: 1292
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Hacettepe Fransız Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Öğretmenim, şu anda yurt dışında görev yapıyorum. ..