Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '08

 
Kategori
Özel Günler
 

100 Yaşında bir Mustafa Kemal tanığı -2-

100 Yaşında bir Mustafa Kemal tanığı -2-
 

Emekli Kurmay Albay Saim Çelebi Yarkın


Devamı -2



- Atatürk’e daha sonra yine döneceğim. Bir başka özelliğiniz daha var sizin. Mevlâna’nın, eğer yanlış aklımda kalmadıysa 19. Göbekten torunusunuz. Sizin hem Mevlâna aşkınızı, hem Atatürk’e olan sevginizi çok iyi biliyorum. Bu konuda da bir şeyler söyler misiniz?

- Atatürk, Hz. Mevlâna’yı sevmiş, okumuş, incelemiş. Tekke ve zaviyeleri kapatma kararı verilince en son türbeyi kapattı; Hz. Mevlâna tekkesini en son kapattı. Hatta babam, Atatürk’ü çok severdi, ama, “ahh şu tekkeyi kapatmasaydı” derdi.

- Biraz kırgınlık oldu galiba?

- Evet her Cuma bize tekkeden yemek gelirdi. Pilav…tatlısı, helvası vesaire. Her Cuma günü tekkeden iki, üç dervişin şeysinden yemek gelirdi Konya’da. Sonra onu, dediğim gibi Hz. Mevlâna türbesini kapatması en son olmuştur. Babam, yapmasaydı, derdi ama… olmadı tabii. Ben de askeri mektebe 15 yaşımda girdim.

- Siz o zaman askeri okuldaydınız yani.

- Yook, çocuğum daha! 11 yaşımdayım, çocuktum yani o zaman.

- Konumuzun dışında bir soru sorayım size. Yaşamınız nasıl geçiyor, sağlık durumunuz nasıl?

- (Atatürk’le ilgili soru olarak algıladı Saim amca, kesmedim. H.D) Söyleyeceğim Atatürk’ün yaşamında en büyük problem Enver Paşa olmuştur. Kıskanmıştır. İki zıt karakterdir bunlar. Atatürk her haliyle yaşamayı seven bir insandı. Fakat hürriyet aşığıdır Mustafa Kemal. Sofya Ateşemiliterliği sırasında akşama doğru, Borus (telaffuzdan böyle anladım, kaynaklarda açıklama bulamadım, yazılışı yanlış olabilir) Bahçesi var sefarete yakın, kral bahçesi var. Oraya bir hanım arkadaşıyla gezmeye çıkmıştır. Kışın orada havuz dondurulup paten yapılır. Ben orada patinaj da yaptım. Hanım arkadaşıyla giderken, bir Bulgar çocuğu elinde bir kuşla geliyor. Bunlara, Atatürk’e satmak için teklifte bulunuyor. Atatürk, çocuğun istediği parayı verip kuşu alıyor. Ama hemen orada serbest bırakıveriyor. Kız arkadaşı şaşırıyor; “ne yaptın?” diyor. Şaşkın bakan arkadaşına; “ben hürriyet aşığıyım” diyor.

Sonra gene birgün, Sofya’da sefaret yakınında pastane var. Beş kahvesini orada içiyor… Kahvesini ısmarlıyor, derken, yanına bir adam geliyor, Bulgar. Adam Atatürk’ü takip ediyor, çünkü üstü köylü kıyafeti!.. Halbuki şık bir gazino burası, çayhane, hemen sefaretin yanında. Adam nihayet masaya vuruyor, “niye geldin buraya… sizin kıyafetiniz uygun değil, servis yapamayacağız!” diyor. “O zaman polis çağırırım, nasıl bana servis yapamazsınız?” diyor. Polis geliyor falan, anlaştırıyorlar, servis yapılıyor. Atatürk hatırlarında yazıyor bunu ve, “Ben işte böyle olmasını isterim Türk Milleti’nin, hakkını aramalı” diyor.

Atatürk orada ateşemiliterliği sırasında hep şapka giyiyor. Düşün; sene 1909, 1910… 16 ay görev yapmıştır orada. Bana göre, hayatında gördüklerinden dolayı ‘Kıyafet Kanunu’nu çıkartmıştır ve şapkayı giymiştir.

Şöyle bir olay var; 1909 senesinde Fransızlar Almanlara karşı bir manevra yapıyor. Bizden de birkaç kişinin gelmesi için davet ediyorlar. Bir general emrinde, aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu 3-4 kişilik bir grup gidiyor, manevrada bulunuyor. Hatta manevra sırasında o zamanki X uçaklar(*) gösteriliyor. Tabi birçok ateşemiliter davet edilmiş. ‘Uçağa binmek isteyen varsa buyursun’ diye davet ediyorlar. Mustafa Kemal koşmak isterken general yakalıyor kolundan “binme, hemen in aşağı” diyor. Nitekim o uçak düşüyor… Kurtuluyor yani!

-Mustafa Kemal’in belki de yaşamının dönüm noktası o olay?

- Herhalde! Ben Harp Akademisi’nde iken staja gittim Eskişehir’e, ‘Havacılık Stajı’na. Mareşal geldi Hava Kuvvetleri’ni teftiş etti. Benim sınıf arkadaşım da havacı. Ben rica ettim; “ben de seninle bineyim” dedim. Onlar pilot kıyafeti giyerler. O da giydi, sıramızı beklerken yukardaki uçaklardan ikisi çarpıştı. Mareşalin teftişi sırasında pilotlardan birisi paraşütle atlayıp kurtuldu. Diğeri… Nadir isminde birisi şehit oldu. Mareşal teftişe devam etti.

-Aynı ortamda blog yazan bir başka blog yazarımız var. THK Çankaya Şubesi Başkanı Talip bey. Onun havacılık şehitleriyle ilgili yazıları var. O bilecektir sanıyorum bu olayı. Bu blog kanalıyla da sormak, öğrenmek isterim elbet. Sayın Bölükbaşı bilgilendirirse o kazanın bizzat tanığı olan size de ileteceğim.

-Adı Nadir evet, ama o zaman soyadı yok. Ben tanığıyım o olayın.

-Evet, Talip beye de ilginç gelecek bu durum şimdi.

-O gün Mareşal, şehit olundu falan diye bırakmadı, devam etti teftişe. Ertesi gün kaldırdık şehit cenazesini. Sık sık oluyordu o zaman bu tip kazalar. O günün koşullarında teknoloji olanakları kısıtlı elbet. Demek eksik donanımla bu kadar oluyor. Tatbikatın sonunda, tatbikatı idare eden zat diyorki; yarın manevranın son günü, filan tepede buluşalım!. Harekatın sonunu, inkişafını oradan görelim, diyor. Mustafa Kemal ileri atılıyor, “Ben o tepede değil, filan tepede harekatın sonunu takip etmeyi teklif ediyorum”.. Kulak vermiyor Fransız general. Ama ertesi gün, bizimkiler

Mustafa Kemal’in teklif ettiği yerde, diğerleri Fransız generalin teklif ettiği yerde takip ediyorlar. Manevranın son günü yemek veriliyor ya. Mustafa Kemal’in yanında büyük rutbeli bir Fransız subayı ona, “binbaşım siz haklıydınız ama sizin kıyafetinizde şapka yoktu, onun için dinlemedi sizi” dedi.

-Yani şapkaya bağlandı bu işin sırrı!

-Evet, Atatürk’ün hatıralarında şapka çok önemlidir. Sofya’da ve başka yerde de Türkler çok tenkit ediyorlardı, şapka giyiyor diye. O zaman şapka falan yok ama Atatürk şapkayla dolaşıyor.

-Kültürümüzde de yok o zaman.

-Evet bizim kültürümüzde yok. Türkler cahil, sevmiyorlar. Türkün şapka giymesini hoş karşılamıyorlar. O kadar cahil ki, buna dair misal anlatacağım. Ben Sofya’da sıcaklarda, deniz mevsiminde Sofya’dan Varna’ya gidiyorum arabamla. Varna’da eski… kralların kaldığı bir otel var orda… maaşım müsait. Denize giriyorum mayoyla, kurmay yüzbaşıyım. Denizde yüzüyorum, karşıdan bir adam geliyor, baktım Türk. Kıyafetinden belli Türk olduğu. Çağırdım konuştuk, merhabalaştık filan. Adam merak etti, bir Türk burada kalabiliyor mu, maaşı müsait mi, diye. “Afedersiniz, siz bu otele kaç para veriyorsunuz?”… Günlük verdiğim fiyatı söyledim. “E, tabii siz memursunuz, parayı kendiniz basarsınız” dedi!

-Bir de kalpazanlıkla suçlandınız yani?

-Yaa!.. Parayı kendiniz basarsınız, dedi adam. Ama anlattım tabii, nasıl basıldığını filan.

-Geriye doğruları konuştuk. Peki, bugünlere gelirsek; Türkiye’nin halini, Cumhuriyetin halini, Atatürk devrimlerinin halini nasıl görüyorsunuz? Bugünkü durumumuz nasıl, Atatürk döneminde mesai yapmış birisi olarak nasıl görüyorsunuz?

-(Olumsuz yanıtı vardı Saim amcanın, rica etti sonradan ayrıntıları yazmamam için. Okuyanlar da hoş görecektir umarım)

-Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’yle, bugünkü yönetenlerin ortaya koyduğu icraat çatışıyor mu sizce?

-Büyük ölçüde çatışıyor. Bunu söylememin mesnedi var bende; İstanbul’daki evimin üst katında, Ankaralı eski bir rontgen mütehassısı emeklisi var. O anlattı bir anısını. Atatürk’ün savaş arkadaşlığı anından bir yüksek rutbeli general, İzzet Paşa, “kızım evlenecek” diyor ve bir yer istiyor; saraylardan birisini. Atatürk zaten o istemeden veriyor, düğünü orada yaptır, diye. Saraylardan birisini tahsis ediyor. Kendisi de adeti üzere gece maiyetiyle birlikte geliyor. Bir müddet kalıyor, dans ediyor bir süre. Ayrılırken salondakiler uğurluyorlar. Uğurlayanlar arasından orta yaşlı bir hanım, “paşam, müsaade ederseniz elinizi öpmek istiyorum” diyor. Şöyle bir bakıyor, başörtülü. “Siz önce başınızdakini atın bir”… Kadın hemen başındakini çıkartıyor, “Şimdi ben sizin elinizi öpeyim” diyor.

-Bu önemli bir örnek.

-Ben bunu bazı siyasi mevki sahiplerine de yazdım, hiçbir cevap gelmedi.

-Evet, bu çok önemliydi.

-Düşününki, cumhurbaşkanının karısı resepsiyona başörtüsüyle geliyor.

-Bakıyorsunuz, Suriye Devlet Başkanı geliyor, Ürdün Devlet Başkanı geliyor, eşlerine bakıyorsunuz son derece çağdaş, modern kıyafetli. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı eşi, Cumhurbaşkanı eşi, farklı bir dünyadalar. Herhalde sizde oradan rahatsız oluyorsunuz.

-Atatürk’ün Ankara’ya girişinde bile o zaman diyanet işlerine bakan zatın başında şapka var.

….

-Saim Amca, benim size soracaklarım bu kadar. Sizin aklınıza gelip söylemek istediğiniz bir şeyler varsa kaydedebilirim. Sözleriniz bittiyse teşekkür edeceğim.

-Benim söyleyeceğim, Mustafa Kemal’le Enver Paşa’nın sevişmedikleridir. Mustafa Kemal’i daima ikinci planda bırakmak istemiştir. Fakat şans onu birinci plana çıkarmıştır. Gelibolu’ya 19. Tümen’in başına göndertti, ‘sakin’ diye orası. İsmi cismi belli olmasın diye. Tesadüf, Çanakkale’ye düşman çıkarmasıyla verdiği mücadelede birinci plana çıktı, ihtiyat tümeni olduğu halde. O da derme çatma bir birliği iyi bir tümen haline getirdi; 19. Tümen’i. Ve düşmanı ilk karşılayan o ordu. Hatta öyle ki, taarruz emrinde, “size taarruz edin demiyorum, ölmeyi emrediyorum!” demiştir. Bu her komutana nasip olmayan bir ifadedir. Atatürk’ün maiyeti de, aile muhiti de bu karakterde olmasına müsait değildi. Hatta annesi; “Aman oğlum, padişahımız efendimize karşı falan sakın bir harekette bulunma” demiştir. O “hayır anne, öyle şey olur mu!” falan filan dese de, kendi bildiği yolda yürümüştür.

Atatürk’le zıt karakterli dedim, Enver Paşa’yla bizi 1. Dünya Savaşı’na… amir bu üç kişi; Enver Paşa, Niyazi ve biliyorsun Talat Paşa var, savaşa soktular.

-Başta da Enver Paşa olmak üzere sonuçlarına da katlandılar değil mi?

-Evet…

Peki, çok teşekkür ederim Saim amca bana zaman ayırdığınız için. Size, bundan sonraki yaşamınızda sağlıklar diliyorum.

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!



(*) Bu tanım kaynaklarda var. Bilgi eksikliğim yanlış yazılmış olmasına sebeb olmuş olabilir.

 
Toplam blog
: 355
: 1099
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

1960 Ankara doğumlu bir Çankırılıyım. İşimin burada olması nedeniyle, Antalya'da yaşamaktayım. Ti..