Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '09

 
Kategori
Eğitim
 

2009 Öğrenci Seçme Sınavı sonuçları ve MEB

Her geçen gün Atatürkçü çizgiden uzaklaşan Türk eğitim sistemiyle, Türk aydınlanma hareketinin büyük yara aldığını belirten Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı Zeki Sarıhan, "O Vitesle Bu Kadar..." başlıklı yazısı ile 2009 Öğrenci Seçme Sınavı’nı değerlendirdi. Sarıhan, eğitim sistemimizin içinde bulunduğu durumla ilgili önemli tespitlerde bulundu.

Sarıhan, geçmişten bu güne eğitim sorunlarını ele alan yazısında şunları dile getirdi:

“Üniversite seçme sınavlarının sonuçları açıklanınca özelleştirmeci medyamızın manşete çektiği ilk bilgi, bu sınavda birincilerin özel okullardan çıkmış olmasıydı. Böylece hem veliler, hem de bu işe zaten epeydir teşne olan Milli Eğitim Bakanlığı özel okulculuğa özendiriliyordu.

Hemen ardından korkunç gerçek ortaya çıktı. 30 bin öğrenci (ki geçen yılkinden beş bin kişi daha fazla bir sayıydı bu), hiç bir soruya dokunmamış veya doğru yanıt vermemişti. Puanları sıfırdı!

Gerçekten de ayrıntıları verilen rakamlar, insanın dudaklarını uçuklatacak kadar kötüdür. Üniversiteye gitmek isteyen lise mezunu gençlerimiz ne matematikten anlıyorlardı, ne Türkçeden, ne fen bilimleri ne de sosyal bilimlerden. Bu alanlardaki sorulara verilen doğru yanıtların oranı alabildiğine düşük.

Herkes "Eğitim çöktü!" diye yazıp söylüyor.

Şapkalarımızı önümüze koyup eğitimimiz hakkında düşünmenin zamanı gelip geçmişti bile.

Tek bir iyimser yorum yapılabilir? Sorular, müfredata göre hazırlanmamıştır, öğrencilerin yanıtlamayacağı kadar zordur. Böyle bir sınavda gençlerin başarısız olması normaldir.

Fakat her sınav döneminde birkaç muğlâk ve yanlış soru ortaya çıksa da, sınavların nasıl kırı kırk yararcasına, bu işin uzmanı kişiler tarafından hazırlandığını biliyoruz.

Öteki ihtimal ki çoğunluk bunun üzerinde duruyor: Eğitim sistemi çocuklarımızı aptallaştırmıştır. Ne öğretmen beklenildiği gibi öğretmenlik yapabilmekte, ne öğrenci dersine çalışmaktadır.

Lise eğitimimiz ne yazık ki üniversiteyi kazanmaya odaklandı. Bu yarışı önde bitirebilmek için hemen bütün veliler (Yüzde 90'ı), çocuklarını avuç dolusu para ödeyerek dershaneye de gönderiyor. Sırf dershaneye gidebilsinler diye lise son sınıf bir yıla değil, bir döneme indi!

Uluslararası karşılaştırmalar da Türk öğrencilerinin başarı grafiğinin düşük olduğunu gösteriyor.

Bu kötü gidişi ne sendikalar, ne tek başına Milli Eğitim Bakanlığı, ne de büyük iddialarına rağmen dershaneler düzeltemez. Kanımca sorun bütün bir sistemle ilgilidir.

Ben şimdi emekli bir öğretmenim. Okullarda ne olup bittiğini meslektaşlarımın anlatımlarından, yazılardan ve gençlerle igili gözlemlerimden çıkarmaya çalışıyorum. Ama eğitimde neden bu duruma düştüğümüz konusunda kesin bir kanım var:

1980'li yıllardı. Askeri yönetimin emrindeki milli Eğitim Bakanlığı'nın okullara müdür olarak atadığı kilelere ve onların yönetimi altındaki okullarda olup bitenlere bakarak geleceğimizden büyük bir endişeye kapılıyordum. Sözüm ona Atatürkçülük cilası altında uygulanan aptalca bir zorbalık, öğretmenleri de, öğrencileri de sersemletiyordu. Elinde kitap, gazete ile görülmek tehlikeliydi. Türk şiirinin yaşayan en büyük ustası Cahit Külebi'yi bir saat derse sokup çocuklarla tanıştırmak, idarenin engelleri yüzünden mümkün olmuyordu. İyi öğretmenliğin hiç bir değeri kalmamıştı. İyi, cevval, görevini hakkıyla yapan öğretmenlerin birçoğu zaten ya meslekten atılmış, ya emekliliğe zorlanmıştı. Bir kısmı da daha fazla kazanç peşine düşmüş, dershanelere kapağı atmıştı. "Mesleğimiz kan kaybediyor" diye yazmıştık o zaman Öğretmen Dünyası'nın kapağında.

Toplumsal hiç bir ideal kalmamıştı. Öğretmenleri mesleğinde yetiştirici bir materyal olan meslek dergilerinin bile okullara sokulması yasaklanmıştı (1985, Öğretmen Dünyası örneği)

Denecektir ki, şimdi böyle yasaklamalar yok. Sendika kuran öğretmenler artık sürgüne gönderilmiyor. Hatta, sendikalı öğretmenin ödentisi bile genel bütçeden ödeniyor! Sağda solda birkaç geri kafalı densiz öğretmen veya müdürün tutumlarını saymazsak, öğrenciler Bakanlık, bazı valilikler tarafından kitap okumaya özendiriyor. Okul teknolojisi gelişiyor. Yeni yapılan okullar daha ergonomik, öğretmenler dört yıllık üniversite eğitimi alıyorlar.

Bütün bunlara rağmen eğitimimiz neden çöktü?

Biz kimiz, ne yapmak istiyoruz? Eğitim görmedeki amacımız nedir? Aydınlanmış bir toplum olmak mı? Hızla kalkınmak mı? Batı'ya bağımlılıktan kurtulmak mı? Toplumda sosyal adaleti gerçekleştirmek mi?

Bunların hiç biri değil! Bİz "Chat" yapmak istiyoruz. Olsa olsa, bir diploma ve meslek sahibi olmak.

Demek ki başarılı bir eğitim için bunlar yetmiyor.

Darülmüallim Marşı'ndaki, eski öğretmen okullarındaki, Köy Enstitüleri'ndeki heyecan şimdiki eğitim fakültelerinde var mı? Mustafa Necatilerin, Vasıf Çınarların, Hasan Ali Yücellerin yerinde hiç değilse son yedi yıldır Hüseyin Çelik oturmuşsa ve o başarılı, idealist öğretmeni değil, partizan öğretmeni yöneticiliklere getirmişse bundan başka nasıl bir sonuç bekleyebilirdik?

O, görevi devrederken Bakanlığı otomatik vitese bağladığını söylüyordu.

Bu vitesle demek ki bu kadar gidilebiliyormuş...

Yaramız derinde...”

<ı>Haber: Salih Ertan Ulakoğlu

EĞİTİM DERNEĞİ, ÖĞRENCİ KIYAFETLERİ HAKKINDAKİ MEB AÇIKLAMASINA CEVAP VERDİ

Öğrenci kıyafetlerinin nasıl olması gerektiği konusunda görüş aldığımız Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı Zeki Sarıhan, eğitimin, öğrenci kıyafetinde sadelik gerektirdiğini belirtti. Zeki Sarıhan, 30 yılı aşkın bir süredir yazarak, dergi çıkararak, eğitim derneği yöneticiliği yaparak Türk eğitim sisteminin Atatürkçü, halkçı, ulusalcı ve devrimci çizgiden uzaklaştırılmaması için mücadele verdiklerini ifade etti.

Zeki Sarıhan, öğrenci kıyafetinin nasıl olması gerektiği konusunda şu değerlendirmede bulundu:

“İlköğretim öğrencilerinin forma giymelerinde herhalde birçok yararlar var. Zaten bu okul kıyafetlerine kurallar da boşuna getirilmemiştir. Bunlar şimdi bazı insanları sıkıyor olabilir. Ancak Avrupa'nın bazı ülkelerine bakıp bundan vazgeçmek doğru değildir. Herkesin farklı bir giysi içinde olması bir özgürlük kanıtı değildir. Çok farklı giysiler içinde olan insanlar da hukuken veya beyinsel olarak köle olabilirler.

1. Öğrenci forması, her şeyden önce onu giyen çocuğa öğrenci kimliği kazandırır. Çocuk toplumun kendisini nasıl algılayacağını bilir. Karşılaştığı insanlardan da buna göre davranış görür. Öğrenci kimliğinin getirebileceği davranış genellikle olumludur.

2. Bizim toplumumuzda İnsanlar arasındaki toplumsal eşitsizliğin mümkün olan en aza indiği üç kurum vardır: Cami, kışla ve okul. Camide herkes aynı biçimde dua eder ve protokol ancak yaşta gözetilir. (Yaşlılar ön sıralara buyur edilir). Askerlikte herkes aynı eğitimi alır. Aynı karanavadan yer ve aynı giysileri giyer. Okulda da herkes (tabii devlet okulundan söz ediyoruz), özel sıralar yoktur, özel kitap yoktur, özel öğretmen yoktur. Özel giysi de yoktur. Bunlar toplumu köleleştirici değil, aksine sözü edilen ulusal ve laik bir eğitimse çocuğu ve genci özgürleştirir, onda hak ve adalet duygularını pekiştirir. Aynı zamanda okullu çocukların birbirlerini sevmelerine ve saymalarına, aralarındaki eşit ilişkinin gelişmesine hizmet eder. Oradaki farklar giyimde değil, çalışkanlıkta, yetenekte, zekâdadır.

3. Okul formaları, serbest giyime göre daha ucuzdur. Böylece velileri aşırı giderlerden korur.

Bu nedenlerle okul formalarından vazgeçmeyi uygun görmüyorum. Bunların zarif, ucuz ve kullanılır olması yerinde olur.

Lise öğrencileri için de, tek bir giysi zorunluluğu olmamakla birlikte bu çocukların (veya geçlerin, genç kızların) giyimlerinin pahalı, gösterişli olmaması, temiz tutulması, toplumsal kabul görebilen biçimlerde bulunması yerinde olur. Bu konuda yönetmelikler bulunması hiç garip karşılanmamalıdır. Okula başında yazma, ayağında terlik veya herhalde mini etekle, atletle gidilemez.

Her şeyin bir yakışığı var değil mi?”

Haber: Salih Ertan Ulakoğlu

 
Toplam blog
: 6
: 768
Kayıt tarihi
: 28.02.09
 
 

Elazığ'da doğdum. 1989 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülte'sini bitirdim. Uzun süre işsiz kald..