Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '09

 
Kategori
Deneme
 

2013

Düşünebiliyor musunuz? Bundan sadece birkaç yıl önce insanlar betonarmeden evlerde oturabilmek için ağaçları kesiyorlardı. Hatta sadece betonarme evlerde oturabilmek için değil, istedikleri yerlere daha hızlı gidebilmek için de çook geniş yolları gene ağaçları kesip yapıyorlardı. Sadece ağaç kesiyordu demek, yok edilen ormanlara çok büyük haksızlık. Çünkü ormanda yaşayan canlılardan sadece bir türü anlatıyoruz ağaç diyerek…

Tavşanlar, balıklar, kuşlar, tilkiler, ayılar, sincaplar, ceylanlar, domuzlar, böcekler… desek de haksızlık bu böceklerin de, kuşların da birbirinden farklı farklı o kadar çok ayrı cinsi var ki…

Neyse biz geri insanoğluna gelelim… Bu yaptıkları geniş yolların üzerinden yaptıkları araçlar ile gidiyorlardı. Araçlar hızlı gidebilsin diye kullandıkları da fosil yakıtlardı. Yani kendilerinden yıllarca önce ölmüş diğer canlıların kalıntılarından elde ediyorlardı. Böylece gittikleri yerlere daha hızlı gidiyorlardı. Ama bu sadece onlara daha fazla yere gitme isteği veriyordu. Daha hızlı gidebildikçe, daha da uzak yerlerde daha da büyük evlerde oturup, daha da hızlı, daha da uzaklara gitmeye çalışıyorlardı. Bir süre sonra bu yollarda gidebilen araçlarla istedikleri kadar hızlı gidemediklerini düşünenler daha da hızlı gidebilmek için havadan gitmeye başladılar. Böylece sadece daha büyük evlerde oturabilmek için değil, bazen sadece canlarının istediği bir yemeği yiyebilmek için daha uzağa ve daha hızlı en hızlı gider oldular. Bu arada sürekli yaşadıkları dünyayı bilerek yaktılar. Sonra bu yakma alışkanlığı her şeye bulaştı. Önceleri kışın hava soğukken yaşayabilmek için bir şeyler yakıp ısınırken, sonraları yazın hava sıcakken de soğuk yaratabilmek için bir şeyler yakmaya başladılar. Yaktıkça ısınan dünyayı soğutabilmek için daha da fazla yakmaya başladılar. Önceleri az bir yakış ile bir pervane ile havada bir akım yaratıp serinlerken, sonraları daha çok yakışla- bir klima kullanmaya başladılar. Bir süre sonra evlerine, evlerinin her odasına -ki gittikçe odaları da artıyordu, arabalarına, okullarına, çalıştıkları yerlere, yemek yedikleri yerlere, alışveriş yaptıkları yerlere, uçaklarına, hatta bazı yerlerde açık havayı da soğutmaya başladılar. Tabbi ki hepsini yakarak… Kendilerini en akıllı canlı türü olarak değerlendiren bu tür sürekli kendini yaktı durdu. Keşke sadece yaşadığı dünyayı yakmakla kalsaydı… Eğlenmek için sadece eğlenmek için, kendi ciğerlerinin içine kendini hızla öldürecek zehirli gazlar doldurdu. Yaklaşık üçte biri, öleceğini bile bile bunu hayatın en büyük keyfi diye yaptı…

Kendini en akıllı, en lider diye tanımlayan ülkelerde yaşayanlardan yarısından çoğu ihtiyacından fazla yiyip, kendi damarlarını yağla tıkanmasına sebep oldu. Gene yarıdan fazlası zararının ne olduğunu bildiği halde kendisinin içerisinde pek çok tümör büyütecek besinlerden tüketti.

Bu hiç durmadan yakıp, yedikleri kendilerini barındıran dünyalarıydı.

Üzerinde kendi bünyesi için yaralı besinlerin yetiştiği, bereketli toprakların üzerine, hızlı giden otomobiller için yollar yaptı, büyük daha büyük daha da büyük evler, alışveriş merkezleri, hastaneler, gökdelenler yaptılar. Bu arada hiç biri hesap yapmadı. Dünyanın kendi yaşamları için en temel kaynağı olan su ve atmosferlerini nasıl korumaları gerektiğini düşünmediler.

Bu kendilerini çook akıllı gören tür aralarından çıkan birkaç kişinin, sesine öylesine kulaklarını tıkadılar ki. Bu kurulan düzenin bozulmasını istemediler. Her şeyi kulak arkası yapabilecek bir güçle duymadılar onların çığlıklarını… Sağır oldular… Gerçi son son her şeye sağır oldular. Artık tükenen dünya üzerinde, çevrelerinde tükenen, yanan kuruyan pek çok insanı da ne gördüler, ne duydular, hemen onları da unuttular… Arıları unuttukları gibi…

Adına teknoloji dedikleri, ilkel bir yöntemle, kendilerini dünya üzerinde yaşayan en üstün ırk görerek, kendilerinden başka diğer tüm canlıların yaşama hakkını ellerinde tuttuklarını düşünerek, teker teker tüm canlı türleri üzerinde çeşitli katliamlarda bulundular. Kendi hazırladıkları ve zorla yesinler diye ineklere verdikleri gıdalarda hastalanan ineklerle hemen başa çıkma yolu olarak hepsini katletmek gibi… Ya da hastalanabilir diye ulaşabildikleri tüm kuşları ve kanatlı varlıkları yok ettiler…

Bu gittikçe büyüyen, oturdukları evlerden bir süre sonra sıkıldılar, bu evlerde otururken ayakları da çime bassın istediler. Canları yeniden “doğa” çekti. Ama zihinlerinin içi bir şekilde boşaltıldığı için, istedikleri şey yarım bir şeydi. Bu katliamı durduralım doğaya saygı gösterelim. Onu yeniden canlandıralım. Bütün canlıların yaşama hakkını geri kendilerine verelim. Onları da koruyalım, diye düşünemediler… “Sanki Doğal” yerler yapalım dediler. Bu sefer üst üste olan binalar yerine, daha da büyük, çok daha da büyük yan yana binalar yapmaya başladılar, yakınlar bittiği için daha hızlı arabalarla biraz daha uzaklara gittiler… Daha da büyük alanları betonlarla bezediler, ama bu sefer aralarında ayak basacak çimen, koklayacak çiçek, dalından kopacak meyveler de vardı… Ama kendi bahçeleri olan bu yerlerin içinde, sadece kendi istedikleri canlıların girmesine izin verdiler, diğer canlılara haşere dediler, ve hiç çekinmeden yok ettiler onları da… Kendi türlerine öylesine bağlandılar ki, sadece kendi gibi olanların varlıklarını sürdürmesine izin verdiler. Ama bir süre sonra kendi türlerinin içindeki farkları da tolere edemez hale geldiler. Kendileri gibi giyinmeyen, yeme içme alışkanları olmayanların yok olmasında hiçbir sakınca görmediler. Ya da sadece kendi istedikleri şekilde, kendi yapmak istemedikleri işleri yapabilecek kadar, öğrenmelerine, sadece kendi istedikleri yerlerde, sadece kendi istedikleri şartlarda yaşamalarına izin verdiler. Aksi halde katletmek tek çözümdü onlar için zaten hep yaptıkları gibi. Yok ederken ilk başta kendilerince makul(!) sebepler buldular, ama sonraları bu makul sebepleri bulmaya vakit ayırmadılar. Bir gizem kattılar yaptıkları her şeye, bu gizemle devam ettiler yollarına… Adına yargı sistemi dedikleri bir sistem koydular, ve her dönemin güçleri bu düzeni kendi istediği gibi kullanmaya başladı. Böylece çok adil oldular. Birlikte yaşayabilmek için pek çok kural koydular, ama bu kurallar sadece kendileri için, kendi gibi olanlar içindi. Yani güçlü olanların ihtiyaçlarına uygun adil (!) bir düzen… Bir gün komşum diye selam verdiğine, ertesi gün kendi yaşama hakkını istiyor diye suçlu dediler. Bir gün beraber eğlendiğine ertesi gün çok inançlı veya yeterince inançsız diye iş ve aş vermedi. İstediğini batırıp istediğini yücelten, bir gün güç birinin elindeyken ertesi gün başkasına geçer oldu. Kimse kimseye güvenemez, kimse kendine ve yarınına güvenemez oldu. Birbirine bu gün gülenler yarın kanlı bıçaklı, birbirine tekme tokat girenler yarın aynı tarafta olabildiler…

Huzur, güven, saygı, sevgi… bunlar kimsenin hissetmeyi bile düşünemediği kavramlar haline geldi. Herkes sadece gücü peşine düştü. Bu her dönemde el değiştiren gücün yanında olabilmek ve ona sahip olabilmek için herkes sürekli değişip durdu. Bu arada cılız çıkan çığlıkları duyamadılar. Dünyanın daha kaç günü kaldı, içecek kaç bardak su, soluyacak kaç nefes, yiyecek kaç lokma, beraber olunabilecek kaç eş… Kimse bu hesapları yapmadı.

Bu kimsenin işine gelmedi.

 
Toplam blog
: 11
: 611
Kayıt tarihi
: 25.12.09
 
 

Hacettepe İktisat mezunuyum. Doğma büyüme Ankara' lı sonradan İstanbul'luyum. Profesyonel şirketlerd..