Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '12

 
Kategori
Öğretmenler Günü
 

24 Kasım Öğretmenler günü ve acı gerçeklerimiz

"Öğretmen derim, önümü iliklerim." diyerek eğitim ordusuna büyük değer veren Başöğretmen Atatürk'ümüze borçluyuz; sadece O'na da değil, silah arkadaşlarına ve Türk Milleti'nin özgür olmasını sağlayan şehitlerimize, gazilerimize ve milletimizin fedakarlarına da borçluyuz.

Şüphesiz ki bu borç, daha çok manevi bakımdandır; maddi yanı da inkar edilemez.

Ata'mıza da, bizler için canları pahasına fedakarlık yapan geçmişteki ve şimdiki vatan ve milletseverlere de borcumuzu ne yazık ki ödeyemedik. Bu borç ödenmedi.

Yani Atatürk'ten daha ileride olamadık. Tam anlamıyla kalkınamadık. Bir ve bütün olamadık. Sık sık kullanılan; anlayana pek çekici gelmese de, anlamayanı sarsan "sürdürülebilir" diye bir kelimemiz var: İşte, "sürdürülebilir kalkınma" deriz mesela, hatta "sürdürülebilir borç dinamiği" deriz. Cumhuriyetin  o kalkınma hamlesini, bir ve bütün olma başarısını sürdüremedik. Her işimiz, "gittiği yere kadar" vurdumduymazlığı ile gitti, gitmeye de devam ediyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, başta köy okullarında olmak üzere, birçok okulda, öğretmenlerin görevini eğitmenler yapıyordu. Eğitmenler birinci, ikinci ve üçüncü sınıf öğrencilerini okutuyorlardı. Dördüncü ve beşinci sınıf öğrencilerini de öğretmenler okutuyorlardı. Eğitmenlik bir çözümdü, öğretmen yokluğunda; bunu da düşünen Atatürk'tü...

1923 ile 1938 yılları arasındaki 15 yılda, Türk Milleti'nin birlik ve beraberliğini ekonomik kalkınmada değerlendiren de Atatürk'tü. Okul olmayan yerlere okullar yapılır, ama öğretmen yoktur. Atatürk'e giderler, "Okullar eğitime hazır, ama öğretmen yok, ne yapalım?" diye akıl danışırlar. Atatürk de:

-Bu milletin, okur-yazar olup da askerliğini çavuş olarak yapan gençlerinden istekli olanlarını toplayın, Öğretmen Okulları'nda altı aylık kurs verin ve başarılı olanları "Eğitmen" olarak köylerden başlayarak okullarda görevlendirin, der.

Bütün bunlara karşın öğretmen açığı bir türlü kapanmaz. Ortaokul ve liselerde öğretmen açığı görülür. Bu okullarda da Nahiye Müdürü, Kaymakam, Vali, devletin başka memurları, subaylar derslere girerler. Askerliğini yedeksubay olarak yapması gerekenlere de, uzun bir süre köylerde asker öğretmenlik yaptırıldı. Öğretmenler askere alınmayıp, köylerde öğretmenlik yaptılar. Bütün bunlara karşın öğretmen açığı kapanmayınca, üniversite mezunu hemen hemen her meslekten gencimiz öğretmen olarak atandı.

Son yıllarda da öğretmen fazlalığı var.

"Atanamayan öğretmenler" diye bilir, kamuoyu, bunları... Atanamadıkları için intihar edenler oldu. Basında sık sık gündeme gelirlerse de, görünürde bir atanma müjdesi yok.

Öğretmenlik mesleğini hak kazanmış olan bu münevver genç topluluk, acilen göreve başlatılmalı. Türkiye'nin öğretmenini atamama lüksü olmamalı. İstenirse bunun çaresi bulunur. Ataması yapılmayan genç münevver öğretmenler, az bir aylıkla, ihtiyaç duyulan okullarda zaten görevlerinin başındalar. Öğretmen açığı tamamen kapanmış değil.

Başka konulara geçmeden şunu yazayım: Meslektaşlarımın aksine - benim gibi düşünen meslektaşlarım da vardır- öğretmen maaşlarının iyi olduğunu söyleyeyim. Hiç zam yapılmasa da olur. Yeter ki, atanamayan genç münevver öğretmenlerimiz bir an önce atansınlar. Yanıp tutuştukları, çok sevdikleri mesleklerine bir an önce kavuşsunlar. Öğretmen sendikalarının bu yöndeki çabaları ne acı ki yetersizdir.

Şimdi  iğneyi kendimize batırma ile başlayarak bazı gerçeklere değineyim:

Öğretmenlerin okuma tutkuları büyük oranda erozyona uğramıştır. Okuma tutkusu azalınca, yazma faaliyeti de en aza inmiştir. Bilgisayar okur yazarlığında başarılı olan öğretmenler, gazete, dergi, kitap okumada geri plandadırlar. Bu coğrafyanın öğretmeni, dünyayı bir limon gibi avucuna alıp, suyunu sıkacak kadar dünyaya hakim olmalıdır. Türkiye'de ve dünyada olanı biteni bilmeli ve kendince bağımsız analizlere ve sonuçlara varmalıdır.

Öğretmenler odamızda bilgisayar yoktu. Müdürümüze iletilen dileğimiz anında yerine getirildi, internet bağlantılı cihaz, yazıcısı dahil tüm donanımıyla odamıza kondu. Günlerdir, boş zamanı olup da şöyle bir gazeteler sayfasını açıp okuyana rastlamadım. Oysa etrafımız bir ateş topuna dönüşmüş; dünyadaki her normal durum, anormal hale gelmiş; "kriz" denen ve ne olacağı, nereye varacağı tahmin edilemeyen durumlar tırmanmaya başlamıştır.

Okulların duvar gazeteleri birer süs gösterisine dönüşmüştür. Yazma ve okuma merakı bitip tükenmiştir.

Hemen her okulda israf had safhadadır. Okulların alt katlarındaki atıl  bölümler, istiflenmiş eşya deposu gibidir. Neredeyse her sene aldırılan perdeler, masa örtüleri, dolaplar ve daha akla hayale gelmedik araçlar ya bu depolarda bekletilmekte ya da çöpe atılmaktadır.

Bazı okullar yemeklidir... Etütlerin yerine, bazı okullarda kurslar vardır. Yemek israfı var mıdır, ekmekler çöpe atılıyor mu, kurslar yararlı mıdır, sorgulamak gerekir.

Öğrencilerin bahçeye, yerlere, koridorlara, çöplere attıkları; yenmemiş ekmekler, çörekler, börekler,simitler,  kraker ve bisküvi çeşitleri dünya kadardır...

Kahvaltı yapmadan okula gelen öğretmenler ve çocuklar... Günlük ihtiyaç kadar içilmeyen su, yenmeyen meyveler... Kantinlerde satılması gereken, ama başarılamayan meyve satışları...

Öğrencilerin hır gürleri... Öğretmenlere yaptıkları kaba davranışlar... Sigara içmeler... Ne demekse "çıkma"lar... Aşk kavgaları...

Şımartılmış ve bir gün sonrasını düşünmeyen, planlama yetkinliğine erişememiş; okuyup "adam olma"ya kendini adamayı akıl edemeyen, öğrencilere, ders anlatmanın zorluğu ve hatta çoğu zaman imkansızlığı...

Şiddet eğilimi...

İstanbul için hem öğrenci ve hem de öğretmen bakımından ulaşım zorluğu...

İkili eğitimin hala devam etmesi...

Öğretmenlerin ve öğrencilerin sık sık hastalanmaları...

Öğrencilerimizin, çoğunun, ailelerinin çok yoksul olması... Ailesinde sevgi görmeyen ve okulda da oturmuş bir davranış hali sergileyemediği için azarlanan öğrenciler...

Anne babası ayrılmış, yaşamı tam bir azap olan öğrencilerin içler acısı durumu...

Araç ve gereci olmadığı için resim, spor, müzik, satranç gibi beden ve zihin gelişimini sağlayacak faaliyetlere katılamayan çocuklar...

Va daha sayamaıyacağım kadar çok acı gerçeğimizden birkaçı bu sıraladıklarım.

"Özel Eğitim" konusu ise apayrı bir sorunlar yumağı...

Öğretmen de çok; öğrencimiz de çok; şükürler olsun!... Bu kadar çok öğretmeni ve genci olan ülkemizin, dünyanın en kalkınmış ülkesi, en barışçı, bilimi zirveye taşımış ülkesi olması gerekmez mi?!..

Elbette gerekir, ama gerektiği noktada değil maalesef!..

Öğretmenler odalarında her saat; bilim, sanat, kültür ve edebiyat yerine; alınan, satılan, yenilenen otomobiller konu ediliyorsa, başka da bir şey yazmayıp bitireyim yazımı.

Öğretmenim demek bir iddiadır; bu iddianın her hususta ispatlanması şarttır.

Eli öpülesi öğretmen olmak gerekir: Tıpkı Sıdıka Avar gibi, Nazik Erik gibi, Raçinski gibi...

Anneler; sizler hilkatte öğretmensiniz, bu ulvi öğretmenliğinizi devam ettiriniz...

Çocuklarınıza gazete, dergi, kitap okutmayı; onlara, izlemeleri gereken sinema filmi ve tiyatro oyunlarını izlemelerini sağlayınız... "Oğlum, kızım; öğretmen sana soru sordu mu, tahtaya kalktın mı, ders anlattın mı, sınavında başarılı oldun mu?" diye sorun elbette; ama bir de Einsteien'in annesi gibi de sorun çocuğunuza:

-Oğlum/kızım sen bugün öğretmenine ne sordun? deyiniz!..

Türkiye'miz, bizden; çok çalışkan olmamızı, birbirimizi sevmemizi, çok okumamızı ve tez zamanda her alanda çok kalkınmamızı bekliyor..

Bu borcumuzu atalarımıza ödemek ve gelecek nesillere de kıyamete kadar sürecek sürdürülebilir bir çalışma ve her zaman uyanık olma duygusu kazandırmalıyız.

 

 

 

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..