Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '08

 
Kategori
Dünya
 

32 Ayın Çarşambası ve Türkiye

32 Ayın Çarşambası ve Türkiye
 

Karl Heinz, çalıştığım çok uluslu şirketin Avrupa direktörlerinden biri. ABD ve Uzakdoğu dahil, dünyanın pek çok yerinde görev yapmış, sonunda memleketi Almanya'ya dönmüş, Türk dostu bir Alman entelektüeli... İleride de, Türkiye'ye yerleşmeyi ciddi ciddi düşünen Avrupalılardan birisi aynı zamanda...

Karl ve bizim Türk yöneticilerle birlikte; geçen gece, kaldığı otelinin lobisinde yaptığımız -iş dışı- sohbetin konusu; globalleşme ve uluslararası şirketlerdeki yeniden yapılanmaydı. Eskiden olsaydı, bu türden özel sohbetlerde, genellikle; futbol, gastronomi ve güzel kadınlar konuşulurdu.

O gece farkına vardığım gerçek; küreselleşme denilen kaos, yalnızca ulus devlet yapılanmalarını kökünden sarsmakla kalmamış mikro-ekonomilerde yani şirketler bazında da; işe ve insana bakış perspektifini derinden etkilemiş olduğuydu...

Karl'a göre; 40-50 yıldır sadakat ve insan odaklı faaliyet gösteren şirketler, bu kültürlerinden, sanki bir gecede 180 derece çark ederek çalışanlarını -insanları- organizasyonda yer alan küçük kutucuklar olarak görmeye başlamışlar. Yani modern iş idaresinin personel yönetiminde bizlere öğretilen; sadakat (loyalty) ve liyakat karşılığı iş güvencesi kavramlarının neredeyse tamamı çöpe atılmış olmasıdır.

Bunun, daha geniş anlamı şudur: Gelecek 5-10 yıl içinde; hem büyük şirketler için hem de çalışanlar için YARIN diye bir kavram bulunmamaktadır artık...Bugüne kadar ameleler için geçerli olduğunu zannettiğimiz -gün bulup gün yeme- olgusu, beyaz yakalılar da dahil hemen herkes için geçerli hale gelmiştir.

Bu nedenle; pek çok uluslararası şirket, olası iflas senaryolarından korunmak için devletlerden daha hızlı davranarak süratle yeniden yapılanma sürecine girmiş bulunmaktadır. Yeni dünya düzeni önce şirketleri kendine uydurmakta sıra elbette devletlere de gelecektir. Bu sıra dışı durum; beraberinde, pek çok soruyu ve sorunu da birlikte getirecektir elbette...

Sosyal devlet, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, sosyal sigorta, iş hukuku, sendikalar, istihdam, işsizlik, meslek seçimi, kariyer planlaması, ücret politikaları, tüketim alışkanlıkları, üretim planlaması v.s gibi pek çok hayati ve önemli konuda da bugüne kadar öğrendiklerimiz bir işe yaramayacaktır.

Bulunduğumuz noktada; yalnızca ulusal egemenlik değil, 20. Yüzyılın ikinci yarısında; Sovyet ve Çin despotizmine karşı etkin bir propaganda silahı olarak kullanılan; demokrasi, özgürlük ve insan hakları kavramları da dünya ölçeğinde tartışılır hale gelmiş bulunmaktadır.

Biraz iddialı olacak ama; Avrupa Birliğinin şaşkın diplomatları bile, değişen değer yargılarının farkında değilmiş gibi gözükmektedirler. Kopenhag kriterleri gibi tekil AMENTÜ' lerin bile; bugünün dünya gerçekliği karşısında ne denli geçerli olduğu konusu dahi tartışmalı hale gelmiştir bana göre...

Bu hüküm, sakın AB karşıtlığı olarak yorumlanmasın. AB düşüncesi ve felsefesi dahi soğuk savaş mantığı üzerine inşa edildiği gerçeğinden yola çıkarak; bu Avrupa Megalo Ideasının, rotasından sapacağını ve felsefi dayanak açısından boşta kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz artık.

Bir başka açıdan bakıldığında ise; Türkiye'nin durumu gerçekten de çok vahimdir. 4500 dolar fert başına ulusal gelir, 250 Dolar emekli maaşı, 600 dolar öğretmen maaşı, 950 dolar profesör maaşı ve bilcümle küçük Enver' leri, hitlercik, stalincik ve maocukları ile, daha 20. Yüzyılı dahi yakalamadan ve yaşamadan karşımıza yeni dünya düzeninin muazzam kaosu çıktı.

50 senelik "güzellik uykusundan" sonra mahmur bir şekilde uyanarak; 32 ayın çarşambasını bir güne sığdırmaya çalışmanın sancısıdır belki de tüm bu yaşadıklarımız...

A. Mesut Tatlıpınar
04/03/2002

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..