Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Muhammet Çağrı CİHANGİR

http://blog.milliyet.com.tr/cagricihangir

03 Şubat '14

 
Kategori
Psikoloji
 

Bir Psikiyatriste eleştirel Mektup

Bir Psikiyatriste eleştirel Mektup
 

Değerli hocam merhaba. Bir eleştiride bulunmak istiyorum. İlk konumuz hastalık. Sahi hocam insanlar 100 yıl önce antidepresanlar yokken ne yapıyordu.


Değerli hocam merhaba. Bir eleştiride bulunmak istiyorum. İlk konumuz hastalık. Sahi hocam insanlar 100 yıl önce antidepresanlar yokken ne yapıyordu. Takdir edersiniz ki; Mevcut yaşam şartları daha ağırdı. Ölümler, zulümler, kaygılar, açlık, sefalet, ulaşım sıkıntısı hat safhada idi. Bu insanlar depresyonlarına, anksiyetelerine nasıl çözüm buluyorlardı. Acaba Mevlana'da Prozac kullanır mıydı..... Hallacı Mansur " Enel Hak " dediği zaman, zamanın doktorları ona da " Psikoz " tanısı koydular mı.

Acaba bahsi geçen Peygamberler Sigmund Freud zamanında yaşasa idi; onlara da "Şizofreni, Paranoya " tanısı koyup, ara ara gelen anksiyetenin (sıkıntı) Allah'ın bir imtihanı olduğuna inanıp(!) bundan memnun olan tasavvufi kişiliklere de ve ünlü düşünürlere "Melankoni" teşhisi koyarlar mıydı. Düşündüm de hocam; bu insanlar neden böyle durumlarda bizler kadar tepki vermiyordu. Panik atak, anksiyete dediğimiz bozukluklar(!) onların zamanında da vardı fakat o insanların bunların bir hastalık olduğunu bilmiyordu. Ö yle bir algıları yoktu. Ve eminim ki bizler kadar sıkıntı çekmiyorlardı. Çünkü kimse onlara " Sen hastasın, beyninin kimyası bozuldu " demiyordu. Onlar için normal olan insanlık ve duygu haliydi depresyon dediğimiz üzüntü. Kırsal kesimlerde yaşayan insanlar, şehirde yaşayan insanlara göre daha mutlu. Bunun nedeni, bu tanılar ve hastalık denilen şeylerden haberleri olmaması.

Her bünyenin belirli rahatsızlıkları geçiriş ve karşılayış tarzı farklıdır. Bu nedenledir ki, adı konmuş rahatsızlığın genel belirtilerine yönelik çözümler üretilmektense, hastaya özel çözümler üretilmelidir. Ama maalesef günümüzde bir çok doktor, genel belirtiler ile hastaya tanı koyup tedavi uyguluyor. Örneğin; Çok borcu olan, bir sürü sorumluluk üstlenen, strestli bir hayat yaşayıp devamlı koşuşturma halinde olan, " Ben bu gelir ile hangisine yetiştireceğim "kaygısı yaşayan ve bu kaygıdan ötürü sıkıntı çeken bir insana tıp direkt "Anksiyete bozukluğu " tanısı koyuyor. Eğer bu kişi aktif internet kullanıcısı olup anksiyete bozukluğunu araştırışa, karşısına anksiyete adı altında bir sürü hastalık, ve olumsuz durum çıkacaktır. Hal böyle olunca, okuduğu şeyler yavaş yavaş zihnine kodlanacaktır ve “ Ben hastayım” olgusu oluşacaktır. Oysaki bütün bunlar bu pozisyonda olan bir insanın yaşaması gereken doğal tepkime ve kaygıdır. Eğer şahıs bunca sorumluluk altında kaygı yaşayamıyorsa, işte sorun tam oradadır ! Bir doktor dinleyip de " Kardeşim benim de durumum senin gibi olsa, bende aynı kaygılarımı yaşardım, Belki senden daha çok tepki verebilirdim, ille de kafanı biraz rahatlatmak istiyorsan sana ilaç yazabilirim ama bu sadece sorunlarının üstünü örtmek olacaktır " diye rahatlatıcı bir yol yerine, " Beyninin kimyası bozulmuş, anksiyete hastalığın var ve depresyondasın " dendiği zaman üstüne üstlük bir de antidepresan ilaçlar + yeşil reçeteli sakinleştirici verdiği zaman, danışan insanın psikolojisin, ondan sonraki süreci siz düşünün.

Takdir edersiniz ki; Sağlıklı bir insanın en değerli varlığı, aklı ve beynidir. Kimi sebeplerden ötürü bir insana " Beyninin kimyası bozulmuş, senin ruhun hasta, ruhsal hastalığın var " dendiği zaman o insan ister istemez olumsuz bir psikolojide olacaktır. Bütün ruhsal sebeplerin nedeni " Seratoni'nin düşmesi kaynaklıysa ( henüz bilimsel bir kesinlik kazanmış değil ) Bu o zaman risk altında yaşıyoruz. İlaçlarla ne kadar bu seviyeyi dengede tutmaya çalışsak da, bir süre sonra tekrar düşebilir.

Ne zaman Hüznün adını depresyon koydular ve bunu semptomlarla maddeleştirip tanıladılar işte o zaman insanlar patır kütür dökülmeye başladı. TV'lerde, Gazetelerde, kitap ve dergilerde Hüznü “depresyon " olarak anlattılar, insanlar en küçük şeyde antidepresanlara sarıldı. Önceden bu süreç 6 aydı. Depresyon için tanınan kriterlerin 6 aydır sürmesi gerekiyordu. Durum böyle olunca, şikayetçi sayısı ve ilaç alımı azaldı. İlaç sektörü baktı ki, bu işten kar elde edemiyoruz, aniden 15 güne indirildi. Ve böylelikle 1 yılda 37 milyon kutu antidepresan kullanan bir toplum haline geldik. Hem de 7'den 70'e. Hocam Allah korusun, eşimizi, çocuğumuzu, sevdiğimiz birini kaybettikten sonra eğer tuttuğumuz yas 15 günden fazla ise " HASTA " diye etiketleniyoruz. Ne kadar acı değil mi. Bir insanın uzun yıllar beraber olduğu, hayatta ki en değerli varlığını kaybettikten sonra doğal olan sürece bile " HASTALIK " deniyor. Ben şahsen duygusal ve sevdiklerime değer veren biri olarak Evladımı yitirsem bunun yasının 15 gün sürmeyeceğine garanti ederim. Sizin içinde bu durumun aynı olduğunu düşünüyorum. Bu doğal bir süreç, insan bu acıyı yaşamalı. Ama psikiyatriste baktığımız zaman bu NORMAL olan insanlık haline “ANORMAL DURUM " deyip insanlara "Ne olursa olsun bu duyguyu 15 günden fazla yaşıyorsan sen normal değilsin, hastasın" diyerek kişilere hastalık olgusunu yerleştirerek , hastalık üreten bir sistemin çocukları olduk.

Oysa anksiyete ve Depresyon tıp kitaplarında " Hastalık " olarak değil, bozukluk olarak geçer. Hastalık algısı ile bozukluk algısı arasında çok büyük algılama farkı vardır. Bilimsel bir araştırma sonucu bu yıl ki depresyon kongresinde 100 kişiden ancak 12 kişiye doğru tanı koyulduğu açıklanmıştır. Peki geri kalan 88'in depresyon için içtiği ilaçlar? Maruz kaldıkları yan etkiler, ilaçla beraber ortaya çıkan yeni yeni psikolojik sorunlar. Her toplumun kendine özgü kültürel, sosyal, dinsel inanışları, algısı, yaşam felsefesi, coğrafyaya uygun fiziksel ve ruhsal tepkimeleri ayrıdır. Acaba Amerikan Psikiyatri Derneğindeki Komite insanın hangi duygulara, tepkilere, hastalık denmesi için" Ruhsal bozuklukların tanısal ve sayısal el kitabı olan DSM'yi hazırlarken diğer kültürlerdeki inanış, sosyo-kültürel yaşam, geleneklere bağlı yaşam, coğrafi ve çevresel etmenleri de göze alıyor mu.  Hocam DSM'yi Türkler yada Müslüman bir devlet yazsa idi o zaman da Batı ülkelerinin bir çoğu " sosyal konuda Hasta " ilan edilirdi. Sizce de bir çok tanıda sapmalar, değişiklikler olmaz mıydı

Binlerce bilimsel araştırmalar sonucu; Halen depresyonun, anksiyetenin kaynağının beyin kimyasının bozulması ile alakalı olduğu açıklanamamıştır. Bir çok bilim insanı Depresyon ve diğer ruhsal hastalıkların ( Seratonin, Dopamin ve Adrenalin eksikliği) ötürü kaynaklandığını iddia etse de; bir o kadar da bilim insanı laboratuvar ve araştırmalarda somut bir kanıta rastlanmadığını bilimsel kanıtlarlar ile iddia eder. Bunun yanısıra bir çok psikiyatride geçen hastalığın " Aslında hastalık olmadığı " ortaya çıkmıştır. DSM El kitabında 1968'de 182 ruh hastalığı vardı. Bu sayı 1980'de 265'e, 2000'de 365'e çıktı. Hal böyle olunca, günlük yaşantılar ile ilgili kaygılara anksiyete, hüzünlere depresyon, iç sıkıntısına depresif nöbet, stresten dolayı vücudun kendini koruması için ürettiği bir takım tepkimelere panik bozukluk, İnsanın doğasında olan sorgulama, düşünme, her konuyu kabul etmeme yetisine  ( Tanrı'yı, evreni, kendini, toplumsal ve çevresel olayları ) Obsesyon hastalığı denildi. Başı ağıranlara, kolu ağıranlara, sınav stresi olanlara, düğünde heyecanlanırmıyım diye düşünenlere, bir konuda heyecan duyanlara, aşık olanlara, unutamayanlara, saçı dökülene, karnı ağırına, eklem ağrıları olanları, azıcık mutsuz hissedene 15 dakikalık tanılar ile antidepresanlar verildi. Ve " HASTA BIR TOPLUM " oluşturuldu.

Bence bizi rahatsız eden; bizde olan belirtilerin " hastalık olup olmadığına dair inancımızdır" Belirti nüks ettiğinde "Hastalık nüks etti " diye algılamamızdır. Bizi buna inandıran ( kimisi hariç ) mevcut psikiyatridir. Örnegin; Geçen yıl Londra'nın en büyük bilimsel araştırma merkezi insanlarda " Ön sezi- 6. His " olduğunu bilimsel veriler, Çok gelişmiş teknoloji aletler ile kanıtlamıştır. Zaten parapsikoloji bu konuya geniş bir yer vermiştir. Çevremde 6. Hissi kuvvetli olan biri vardı ve bundan gurur duyardı. Bir konuda bilgi almak için Psikiyatristin yolunu tuttu, sohbete başlandı ve konu 6. Hisse geldi, danışan durumu anlattı, doktorun asistanı 6. His için tanıya "A-tipik Psikoz " yazdı ve ondan sonra kişi uzun bir süre kendini Psikoz hissetti. Daha sonra yaptığımız sayısısız bilimsel araştırma bunun her insanda az yada çok olduğunun kanıtlanmış olması bizi rahatlattı.

Sevgili hocam demek istediğim 7 milyar insan var. Herkesin olaylara bakış açısı, bir olay karşısında yaşadığı duygu-durum farklıdır. Kimi insan az etkilenir, kimi insan çok etkilenir. 100 milyardan fazla sinir hücresi olan, toplam sinapslarının sayısı 100 trilyondan fazla olduğu düşünülen henüz %20'si çözülen bir organ ile ( Beyin ) bu kadar tanının ve rahatsızlığın kesin olarak konması biraz düşündürücü. Bu işten en fazla ilaç sektörü kazanıyor. Eskiden insanlar pencereleri hatta kapılarını anahtarlamadan uyurdu nedeni ise toplumdaki suç oranı azdı. Ya şimdi, görsel ve sosyal medyada her an cinayet, gasp, hırsızlık olayları. Bir insanın her gün bunları okuduğunu düşünün. Insanlar şu zamanda diken üstünde yaşıyor. Bu toplumda yaşayan bir insanın acaba pencereyi kilitledim mi diye tekrarla bakması bence " HASTALIK " değil, kendini koruma iç güdüsüdür. Tabi psikiyatriste göre bu olay " OKB " dir.

Hocam ben robot değilim, ben bir insanım. Iyi, kişilikli, kendini geliştirmiş bir insan. Amerika Psikiyatrist Derneğindeki adamların bazı incelemeler sonucunda felsefi ve kimi bilimsel bilgiler ve semptomlardan yola çıkarak koyduğu bir hastalığı, tanıları Reddediyorum. Hele hele fiziksel çok ağır rahatsızlığı bulunmayan insanlara "HASTA"deyip, onlara hasta algısı oluşturmalarını, kendilerine ve antidepresanlara mahküm etmelerini kınıyorum. Hastalık ile rahatsızlığı ayıramayan bunu danışana söylerken, danışanın psikolojisini hiçe sayan bu statüyü de eleştiriyorum. Bir insana "HASTA DEMEK ve ONU HASTA DIYE ETİKETLEMEK " insanlığa hakaret ve suç olduğunu düşünüyorum. Günümüzde ki hasta kavramı ve toplumda oluşturduğu algı, olgu belli.

Insan doğası gereken yaşayacak olduğumuz duyguları maalesef yaşayamıyoruz. Bu statünün bize öğrettiği " mücadele etmemek ve her olumsuz duyguda ilaçlara sarılmak " Konu ne olursa olsun acı çekersen, sıkıntın varsa " HASTASIN " Düşünün hocam, bir insansınız, Güvendiğiniz bir kurumdaki görevli kimi doğal tepkimeleriniz için size " HASTA " diyor. Hasta olduğunuzu bir düşünün lütfen. Ne hissedersiniz. Oysa hastalık çok farklı bir şey. Bütün bunları neden yazdım bilmiyorum, sadece düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Belki okurken sen ne diyorsun bahsettiğin kişiler 6 yıl bu işin eğitimini almış diyebilirsiniz. Haklısınız da, zaten sözüm meclisten dışarı. Ama biz de 28 yıl bu hayatın eğitimini aldık hocam. Antidepresana değil, gereksiz antidepresana karşıyım.

Sizden ricam, gereksiz antidepresana sizinde elinizden geldiği kadar dur demeniz ve size danışanlara hasta gözü ile bakmamanız. Bu hasta olmayan insanlara, Hasta diyerek onları etiketleyenlere elinizden geldiğince karşı çıkmanızdır. Ben sadece bizi "MUTLULUK'' DIŞINDA HİSSETTİĞİMİZ HER DUYGUNUN (çok mutlu olursanız da manisiniz ) bir hastalık, rahatsızlık olduğunu belirten, bir komitenin belirlediği çerçeve ve uyum içinde yaşanılmasını ön gören, kendilerine ve İlaçlara mahkum eden, doğal tepkimeleri ve reaksiyonları "HASTALIK" diye insanların kafasına yerleştirip onları gerçekten hasta eden sektöre sitemliyim.

Hipokratın da dediği gibi " Önce hastana zarar verme "

Sevgi ve sayılarla.

cagricihangir@hotmail.com

 

 
Toplam blog
: 3
: 213
Kayıt tarihi
: 07.01.14
 
 

Rize Üniversitesi, Bilgisayar Programcılığı ve Teknikerliği mezunuyum. Eğitimimi Anadolu Üniversi..