Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '11

 
Kategori
Felsefe
 

Buram buram korku....

Buram buram korku....
 

"Korkularım var biliyorsun Biliyorsun yaşamım dört duvar..."


*Size, bu odanın alacakaranlığından, okyanusundan, beni boğan dalgalarından,  

Tenimde kalan tuzdan ve yastıklarda kuruyan gözyaşından hiç bahsetmedim.  

Size,  

Nasılsın diyerek başlayan telefonlarınıza (garip, tuhaf aslında) 

Beyaz bembeyaz tabiatımla, "iyiyim" diyorum. 

Yani aslında korkuyorum.  

Bütün bunlar kıyamet, bütün bunlar cinnet, bütün bunlar cinayet demeye,  

Bir daha düzeltilemeyecek sözler söylemeye korkuyorum. 

Zaman ne kadar yaralıyor insanı, ne çok duygusunu alıp götürüyor. 

Her şey sanki pamuk ipliğiyle bağlı insana, zaman geçiyor ip geriliyor ve sonunda koparıyor bütün bağlarını. Önce tutunmaya çalışıyorsun, düştüğün yerden kalkmaya yaralarını sarmaya gayret gösteriyorsun. Senin bile aklının alamayacağı kadar büyük bir güçle sarılıyorsun. Bütün niyetin yitip gidenleri bulmak, onarmak kendini, yaralarını sarmak. Verdiğin çabayla birazını geri kazanıyorsun, “ne güzel, yapabiliyorum” diyorsun. Yalnız olabiliyorum, ben kendime yeterim lafları geziniyor beyninin içinde. Geçiyor anlar, zamanlar, günler, aylar… Farkında olmadan, ama bir tarafında bunu içten içe isteyerek duvarlar örüyorsun içinde. Zaman da duvarlarının sağlamlaşmasında üzerine düşen görevi iyi yapıyor. Bu arada sen geziniyorsun etrafta, ben güçlüyüm naraları atarak. Gücünü yalnızlığından ve korkularından aldığının farkında olmayarak, zafer sarhoşluğuyla, koşuşturuyorsun. Büyük korkular büyütüyorsun içinde, dar kalıplara sıkışıyorsun. Zamanla o kadar sağlam oluyor ki duvarın ne duygun çıkabiliyor dışarıya, ne duygu girmesine izin veriyorsun içeriye. Bu durum huzursuz etmiyor seni, hani sözde çok iyi ve güçlü hissediyorsun ya kendini, hani böyle zarar görmeyeceğin inancı var ya içinde. 

Sonra… 

Günün birinde karşına birisi dikiliveriyor ve gizlendiğin yere kadar iniyor sezdirmeden. Önce çok kurcalamadan ufak ufak işliyor seni, bu arada sen gelecek tehlikenin farkında bile değilsin. Hala neyle cebelleşiyorsan? Korkma diyor karşındaki sana, buram buram korku kokuyorsun diyor. Önce kabul etmiyorsun söylenenleri, hatta çoğu zaman dinlemekten bile kaçıyorsun. Sonra “ korkularımın olması iyi onlar olmazsa duygularımı da yitiririm” gibi kendince mantıklı savunmalar yapıyorsun, ama nafile bunlar sen de biliyorsun. Sende biliyorsun ki yitirdiklerini kazanamayacaksın artık. İçinde beslediğin korkular, ördüğün duvarlar sadece seni sığlaştıracak. Issız kalacaksın, yorgun kalacaksın, sen kalacaksın, bir tek sen… 

Durup düşünme zamanıdır artık, silkelenip kendini bulma zamanı. Yitirdiklerini umma hayattan, bekleme artık birilerini. Yaralarını sardın işte, çoğu da kabuk bağladı zaten. Susma artık, yargılanmaktan korkma. Sen çığlık atarcasına konuş, sustuğun yere kadar dinleyecek biri gelir elbette. O eski hikaye bitsin artık. Bak; 

“Hayat kısa, kuşlar uçuyor.” Cemal Süreya 

* Birhan Keskin: Kaktüs and Teksas 

http://www.youtube.com/watch?v=nIODYQxXues 

 
Toplam blog
: 3
: 691
Kayıt tarihi
: 16.10.10
 
 

82 yılının bir sonbahar ayında, güneşin doğuşunun en güzel izlendiği bir şehirde gelmişim dünyaya. İ..