Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '13

 
Kategori
Söyleşi
 

Fırat Budacı/ Uykusuz ile söyleşi

Siz benim ilham aldığım yazarlardan birisiniz. Ayrıntılara o kadar güzel şekil veriyorsunuz ki bu da her kalemin yapabileceği bir şey değil. Sizin ilham kaynağınız nedir? 

Teşekkür ederim. Belirgin bir kaynak yok. İlham kaynağı değil de yazıların çıkış noktası demek daha doğru geliyor bana. Basit bir çıkış noktası üzerinden çoğu zaman tamamen kurguyla ilerliyor yazılar. Duyduğum bir cümle, günlük hayatta şahit olduğum bir durum, arkadaş ve evlilik ilişkilerim ya da bir gazete haberi yazılar için çıkış noktası olabiliyor. Sonrası bildiğiniz sallama ya da daha artistik ifadesiyle kurgu…

Diş hekimi olduğunuzu biliyoruz ama ben bunu öğrenene kadar aslında bir psikolog olduğunuzu bile düşündüm peki kendinize en yakın hangi kimliği görüyorsunuz? Diş hekimliğini mi? Yazarlığı mı?

Diş hekimliğini seviyorum ama yorucu… Sadece yazıyor olmayı isterdim ama diş hekimliğini bıraksam tüm hayatımı yazmaya ayıracak kadar da iddialı değilim. Zaten kişiliğim de hayatımı tek bir şeye adamaya pek müsait değil maalesef. İki kimliği beraber idare etmek ve onların da beni idare etmesine alıştım. Kimliklerimle yuvarlanıp gidiyorum…

Ben sizi bildiğimden beri UYKUSUZ’ dasınız öncesinden biraz bahseder misiniz?

Mizah camiasında Uykusuz dışında geçmişim yok. Uykusuz’dan önce iki sene kadar gazetelerin kitap eklerinde yazdım. Onun öncesi, üniversite zamanları bir iki fanzin dergide bir şeyler yaptım. Bütün bu  geçmişe hep diş hekimliği eşlik etti.

Mizah yazmak eğlenceli bir şey fakat yazının sürükleyiciliğini korumak biraz zor,siz bunu gayet iyi başarıp muazzam bir de kelime hazinesi kullanıyorsunuz, hayranı olduğunuz yazarlar kimler ve en son okuduğunuz kitap nedir?

Sevdiğim yazarlar yıllar içinde değişkenlik gösterdi. Üniversite zamanları Oğuz Atay, Tezer Özlü, Yusuf Atılgan, İhsan Oktay, Latife Tekin, Bilge Karasu, Leyla Erbil, İkinci Yeni şairleri gibi yerli yazarların yanında özelikle Rus edebiyatının bilinen klasik yazarlarını hayranlıkla okuyordum. Sonrasında sevdiğim yazarlar listesi, Philip Roth, John Fante, Salinger, Saroyan, Edward Albee, Joseph Heller gibi isimlerle genişledi. Zaman içinde yalın, anlatırken kelimeleri kırbaçlamayan, betimlemeleri gözüme sokmayan, gündelik dille yazanları daha çok sevmeye başladığımı söyleyebilirim. Şu aralar, John Kennedy Toole’un Alıklar Birliğini okuyorum. Tavsiye ederim.

Bir röportajınızda “SÖZLÜK HEPİMİZİ YENER” demiştiniz :) mevcut entrylere şöyle bir baktım da ben olsam ne yazardım diye de düşündüm hatta aklıma ilk şu geldi:

“Don Kişot’ u okumayıp okudum diyen herkesten biri”  gerçekten DON KİŞOT’ u okumadınız mı? Ben okudum(?) da :)

Evet, sözlük hakkında bir soru sorulmuştu, ayrıntılı fikir belirtmek yorucu geldiğinden yuvarlamışım cevabı. Don Kişot’a iki defa başlamama rağmen bitiremedim, ama “okudun mu?” sorularına “okudum” demeyi de ihmal etmedim.

Şunu da sormak istiyorum; okumayı ve yazmayı seven kişiler kategorisinde olarak siz de kitaptan uyarlanan filmleri daha çok seven ve tercih eden izleyicilerden misiniz? Öyle ise en son hangi uyarlama filmi keyifle izlediniz?

Sinema benim çok zayıf olduğum bir alan. Az bilgiyle konuşacak olursam; roman uyarlamalarını seyrederken, eğer öncesinde roman okunmuşsa insanın üzerine “olmamış” gibi bir ukelalık çöküyor. Ben çoğu zaman, romanı sahiplenip filme bok atanlar grubundayım. Romandan film uyarlaması kolay değil. Sanırım bu yüzden roman uyarlamaları ortalama film süresi olan doksan dakikanın üzerinde oluyor. Romanın kendi ritmini, iç sesini, gel gitlerini falan filmde vermek kolay değil. Anayurt Oteli böyleydi mesela. Roman akıyordu ama film duruyordu. Tabi bunun yanında “İhtiyarlara Yer Yok” gibi çok başarılı uyarlamalar da var.  Bir de romanı okumadan direk filmi seyrederek hazır kültüre konma durumu var. Mesela yakınlarda, romanını okumadığım “Ejderha Dövmeli Kızı” seyredip patlamış mısır yiye yiye kültürümü almış oldum. Sanırım sorduğunuz soruyu bırakıp başka şeyler anlatmaya başladım. Soruya dönersek, en son izlediğim uyarlama Hobbit.

Yazılarınızda benim özellikle dikkat ettiğim şeylerden biri de temiz bir Türkçe kullanmanız ki bu bizim dergimizin de ilkelerinden biridir. Yeni dönem yazar çizerleri düşününce bu tutumunuz bir hazinedir bence.Ortalıkta amerikan esprilerinin rağbet gördüğü konuşuluyorken sizce Türkler espri işinde nasıl, mesela Hababam Sınıfı serilerinin halen ve her izlendiğinde izleyiciyi güldürmesinin sebebi nedir?

Konu mizah yazarlığı olduğunda Türkçeyi sallamama gibi bir durum var. Yayımlanan işlerde değil de mesela eleştirmem için bana gönderilen yazıların genelinde bu var. Bu durum aslında mizah yazısı yazmanın edebi kriterlerin dışında olduğu algısından kaynaklanıyor. Daha önce yazıyla uğraşmamış, ama çevresi tarafından komik olduğu tescillenmiş kişi, bilgisayarın başına oturup komik olduğunu düşündüğü bir macerasını direkt anlatmaya başlayabiliyor. Bu tip yazılar, nedense başta otobüs olmak üzere toplu taşıma araçlarında geçiyor. Bir otobüs dolusu insanı komik tespitlere boğarak, ama virgülü, büyük harfi hiç sallamadan aklına geldiği gibi yazıyor. Hababam Sınıfı ya da eski filmlerin güldürme sebebi hep “samimiyet” olarak söylenir. Tam bilmiyorum, samimi olmaları, başarılı bir şekilde durum mizahı üretmeleri ve seyrederken insanı yormamaları bu filmleri sevilir kılıyor herhalde.

Gerek çizerken gerek yazarken kısacası yazar ve çizerlerin mizah yaparken kullandığı küfürlere sizin bakış açınız nedir?

Ben pek küfür kullanmıyorum. Ama işlevsiz değilse, espriye günlük dile oturduğu kadar rahat oturuyorsa kullanılabilir.

İlgi ve merakla takip ettiğiniz mizah yazar ve çizerleri kimler? 

İsimleri ön plan çıkarmak olmaz, çoğu arkadaşım benim. Bizim derginin hemen hepsi iyidir. Penguende de zaten kült olmuş isimlerin dışında iyi çizerler var.

Düzenlenen imza günlerinizde mutlaka beklediğiniz ilgiyi görüyorsunuz, hayranlarınızın ilgisi size nasıl hissettiriyor ve bir gün mümkün değil ama imza gününüzde bir gün kimsenin sizin yanınıza gelmemesi ne hissetirir?

İmza günlerine çok yoğun katılım oluyor. İmza günleri çok yorucudur, ama yapılan işin somut bir karşılığı olduğunu görmek açısından da güzeldir. İmza günlerinde yan yana oturduğumuz ve kitap dışında topluca poster falan da imzaladığımız için teknik olarak yalnız kalmak zor. Ama kitap imzalatmak için kimse gelmezse herhalde moralim bozulur. Bu moral bozukluğunu “bitmiş bu iş” duygusuyla büyütüp depresyona geçiş yapmam da mümkün. İşler o raddeye varmadan bırakmak dileğiyle…

 

 

Kitap daha yeni çıktı. Şimdilik yeni bir şey yok. İmza günleri devam ediyor, bu ay içinde İzmir Kitap Fuarı’nda olacağız.

Son olarak, benim gibi, sayenizde, mizah yazmaya gönül vermiş kalemlere söylemek istediğiniz ya da vermek istediğiniz bir tüyo var mıdır?

Rahat ve doğal yazmak gerekiyor. Rahat yazmayı imlasız, aklına geldiği gibi yazmak anlamında söylemiyorum. Bir de espri patlatmaya çalışmamak lazım, mizah yazının doğal akışına uygun olmalı. Akla geleni yazıya sıkıştırmak ya da yazının bir yerine adapte etmeye çalışmak akışı bozabiliyor. Klişeden, eski tip mizahtan her zaman kaçmak lazım.

Bu keyifli söyleşi için tekrar tekrar teşekkür ederim(kendim ve tüm ütopyalılar adına).

Ben de teşekkür ederim. Kolay gelsin.

 
Toplam blog
: 80
: 1765
Kayıt tarihi
: 14.05.07
 
 

1975 ANKARA DOĞUMLUYUM, 15 YAŞIMDAN BERİ YAZARIM(yazmak fiilinin geniş zamanlı kullanımıyla) evli..