Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Geçmiş bahar olur ki...

Geçmiş bahar olur ki...
 

"Manyak tomiiiiiz"

Nerden çıktığını bilemediğim bir çocuk karşımda duruyor. Yüzünde muzip bir gülümseme. Belli kendine oyun arıyor. Ve gözüne beni kestirmiş. Nedense?

"Ne?" diyorum çocuğa. "Manyak tomiiiiz" diye aynı tonda tekrarlıyor. Manyak bölümünü anladım da bu tomiz ne anlama geliyor merak ediyorum. Mayıs güneşi, Marquez satırları, toprak ve portakal çiçeklerinden oluşmuş sessiz huzurlu cumartesi günümün dört yaşında bir veletin incecik sesiyle başka bir şeye dönüşmesine fena bozuluyorum.

Çocuk Oğuz Aral'ın Avni'sinin kanlı canlı hali gibi. Aynı kepçe kulaklar, aynı fırlak dişler ve aynı muzip yüz ifadesi. Başımı yeniden kitaba çeviriyorum. Sessiz huzurlu bir güne ihtiyacım var. Onunla ilgilenmediğimi görünce o incecik ses yeniden kulaklarımı tırmalıyor. "Manyak tomiiiiiiiiiiiz" Bu kez daha da yükseltiyor sesini. "Evine git" diyorum başımı kaldırmadan. Sesinin yetmediğini gören ufaklık sokakta bulduğu bir odun parçasını fırlatıyor kafama.

"Çocuğum git arkadaşlarınla oyna" diyorum hiç sinirlenmeden. Cevap elbette "Manyak tomiz" oluyor. Tövbe yarabbim tövbeee. Yüzünde benimle oynamakta ısrarlı olduğunu gösteren bir gülümseme var. İyi ama bu çocukla nasıl bir oyun oynayabilirim. Bunu gerçekten bilemiyorum.

Ona bakıyorum, o da bana. "Oyun mu istiyorsun?" diyorum. Ses yok. Yerimden kalkıyorum. Çocuk deliler gibi kaçmaya başlıyor. Anlaşıldı istediği oyun, O kaçacak ben kovalayacağım. Küçük bacaklar kendisinden umulmadık bir hızda koşuyor. Ben de ağır ağır peşinden. Arada bir arkasına dönüp bağırıyor: "Manyak tomiz, manyak tomiz" Farketti özellikle yavaş koştuğumu beni kışkırtmaya çalışıyor.

Ona istediğini vereyim diyorum ve hızlanıyorum. Pantolonunun arkasından yakalıyorum. Deliler gibi çırpınıyor. Kıkırdayıp duruyor. Şimdi ben bu çocuğu bacaklarından tutup ters çevirsem eminim ayaklarımla "manyak tomiz" diye alay edecek. Ne yapmalı bu çocuğu şimdi? Elimde çırpınıp duruyor. Sıska kollarından tutup kendime çeviriyorum yüzünü. Bu çocukta insanı kahkahalarla güldürecek birşeyler var. Avni'ye benzediği için mi?

Elimden kaçıp kurtuluyor. Yan taraftaki eve doğru koşuyor. Annesi orada olmalı. Ben huzurlu mayıs günüme geri dönüyorum. Marquez'in satırlarının tadına, toprağın kokusuna, güneşin ılıklığına... Satırlar akıp gidiyor. Hem günün bu kadar nefes nefes farkında olup hem de satırların arasında kaybolmuş olmak çok tuhaf bir duygu. Durup düşününce farkına varıyorum.

Üzerimde bir çift göz hissediyorum. "Allahım yine mi?" Avni oyuna doyamamış olacak ki yeniden karşımda beliriyor. Bu sefer ki ses tonu daha değişik. Ağır ve işveli bir edayla "Maaaaanyaaaaak tooooomiiiiiz, maaaaaanyaaaak tomiiiiiiiz"

"Kovalamaca mı oynamak istiyorsun?" diyorum. Başını sallıyor. "Ya ben oynamak istemiyorsam?" diyorum. Yüzündeki gülümseme kayboluyor. "Buraya gel" diyorum. Duruyor. Kararsız. Israr ediyorum: "Gel buraya, sana masal anlatacağım." Çekingen adımlarla bahçe kapısından giriyor. Yanıma geliyor. Gülümsüyorum. O sıska bedenini kaldırıp kucağıma oturtuyorum. Elimdeki kitabın kapağına bakıyor. "Hayır" diyorum "kitaptan okumayacağım. Bunları sen büyüyünce okursun."

Ona anneannemin anlattığı bir masalı anlatmaya başlıyorum. Kuzular ve kurtlarla ilgili bir masal bu. O da kuzu kuzu dinliyor. Bir yandan parmağımdaki yüzüğün taşını incelerken kulağı bende, biliyorum. Masalın ortasında bir yerde başını omzuma dayıyor. İçimde çok tuhaf bir yakınlık duyuyorum bu kirli suratlı çocuğa. İnsan bazen kendi kendini nasıl da şaşırtıyor. Masalı bitiriyorum. Yüzündeki o muzip ifade sanki sis gibi dağılıp gitmiş, yerini uysal huzurlu bir ifadeye bırakmış.

Birazdan bir kadın sesi geliyor uzaktan. "Kenaaaaaan Kenaaaaaan" Çocuk kucağımdan fırladığı gibi bahçe kapısından çıkıyor. Annesine doğru koşuyor. Kadın gülümseyerek bakıyor bana. "Sizin yanınızda mıydı?" diyor. Başımı sallıyorum. "Yerinde duracağı yok ki alıp başını kaçıyor sürekli." Çocuk eski muzip ifadesini yeniden yerleştiriyor yüzüne, annesi elinden tutuyor. Geldikleri yöne doğru gidiyorlar.

Tam sandalyeme oturacakken yeninden o sesi duyuyorum: "Manyaaaaak tomiiiiiiiz" Bu sefer kahkahalarıma engel olamıyorum. Yeniden bahçe duvarının yanına gidiyorum. Annesi yüzünde utangaç bir ifade ile bakıyor: Ne olur kusura bakmayın" diyor. "Önemli değil çocuk o." diyorum. Sonra sormadan edemiyorum. "Manyak dediğini anladım da bu tomiz ne demek?" Kadın gülüyor. "Domuz demek" diyor "İnanın nereden öğrendi bilmiyorum. Herhalde televizyonda duydu." Gülüyorum. Kadın ekliyor: "Ama sadece sevdiklerine söyler."

*****
Bu sabah, yağmur sonrası toprağın ve portakal çiçeklerinin kokusu ile bir masal sokağına dönüşmüş sokağa bakıyorum pencereden. Bahçenin kimsesiz hali geçmiş baharlardan belli belirsiz izler taşıyor. O boş bahçede önce usul usul sonra sanki o an yaşanıyormuş gibi kanlı canlı beliriyor "manyak tomiz" diyen bu ufaklığın muzip suratı.

Aklın en güzel armağanı bu... Geçmişte kahramanı olduğun bir filmi sonradan seyirci olarak izlemek... Ve kısacık bir zaman hayatına girmiş bir çocuğu böyle içinde sevgi duya duya anımsamak... Aklın en güzel armağanı...

Resim: http://www.deviantart.com/print/2990405/
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..