Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '15

 
Kategori
Öykü
 

Kader arkadaşım zeytin ağacı

Kader arkadaşım zeytin ağacı
 

Hayalet gibi süzülerek dış kapıya geldi. Kapı kolunu yokladıııı… Gözlerine inanamadı. Kapı, açık kalmıştı. Sokağa çıkmayalı yıllar olmuştu sanki. Bilinci her yerine geldiğinde ilk işi takvime bakmak sonrasında da hemen günlüğünü eline alıp yazmak oluyordu. Tabi önce son yazdığı günün ne zaman olduğuna bakıyordu. Bilinci öyle seyrek yerine gelmeye başlamıştı ki… Yine en son yazdığı tarihe baktı 15.08.2013 salı. Bugün ise 14.09.2013 cumartesi dedi. Atölye var. Ne yazık ki aradaki günler kayıptı. Yazma işini bitirip hazırlandı. Sokağa çıktı. Saat öğleden sonra birdi.

Akşam, annesi eve geldiğinde kapının kilitlenmemiş olduğunu görünce doğru onun odasında aldı soluğu. Nereye gitmiş olabilirdi? Düşünmekten aklını oynatabilirdi kadıncağız. Hemen sokağa fırladı. Rastgele bir yön seçip yürüdü. Mahalledekilere sordu ancak gören olmamıştı. Kimi görse soruyordu. Saatlerce aradı kızını. Hiçbir iz bulamadı. Eve döndü ve tekrar kızının odasına daldı. Çekmeceleri kurcaladı. Günlüğünü buldu. Kilitliydi ve anahtarı yoktu ortada. Defterin kilidini kırıp açtı. En son sayfaya baktı, yazılanlara... Bugünün tarihi ve saati yazıyordu. Altında da şunlar:

    “Sevgili Günlük,

Seninle son buluşmamızın üzerinden epeyce zaman geçmiş. Artık seninle de seyrek buluşur olduk. Sana günlük değil de başka bir ad bulmalıyım diye düşünmeye başladım. Tabii, aklım yerine geri geldiğinde. Burada gülen yüz yapmak isterdim Sevgili Günlük, ancak bu hâlimin hiç gülünecek yanı yok, beni son derece üzüyor bu durumum. Sen, aldırma bana! Of! Sanki canlısın da… Saçmalıyorum.”

Kadın, kızının hafızasının bugün geri geldiğini anladı. “Peki ama, nereye gider bu kız?” diye düşünmeye başladı. Defteri kaldığı yerden okumaya devam etti.

“Korkarım saçmalamaya devam edeceğim. Bilinçli olarak saçmalamayı özlemişim biliyor musun? Bana katlanabilen bir sen vardın. Hım, birde Zeytin Ağacım. Kader arkadaşın…” Kadının gözleri doldu bu satırları okuyunca. Kolay değildi genç yaşta bunama hastalığına yakalanmak. İçi acıdı. Son paragrafa baktı kadın, “Aman Tanrım!” dedi. Şöyle diyordu son paragrafta kızı: “Açılır sokak kapıları, mahallenin çıkmazına. Felç, insanın yüzüne vurulan ağır bir tokattır iş çıkışında; yüzünde şaklayan... Marketten alınmış bir bebektir ninni, çalışma masasının önünde uyuklayan. Anne sesidir, yemeği hazır diyen sofraya toplayan. Hep o güzel anne sesidir pek çok evde, dağılıp giden evlere inat; bazen babalardır bazen büyükannelerdir bazen büyük babalardır, onu titrek hâlde söyleyen içinden taşan hüzünlerle. Mavi tahta sandalyelere oturtulan boşluktur masada, kayıplar. Zaman, bir çocuğun tahta atında sallanır. Tak tuk tak tuk... Belki yan odada sevişen anne ve babadır zamanın gürültüsü, karyola sesinde. Gacur gucur... Belki çiğnenip patlatılan sakızdır, zaman. Ve hayat, ayna karşısında düzene sokulmak, şekil verilmek istenen saçlardır, bir türlü beğenmediğimiz gençliğimizden beri. Şefkât, özenle sürülmüş tereyağıdır ekmeklerimize; şimdi stres sürüyor her süren ekmeğine... Can sıkıntısı, davetsiz misafirdir eli zile yapışmış ve sabırsızdır olabildiğince...  Huzur, sarma sigara gibidir biraz tükürüklenmiş yanında kahvesiz ve sevgilisiz asla iyi gitmeyen... Aşk, bir çocuğun elindeki oyun hamurudur renkli ve şekilsiz biraz... Çabalayınca biraz olsun şekillenen. İş hayatı, masa başında sancılı bir şairdir kahve fincanında bazen çay bardağında. Ve çocukluk, önce bahçede unutulmuş sonra paramparça edilmiş bir tahta attır; zamanı sallayan... Vefa, vedalaşılan komşulardır arkadan bir tas su döken... Suyun serpilişiyle birlikte yola saçılan, yapışan anılardır. Sonra uçup buharlaşan... Güven, bir hazinedir, kazanılması ve bulunması güç olan... Kaybettikten sonra nirvanadır ... Paylaşmaktır biraz... Hayaller, her zaman varılacak yere en önce, en önde gidendir. Düşünce, peş peşe içilen sigaradır; duman duman. İlgi, kesilen tırnaktır koparıp atar yürekteki sevgileri kesildiğinde. Sapkınlık, bozulan çekmecedir; bir türlü rayına oturmayan zihinlerde ne topluma ayak uydurabilir ne kendisine... Sabır, bardaktan taşan sudur; gittikçe çevreye dağılan, yayılan... İntikam, hınçla kaldırılan elin çaresizlik içinde, hırslı ve titrek bir şekilde,  sarılmaktır boğazına düşmanın... Hastalık, karanlık bir kuyudur gittikçe içine çeken. Hafıza kaybı, geçmişinden kopmak, bilinmezliklerle boğuşmaktır. ” Kızının yazısındaki güzellik ve onun algısındaki gerçeklik kadını dehşete düşürmüştü. Bir kere daha kıvrandı acıyla. İsyan etmek yerine son cümleleri okumaya devam etti. “Biliyor musun, Sevgili Günlük? Nereden bileceksin! Bu hastalık seni tehdit etmiyor ki bilesin. Öyle zor ki... Bunu anlatacak sözleri seçmekte zorlanıyorum. Bugün, şiir ve dil atölyemiz var. Hazır aklım başımdayken arkadaşlarımı göreyim istiyorum. Kader arkadaşına selam söylerim senden, merak etme. Akşama görüşürüz diyesim var. Var da… Akşama ben bende olur muyum, bilmiyorum. Akşam, ben ve aklım bir bütün olarak gelmezsek ilk buluştuğumuz anda onunla, yani aklımla, sana olanı biteni anlatırım. Yine de görüşmek dileğiyle… Hoşça kal Sevgili Günlük.”

Kadın, hayıflandı kendine, “Tüh! Nasıl da düşünemedim. Bu, kız arkadaşlarının yanına gitti.”

       O sırada, kız kendisini her zaman rahat hissettiği, Ziya Gökâlp Kültür Merkezi'nin bahçesindeki zeytin ağacının gölgesinde kaldırıma oturmuş ağaçla konuşmaya başlamıştı, “Evet, kavuştuk zeytin ağacım. Yanındayım. Mutlu gölgene sığındım. Bir zamanlar arkadaşlarımla burada atölye öncesi erken gelip toplanırdık (Bugün de erken gelirler mi acaba?). O zamanlar sana şu sözleri yazmıştım:

 “...dinlerdi bizi her zaman zeytin ağacı
  içindeki barış ruhunu üflerdi yüzümüze
  uzatıp başını can kulağıyla dinlerdi sözlerimizi
  şiirlerimize iki dize de o eklerdi huzurlu gölgesinden
  nazlı nazlı salınan yapraklarıyla
  rüzgârla dans ederken harflerimiz
  aydınlık, barış ve gölgeli şiire...” Sevindin mi zeytin ağacım sana yazdıklarımı paylaşmama? Ne yazık ki aklımda bu kadarı kaldı. Düşüncelerinde yer alan sokağa uzattı başını... Kendisinden başka zeytin ağacı ve gidenlerin gölgeleri vardı, içsel konuşmasına devam etti aldırmadan.

Vedalaştı zeytin ağacıyla.

Şubat-Haziran 2013, İzmir
İlknur Karacasu

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 12
: 109
Kayıt tarihi
: 02.09.09
 
 

İzmir doğumluyum. İzmir'de yaşıyorum. Yazı yazmayı çocukluğumdan beri çok severim. Kağıt ve kalem..