Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '14

 
Kategori
Uzay
 

Kara delikler, ak delikler, Pulsar ve Tarık

Kara delikler, ak delikler, Pulsar ve Tarık
 

Günümüzde pek çoğumuzun hakkında bilgi sahibi olduğu ya da bir yerlerden kulağımıza çalınmış bir konudur kara delikler. Bu konuda çok kimse de derinlemesine bilgi sahibi değildir aslında. Haklarında pek çok soru sorulabilir. Sanıldıkları kadar kara mıdırlar? İçine düşenlerin asla çıkamayacağı birer dipsiz kuyu mudurlar? Yoksa onların da bir arka kapıları var mıdır? İşte tüm bu soruların cevaplarını arayacağız bu başlık altında. Gerçi yıllardır pek çok bilim insanının zihnini meşgul eden konular olsa da biz de kendi açımızdan ve Kuran-ı Kerim boyutundan olaya bakalım isterseniz.

Öncelikle bir kara delik nasıl oluşur bunu değerlendirelim. Bunun için gereken ilk şey ömrünün sonuna yaklaşmış bir yıldız olacaktır. Ömrünü tamamlayan yıldızımız artık yavaş yavaş kendi üzerine çökmeye başlar ki bu duruma ''Entropi'' denilmektedir. Kendi üzerine çökme terimini açıklamak gerekirse, yıldızımız yaşlı olduğundan çekirdeğinin yani tam ortasındaki içi katı dışı alevden topun dışarıya doğru yaptığı basınca karşı koyamaz -Bunu yaşlı bir insanın vücut direncini kaybetmesine benzetebiliriz aslında.- ve yavaş yavaş şişmeye başlar. Kabuğundan püsküren helyum onun kırmızı bir renk almasına neden olur ki bu evreye ''Kırımız Dev'' evresi adı verilir. Bir süre bu kırımızı dev evresinde kalan yıldızımız yavaş yavaş soğumaya başlayacak ve biraz küçülecektir. Kırmızı rengi soluklaşacak ve bir müddet daha bu halini muhafaza edecektir. Fakat çekirdek son bir reaksiyonla ve daha güçlü olarak yeniden bastıracak bununla birlikte yıldızımız da kırmız dev evresindekinden daha büyük ve daha kırmızı bir yapıya bürünerek ''Süper Kırmızı Dev'' halini alacaktır. İşte bu aşamadan sonra yıldızımızın bir kara deliğe dönüşüp dönüşmeyeceği bazı şartlara bağlıdır ki bunlardan en önemlisi yıldızımızın büyüklüğüdür. Örneğin bizim güneşimiz büyüklüğünde bir yıldız süper kırmızı deve dönüştükten sonra muhtemelen bir kara deliğe dönüşemeden soğuyacak ve daha da küçülerek ''Beyaz Cüce'' adı verilen soğuk, kararlı bir gezegen halini alacaktır. Beyaz cüceler yoğunluğu muazzam miktarda fazla olan fakat herhangi bir hayat belirtisi bulunmayan hayalet gezegenlerdir. Peki süper kırmız dev evresindeki yıldızımız bizim güneşimizden kat kat daha büyük bir kütleye sahip olsaydı ne olurdu. O zaman sonuç korkunç bir patlama ile neticelenirdi ki bunun adına ''Süper Nova'' denilmektedir. İşte bu patlama uzay-zamanda öyle bir delik açardı ki bu delikten ışık dahi kaçamazdı. Yani ışık hızında seyahat edebilen bir uzay aracınız olsa dahi bu karanlık deliğin sizi yutmasına engel olamaz ve onun çekim gücünden kendinizi kurtaramazdınız.

Şu soruyu sorabiliriz kendimize. Acaba kara delikler ne işe yarıyor? Kuran-ı Kerimde:

''O, yedi göğü kat kat yaratandır. Rahman'ın yaratmasında hiç bir kusur bulamazsınız. Gözünü çevir de bir bak hiçbir eğrilik görüyor musun?'' (Mülk 3) Buyrulmaktadır.

Allah (C.C.) bu ayette çıplak gözle uzaya bakıldığında herhangi bir eğrilik görülemeyeceğinden bahsetmektedir. Gerçekten de öyledir. Gündüz vakti veyahutta geceleyin gökyüzünü izleyen bir kimse gözünü rahatsız edecek hiçbir kusura rastlayamaz. Bu Allah (C.C.)’ın kusursuz yaratmasıdır. Lakin bu ayette bir alt mana da gizleniyor olabilir ki o da şöyledir: “Uzayı incelersen orada bir takım, çıplak gözle görülemeyecek eğrilikler bulabilirsin.”

Uzay ve zaman kavramları birbirlerine bağımlı kavramlardır ve karadelikler gibi çok kuvvetli vakum noktaları uzay zamanı eğebilir ve hatta onu yırtarak tüm ışığı yutabilir. Peki ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulmuştur. Biz bilmekteyiz ki hiçbir varlık sebepsiz ve gereksiz yere yaratılmamıştır.   O halde kara delikler de boşuna yaratılmamışlardır. Onların da bir vazifesi olmalıdır. İşte bu vazifelerden bir tanesi şudur. Güneş sistemimizi düşünürsek gezegenleri bir arada tutan güneşimiz olmasaydı güneş sistemi diye bir şey de olmazdı. Yani güneşin etrafında dönen gezegenler güneşin çekim kuvveti sayesinde yörüngelerinde stabil bir biçimde hareket etmektedirler. Eğer bu çekim kuvveti biraz daha fazla ya da az olsaydı ya bütün bu gezegenler güneşe doğru çekilir ve önce sıcaklık nedeniyle kavrulup ardından da çarpışma sonucu yok olurlar ya da güneşten hızla uzaklaşarak onun çekim etkisinden çıkar ve uzayın boşluğuna savrulurlardı. Yaratan o kadar güzel bir denge kurmuştur ki bu denge sayesinde her şey olması gereken yerde ve olması gereken mesafede bulunmaktadır. Tıpkı bizim güneş sistemimiz gibi evrende başka sistemler de vardır. Bu sistemlerden oldukça büyük olanlarına  “Gök Adalar veya Galaksiler” denmektedir. Milyarlarca gezegen ve yıldızın bir araya gelerek oluşturdukları sistemlerdir bunlar. Bizim güneş sistemimizde dokuz ya da daha fazla gezegen bulunmaktayken bir gök adada milyarlarca gezegen ve yıldız bulunabilir. İşte bu kadar yıldız ve gezegeni bir arada tutmak ve bir yörüngede hareket etmelerini sağlamak için de bu gök adaların merkezlerinde duran ve muazzam çekim gücüne sahip olan bir cisme ihtiyaç vardır ki işte böyle bir güce sahip olan bu cisme adı ''Süper Kara Delik'' adı verilmektedir. Bizim de içinde bulunduğumuz samanyolu galaksisinin de merkezinde böyle bir karadelik olduğu tahmin edilmektedir. M87 adlı dev gök adanın merkezindeki kara deliğin oluşumuna sebep olan güneşin kütlesinin ise bizim güneşimizin kütlesinden milyarlarca kat fazla olduğu tahmin edilmektedir.

Kuran-ı Kerimde Yine Zülkarneyn Aleyhisselam'dan söz edilen ayetlerde kara deliğe işaret eden bir takım ifadeler olduğu düşünülmektedir. Ayetin mealine bakacak olursak:

''En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman; onu kara bir suda (balçık da) batıyor halde buldu. Zülkarneyn, onlara azap da edebilirsin, iyi muamele de edebilirsin, dedik'' (Kehf 86)

Buradaki ''Kara su veya kara balçığa batmak'' ifadelerini bazı düşünür ve yazarlar, günümüz verileriyle yorumladıklarında Zülkarneyn Aleyhisselam'ın güneşleri bir kara deliğe doğru çekilmekte olan kavme yardıma gittiği şeklinde çıkarımlarda bulunmuşlardır. Tabi ki en doğrusunu Allah(C.C.) bilmektedir. Lakin bu fikir aslında hiç de yabana atılabilir cinsten değildir çünkü eğer siz bir güneşin kara deliğe doğru çekilmekte olduğunu güvenli bir mesafeden izleyen bir gözlemci olsaydınız gerçekten de onun kara bir suya veya balçığa saplanmakta olduğunu zannedebilirdiniz. Bunun nedeni ise, ünlü bilim insanı S. Hawking’in de belirttiği gibi; kara deliğe doğru çekilen bir cisim birden bire kara deliğin içerisine bir bütün olarak batmayacak aksine önce cismin alt kısmı adeta bir lastik gibi uzayarak kara deliğin içerisine girecek ve sonrada kalan kısmı kara deliğe gömülecektir. Bu da tıpkı karanlık bir deniz kenarında güneşin batmasını seyreden bir insanın gözlemlerine benzer olacaktır.

Karadelikler halen bizim için gizemini korusa da onların uzayın önemli bir parçası olduğunun farkındayız. Evet onları teleskoplarımızla gözlemleyemeyiz belki ama mevcudiyetlerini çevrelerine uyguladıkları etkiler neticesinde algılayabiliriz.  Yani karadeliklerin kendilerini olmasa bile yerlerini gözlemleyebiliriz. Burada “yerlerini” kelimesine dikkatinizi çekmek istiyorum ki aşağıda bu konuya ayrıntılı değineceğim. Düşünün bir boşluğun etrafında dönen onlarca gökcismi tespit ettiğinizi ve ortasında onların etrafında dönmelerini sağlayacak bir cisim olmadığını. İşte bu bize karadeliğin yerini işaret etmektedir. Yani kısacası olması gereken yerde olmayan bir yıldızdır karadelik.

Vakıa suresinde Allah (C.C.) şu dikkat çekici ifadeleri kullanmaktadır:

“Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz bu büyük bir yemindir.” (Vakıa 75-76)

Dikkat edileceği üzere bu ayette Allah (C.C.) yıldızlara değil yıldızların yerlerine yemin etmektedir. Bu konuya kısaca değinmek gerekirse; daha önce orada olan bir yıldız kaybolduğunda yada başka bir deyişle “ışığı söndürüldüğünde” yıldızın yerinde bir boşluk oluşur ama bu boşluk alelade bir boşluk değildir elbette. Bu boşluğun gizemi gerçekten de üzerine yemin edilecek kadar büyüktür çünkü. Konu üzerinde detaylı araştırma yapmamız istenmiş olmalıdır ki bu yeminin önemini kavrayabilmemiz için bilgi seviyemizi artırmamız gerektiği de vurgulanmıştır. Burada bir tek yıldızdan değil çok sayıda yıldızdan söz edildiği için yıldızların yeri ifadesi kullanılmaktadır. Arapçada mevkii kelimesinin karşılığı olarak yer, alan, bölge kelimeleri tercih edilebilir. Bir yıldız öldüğünde kendisi belki görünürlükten kaybolur fakat yok olduğu yerde öyle bir bölge yada alan meydana getirir ki işte bu manyetik çekimsel alandan ışık dahi kaçamaz. Allah (C.C.)’ın üzerine dikkat çektiği alan işte bu alan olmalıdır. Yine bir başka ayette yıldızlarla ilgili şöyle bir ifade kullanılmaktadır :

“Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman.” (Mürselat-8)

Bütün yıldızlar ışık yayarlar ve biz onları yaydıkları bu ışık sayesinde görebiliriz. Bir yıldızın artık ışık yaymaması için ancak bir süpernova patlaması neticesinde ortadan kaybolması gerekmektedir. Bu patlama o kadar kuvvetli bir patlamadır ki uzay zamanda bir delik meydana getirir ki bu deliğe de karadelik adı verilmektedir. Yüce Allah (C.C.) Kur’an da bu konulara değinerek insanoğlunun bir gün buraları da araştırması ve belki de buralardan faydalanmasını arzu etmiş olabilir.

Karadeliklerle ilgili önemli bir diğer konu da tekilliktir. Karadeliği bir huniye benzetebiliriz. Olay ufku bu huninin geniş olan kısmıdır ve bildiğimiz uzay-zaman düzleminin üzerinde bulunmaktadır. Huninin ağzı huninin sonuna doğru daralarak ilerler ki işte bu son noktaya da tekillik adını vermekteyiz. Huninin ağzından başlayarak aşağıya doru inen paralel çizgiler tekillik noktasında birleşirler. Teorilere göre tekillik noktasında bildiğimiz fizik kuralları hükmünü yitirir. Bu noktada maddenin ne kütlesi ne de bir hacmi vardır. Madde hem yokluktadır hem de sonsuz yoğundur.

Albert Einstein’ın kurt delikleri teorisinden hareketle bazı bilim insanları tekilliğin, iki karadeliğin birleşme noktası olduğunu ileri sürmüş ve bunu adeta bir kum saatine benzetmişlerdir. Tekillikleri, farklı evrenleri birbirlerine bağlayan köprüler veya kapılar olarak betimleyen bilim insanları da mevcuttur. Burada kapılar sözcüğü önem arz etmektedir çünkü yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de de buna benzer ifadelere yer verilmektedir. Örneğin Nebe suresinin 19. Ayeti kerimesinde Allah (C.C.):

 “O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur” (Nebe-19) buyurmaktadır.

Burada pek tabi ki kıyamet hadisesinden bahsetmektedir fakat Kur’an çok boyutlu bir kitaptır ve O’ndaki ayetleri yüzeysel incelemek ve tek boyutlu düşünmek kanımca büyük bir hata olur. Bu ayetin tahlili hususunda iki konuya dikkat etmek gerekir. Bunlardan ilki gökyüzünün açılması diğeri ise açılacak olan kapıların çoğul kullanımıdır. Kapı iki farklı bölmeyi birbirinden ayıran bir nesnedir. Kapı açıldığında bu iki bölme arasında geçiş imkanı sağlanır. Kapıların açılacak olması onların şu anda kapalı olduklarını gösterir ve eğer biz karşı tarafa geçmek istiyorsak bu kapıları açmanın bir yolunu bulmak zorundayız. Bu kapılar Einstein’ın kurt delikleri olabilir. Bunlar uzayın bir bölgesini diğerinden ayırıyor olabileceği gibi iki evren arasında bir köprü vazifesi de görüyor olabilirler. En doğrusunu Yüce Allah (C.C.) bilmektedir.

Karadelikler dipsiz birer kuyu mudur? Yoksa onların da bir arka kapıları var mıdır? Bu sorunun cevabı sanırım yine karadelikler kadar gizemli olan başka bir kavramın ardında saklıdır. ''Kuasar'lar'' Kuasarlar karadeliklerin çıkış noktaları olarak kabul edilmektedirler. Uzayın herhangi bir noktasında beliren ve içerisinden ışık saçan bu derin uzay fıskiyeleri karadeliklerin yuttukları ışık demetlerini yeniden dışarı çıkartan bir nevi geçitlerdir. En azından biz öyle düşünmekteyiz. Kuasarlara ak delikler de denilmektedir çünkü onların karadeliklerin zıttı olduğu sanılmaktadır. Karadeliklerin çekim güçleri ne kadar fazla ise kuasarların da itim güçleri o kadar fazladır. Kainatta her şeyin simetrik olduğu düşünüldüğünde zaten karadeliğin bir zıttının olması da garipsenecek bir durum değildir. Kuran-ı Kerim’de de bu simetriğe sık sık yer verildiği görülmektedir.

''Çifte ve teke andolsun'' (Fecr 3)

''O, doğunun da batının da Rabbidir. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Öyle ise  O'nu vekil edin.'' (Müzemmil 9)

Bunlar gibi pek çok ayet her şeyin simetrik yaratıldığına işaret etmektedir. Her yaratılanın mutlaka bir zıttı vardır. Bazı alimler buna Kuran'daki ikili yaklaşım ya da ikili kavram adını vermektedirler. Her şeyin en az iki olmasının açık nedeni ise yalnızca Allah (C.C.)'ın bir olmasıdır. Tek olan O'dur. O'nun dışında kalan her şey en az iki tanedir. Gece ve gündüz, cennet ve cehennem, iyi ve kötü, tatlı ve acı, yaşam ve ölüm... vb…  İlgi çekici bir başka ayette şöyledir:

‘‘Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur. Duvarda bir hücre, içinde bir kandil, kandil de bir kristal muhafaza içinde. Kristal muhafaza sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya ne de batıya ait olan bir zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı neredeyse ateş ona dokunmasa bile aydınlatacak kadar parlaktır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.’’ (Nur 35)

Bu ayette anlatılan şey bir kuasar olabilir mi. Aslında kuasarların yapısını incelediğimizde ayetle çok ilginç bağlantılar kurulabilmektedir. Şu an bilmekteyiz ki bir tek kuasarın ışığının gücü bizim samanyolu galaksimizin yaydığı ışığın gücünün yaklaşık 100 katıdır. Kuasarın şu andaki bilimsel tarifi ‘‘yıldıza benzer parlak cisim’’ olarak tanımlanmaktadır. Ayetteki incimsi parlak yıldız ifadesi de bu tanıma yakın bir ifadedir. Bizim güneşimiz gibi yıldızlar, içlerindeki yanma neticesinde ışık yayarlar. Fakat kuasarlar uzayda bulunduklarından yani oksijensiz bir ortamda olduklarından ateş olmadan,  nükleer füzyon neticesinde ışık yaymak durumundadırlar. Yine ayetteki ateş ona değmeden ışık yaymaktadır ifadesi kuasarın tanımına bire bir uyum göstermektedir. Ayetteki bir başka mucizede kuasarlar üzerinde nasa tarafından yapılan çalışmalarda keşfedilen çekimsel mercek etkisidir. Kuasarın yaydığı ışık bir galaksi tarafından yansıtılarak bu etki oluşmakta, kuasardan çıkan ışık bu etkiyle birkaç parçaya bölünerek sanki birden fazla kuasar varmış gibi farklı noktalara sirayet edebilmektedir. Bilim insanları bu etkiyi tarif ederlerken bir cam fanusun ışık üzerindeki etkisini örnek göstermişlerdir. Ayette de tıpkı bu örneğe benzer bir biçimde ışığın bir kristal muhafaza içinde bulunduğu söylenilmektedir. Bu kristal muhafaza ışığı hüzmelere ayırarak tıpkı kuasarın ışığındaki çekimsel mercek etkisi gibi birden fazla gözlemlenmesini sağlıyor olabilir. Tabi ki en doğrusunu yüce Allah(C.C.) bilmektedir. 

Kuasarların bir başka değişle ak deliklerin, karadeliklerin çıkış noktaları olduklarını kabul edersek o zaman bu iki nokta arasında yani ışığının yutulduğu karadelik ve ışığın salıverildiği ak delik arasında bir bağlantı ya da bir yol olduğu da yadsınacak bir durum değildir. İşte bu yollar da daha önce bahsettiğimiz kurt delikleri ya da sicimlerdir. Demek ki karadeliğe giren bir cisim ışık hızında evrenin bir başka bölgesinden çıkmaktadır. O zaman biz bu kara delikleri ve ak delikleri kullanabilecek daha doğrusu uzaydaki bu kanallarda ya da yollarda seyahat edebilecek araçlar geliştirebilirsek o vakit önümüzde çok önemli kapılar açılacak demektir.

Bu gün bilinen en büyük Kuasarlardan bir tanesi 3c273 Kuasarıdır. Bu Kuasar yaklaşık bir milyar gökadanın yaydığı ışığı tek başına yaymaktadır. Bu gerçekten de muazzam bir rakamdır ve insan aklının sınırlarını zorlar niteliktedir. Bir kuasarın uzay-zamanda küçük bir yırtık olduğunu varsayarsak bu yırtıktan bu kadar muazzam bir ışık kaynağının ortaya çıkması takdire şayan bir durumdur. Bunun dışında kuasarın itim kuvveti de çok büyüktür. Bir ak deliğinin kilometrelerce uzağında dahi olsanız sizi uzayın derinliğine fırlatması işten bile değildir. Aslına bakarsanız kuasarların bu itim kuvveti bile kullanılabilir. Tıpkı bir mancınık gibi uzay aracımızı uzayda istediğimiz bir koordinata herhangi bir yakıt harcaması olmadan ve ışık hızına çok yakın bir süratte ulaştırmamız mümkün olabilir fakat şu anki teknolojimizle bu, hayalden öte bir durum değildir maalesef. Aslına bakarsanız karadelikleri de bu şekilde kullanmak mümkün olabilir tabi ki farklı bir açıdan. Kuasarları uzay aracımızı fırlatmak için kullanacaksak karadelikleri de gitmek istediğimiz noktayı ayağımıza getirmek için kullanabiliriz. Nasıl mı? Bir A4 kağıdını iki boyutlu uzay-zaman düzlemimiz olarak kabul edelim. Kağıdı dik bir şekilde tutarak yukarısına B aşağısınaysa A harfi yazalım. Her iki harf arasına da düz bir çizgi çizelim. Şimdi A harfi dünyanın bulunduğu konumu B harfi ise Mars gezegeninin bulunduğu konumu ifade etsin. Bu her iki nokta arasındaki çizgi ise bizim dünyadan Marsa doğru izleyeceğimiz en kısa rota olsun. Bu mesafe yaklaşık 78 milyon kilometredir. Buna göre Mars'a ulaşmamız aylar alacaktır. Bu çizgiyi çizen kalemimizi ise uzay aracımız olarak düşünelim. Kalemimizin ucunu A noktasına yani Dünya'nın bulunduğu konuma yerleştirelim ve rotamızı takip ederek B noktasına doğru gidelim işte böyle bir yolculuk aylarca sürecektir fakat bizim bir kara deliğimiz olsaydı ve onu istediğimiz gibi kullanabilseydik o zaman uzayı istediğimiz yönde bükebilirdik. Böyle bir durumu iki boyutlu uzay-zaman düzlemimiz olan A4 kağıdımıza uygularsak ortaya çok ilginç bir sonuç çıkacaktır. A4 kağıdımızı A ve B noktaları üst üste gelecek bir şekilde ikiye katlayalım. Şimdi Dünya ve Mars, kağıdın farklı taraflarında ama üst üste bir konuma geleceklerdir. Böyle bir durumda kalemimizi A noktasına koyalım ve tek bir hamle ile kağıda saplayalım, kalemin ucu kağıdı deler delmez B noktasından yani Mars gezegeni civarından dışarı çıkacaktır. Böylelikle aylarca sürecek yolculuğu birkaç saniyede sonuçlandırmış olduk bunu da bize bir karadelik sağladı.

Eğer karadelikleri ve ak delikleri kullanabilecek bir teknolojiye sahip olsaydık o zaman evrenin çok uzak noktalarına dahi kolayca seyahat edebilirdik. Kim bilir belki de bir gün bütün bunlar bir hayal olmaktan öteye geçer ve biz de bunu görürüz. Fakat her zaman dediğim gibi doğrusunu ancak ve ancak Allah (C.C.) bilir.

Uzayda Ak deliklerin dışında, parıldayıp duran ve enerjisi çok kuvvetli olan başka bir cisim daha vardır: ''Pulsar'' Bir diğer adı da ''Nötron Yıldızı'' olan pulsar'ın kelime manası ''Atan Yıldız'' dır. Pulsar kelimesi İngilizce de kalp atımı manasına gelmektedir. Yıldıza bu mananın yüklenmesinin nedeni de düzenli ve tıpkı kalp atımına benzeyen ritimlerle uzaya radyo sinyalleri göndermesidir. Bir nötron yıldızı güneşimizin yaklaşık 7-8 katı büyüklüğündeki bir yıldızın ölümü sonucu oluşur. Bu yıldızların kütlelerinin bir beyaz cüce olamayacak kadar büyük ve bir kara delik oluşturamayacak kadar küçük olduklarından ölümlerinin ya da bir başka deyişle kendi üzerlerine çökmelerinin ardından pulsarlar meydana gelir. Pulsar'ın bir başka özelliği daha vardır ki biz şu an bu özelliği üzerinde duracağız. Pulsarlar çok yoğun kütleli yıldızlardır. Öyle ki bir pulsarın üzerinden bir çay kaşığı madde alabilseydik bu çay kaşığındaki maddeyi tarttığımızda ağırlığının milyarlarca ton geldiğini gözlemlerdik ve eğer bu çay kaşığındaki maddeyi Dünyamızın üzerine dökecek olsaydık muhtemelen yer küreyi delerek ilerler ve Dünyanın öbür ucundan bir delik açarak dışarı çıkardı. Pulsarların madde yoğunluğunun bu kadar fazla olmasının nedenleri şu an tam olarak bilinememekte olsa da bu konuda pek çok teori ve çalışma vardır.

Kuran-ı Kerim'de bahsi geçen Tarık yıldızına bu noktada dikkat etmek gerekir. Ayetin mealini incelersek:

''1-Gökyüzüne ve Tarık'a yemin olsun. 2-Tarık'ın ne olduğunu nereden bileceksin. 3-Delen yıldızdır.'' (Tarık 1-2-3)

Buradaki delen yıldız sözünün Arapçadaki karşılığı olarak Kuran'da ''Necm-i Sakıb'' ifadesi kullanılmıştır. Necm yıldız anlamına gelir. Sakıb ise Sakb kökündedir ve delinme, delme, delerek bir taraftan öbür tarafa yol açma manalarına gelmektedir. Bu nedenle Tarık'a delen yıldız da denilmektedir. Yine aynı surede ''Tarık'ın ne olduğunu nereden bileceksin'' de denilerek Tarık'ın insan aklı tarafından kolay kavranamayacağı anlatılmak istenmiş olabilir.

Görüldüğü üzere bilimsel gelişmeler açığa çıktıkça Kuran-ı Kerim'in önemi de daha fazla kişi tarafından anlaşılmaktadır. Allah(C.C.) Kuran-ı Kerim'de biz insanlara pek çok konuyu çeşitli şekillerde açıklamış fakat bazı ayetleri de bizlerin araştırıp içeriklerini gün yüzüne çıkartmamızı istemiştir. Bu nedenle de Kuran'ın pek çok yerinde ''Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?'' denilmektedir. İşte Tarık'ta bence bu konulardan bir tanesidir ve bu gün yeni yeni keşfettiğimiz ve henüz tam olarak kavrayamadığımız Nötron Yıldızıyla benzerlikler göstermektedir.

Pulsarlara atarca denilmiştir. Bunun nedeni ise açıkladığımız üzere kalp atışına benzer bir biçimde uzaya radyo sinyalleri göndermelerindendir. Sırf bu özellikleri nedeniyle de uzaydaki deniz fenerleri olarak adlandırılırlar. Bildiğimiz gibi deniz fenerleri dönerek 360 derecelik bir açıyla etraflarını aydınlatırlar ve karanlığı adeta delerek yolunu arayan denizcilere yol gösterirler. İş Kuran'daki Tarık yıldızının bir başka özelliği de karanlığı delen yıldız olarak tarif edilmesinde gizlidir. Belki Tarık yıldızı da tıpkı deniz fenerleri gibi uzayda belirli konumlara Allah (C.C.) tarafından yerleştirilmiş ve uzay yolculuğu yapan seyyahlara yol gösteren birer nirengi taşıdır.

Uzay geminizin rotasını çizmek için, sürekli sinyal yayan bu Pulsarlardan faydalanmak hiç te yabana atılacak bir fikir olmasa gerek. Şu an bizim teknolojimiz uzayda intergalaktik seyahatler yapmaya elvermediği için bu fikir biraz tuhaf gelse de yine de evrende bizden daha gelişmiş uygarlıklar olması ve seyahatlerinde pulsarları birer deniz feneri olarak kullanmaları bence olanak dahilindedir. Hatta eğer Zülkarneyn Aleyhisselam dünya dışı bu varlıklardan biriyse ve Kuran'da bahsi geçen seyahatlerini gelişmiş uzay araçlarıyla gerçekleştiriyorsa O'da Pulsarları rota tespiti için kullanmış olabilir. Pek tabi ki doğruyu Allah (C.C.) bilmektedir.

 
Toplam blog
: 23
: 289
Kayıt tarihi
: 28.11.13
 
 

1977 Malatya doğumluyum. ilk orta ve lise eğitimimi Bursa'da tamamladım. Dumlupınar Üniversitesi ..