Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '12

 
Kategori
Deneme
 

Kastrasyon Kkmpleksi ve Andrei Tarkovsky

Bu yazımdan daha önceki yazım olan “Oidipus Kompleksi ve Kafka"da çok kısaca da olsa erkek çocuklarının en büyük korkularından birisi olan cinsel organının kesilme tehditine değinmiştim anımsanacağı üzere. Ama bu konu kısaca değinilip geçilmesi gereken çok önemsiz bir konu değil, tam tersine üzerinde önemle durulması gereken son derece önemli bir konudur. Hemen hemen her erkek çocuğunun çocukluğunda yaşadığı en büyük korkularından ve komplekslerinden birisi de, bilindiği gibi pipisinin kesilmesi tehditidir. Eğer erkek çocuğu çok yaramaz veya şımarıksa annesi yada babası; " Pipini keserim haa!" diye tehdit ederler. Bunu duyan erkek çocuğu pipisinin kesileceği korkusundan kaçarak, saklanacak yer arar. Saklandığı yerde hemen ellerini apış arasına alıp pipisini korur. Saatlerce çıkmaz saklandığı yerden. Çünkü pipisi onun arkadaşıdır ve onun en değerli hazinesidir. Erkek çocuğunun bu en büyük kompleksi sadece erkek çocuğu için geçerli değildir elbette. Bu kompleks ister kabul edelim, ister etmeyelim, biz yetişkin erkeklerinde en büyük komplekslerinden birisidir. Neden? Çünkü erkeğin cinsel organı erkek için bir semboldür. Cinsel organ gücün ve iktidarın göstergesidir. Cinsel organının kesilme tehditi ise, erkeğin ölümü demektir. Erkekliğin kriteri cinsel organının varlığıyla doğru orantılıdır çünkü. İşte bu yüzden cinsel organın kesilmesi tehditi yani hadım edilme kompleksi erkeklerin bilinçaltlarındaki en büyük korkularından birisidir. Bu olgu aynı zamanda ataerkil toplumları anlamak içinde bir basamak işlevi görür. Ama bu olay konumuz dışında olduğu için değinmeyeceğim. İşte erkeklerin bu en büyük kompleksleri olan cinsel organlarının kesilmesi tehditi psikanaliz biliminde kastrasyon kompleksi olarak adlandırılır. Öncelikle ben kastrasyon kompleksinin psikanalizdeki anlamına değineceğim ve daha sonra da konuya ilişkin somut örnekler vermeye çalışacağım. Kastrasyon kompleksinin psikanalizdeki anlamı için Uyurgezer net sitesinin psikanaliz bölümündeki “Anneyle bütünleşme arzusu” başlıklı yazının bir bölümünü buraya alıntılamak isterim; “… Klasik olarak Oidipus içinde erkek çocuğun annesine yönelik cinsel arzuları ve babasıyla ilgili kıskançlık, öfke duyguları nedeniyle babası tarafından penisi kesilerek cezalandırılacağı korkularına dönüştüğü kabul edilen bu karmaşa,Tura’ya göre, kendisinin iki olguda net bir şekilde çözümlediğini belirttiği ve geniş ölçüde aşağıda açıklanacak olan kadın kastrasyon kompleksine (penis haseti ; kadınlık aşağılık duygularına) benzeyen bir bileşen de içerir. Yaptığı iki analitik incelemeye göre küçük erkek çocuğun erişkin kadın (anne) karşısında yaşadığı yetersizlik duyguları, penisinin küçüklüğü şeklindeki aşağılık duygularına, oidipal rakibinin güçlü ve büyük penisine karşı gizli bir hayranlık, aynı zamanda öfke duygularına yol açar. Burada kelimenin kadındaki penis haseti anlamında tam bir haset söz konusudur ; iyi, güçlü, güzel olana karşı öfke. Çünkü, küçük oğlan çocuğu Oidipal rakibinin (babasının), gücüne hayran olduğu penisi karşısında aşağılık duyguları geliştirir ve gücünü idealize ettiği bu organ sırf varlığı sebebiyle ama kendi küçüklüğünü, yetersizliğini hatırlattığı için, varlığıyla onu aşağıladığı için öfke uyandırır. Öfkesi nedeniyle tahrip etmek istediği bu organ burada ayrıntısına giremeyeceğimiz projektif mekanizmalar sebebiyle babası tarafından kendi penisi kesilmek suretiyle cezalandırılacağı korkularına yol açar…” Kastrasyon kompleksine dair somut örneğim ünlü Rus yönetmen Andrei Tarkovsky olacağı için kız çocuklarında görülen penis hasetini yani kıskançlığını alıntılamadım burada. Görüldüğü gibi ünlü psikanalist Freud’a göre kastrasyon kompleksi, oidipus kompleksini içinde barındıran erkek çocuğunda görülür. Yani oidipus kompleksi, kastrasyon kompleksinin ilk aşamasıdır. Kastrasyon kompleksi özetle, erkek çocuğun annesine yönelik cinsel arzuları ve babasıyla ilgili kıskançlık ve öfke yani nefret duyguları nedeniyle babası tarafından penisi kesilerek cezalandırılacağı korkularına dönüşmesidir. Yani erkek çocuk diyelim ki babasının penisini gördüğü zaman, babasının penisinin büyük, kendisinin penisininse çok küçük olduğunun farkına vararak babasını rakip olarak görür ve nefret duyar babasına karşı. Erkek çocuğu aynı zamanda annesinin karşısında yetersizlik duyguları yaşar. Çünkü çocuğun penisi küçük olduğu için annesini mutlu edemeyeceğini sanır. Çocuğun penisinin küçüklüğü, çocuğun kendisini aşağılık bir varlık gibi görmesine neden olur. Ve aynı zamanda çocuk oidipal anlamda rakibi olan babasının güçlü ve büyük penisine karşı gizli bir hayranlık duyar. Ama babasının penisinin büyük ve güçlü olması bir taraftanda babasından nefret etmesine yol açar. Erkek çocuğu babasının penisinin kendi penisinden büyük olduğunu görüp nefret ettiği için işte babasının cinsel organını tahrip etmek ister. Yada babasını öldürmek ister. Ama babası çocuğuna“ Pipini keserim haa!” diye tehdit eder. İşte bu durum, erkek çocuğun kendi penisi kesilmek suretiyle cezalandırılacağı korkularına yol açar. Şimdi gelelim kastrasyon kompleksinin somut örneği olan ünlü Rus yönetmenlerinden birisi olan Andrei Tarkovsky’e. Çünkü Andrei Tarkovsky kastrasyon kompleksinin en tipik örneklerinden birisidir. Andrei Tarkovsky'nin çocukluk yaşamına kısaca değinmemde yarar var konunun anlaşılabilmesi ve kavranabilmesi için. Tarkovsky, çocukluğunda babası, annesi, büyükannesi ve kızkardeşiyle birlikte yaşadı. Tarkovsky'nin babası ünlü Rus şairlerinden birisi olan Arseny Tarkovsky'di. Arseny Tarkovsky, Andrei daha çok küçük yaşlardayken iş bulmak için evlerinden ayrıldı. Ayrıldıktan sonra o dönemde patlak veren 1. Dünya Savaşına katıldı. Ama savaştan bir madalya ve tek bacakla döndü evine. Çünkü diğer bacağını savaşta kaybetmişti baba Tarkovsky. Savaştan döndükten sonra sevgilisiyle yaşamayı tercih ettiği için küçük Tarkovsky'i ve ailesini terketti. Tahmin edileceği üzere küçük Tarkovsky'nin çocukluğunda yaşadığı ilk büyük yıkım yani deprem bu oldu. Andrei Tarkovsky'i ve ailesini babasının terketmesi Tarkovsky'nin ömrü boyunca unutamayacağı bir yıkım oldu yani. Babası evi terkettikten sonra küçük Andrei annesi, büyükannesi ve kızkardeşiyle birlikte yaşamaya başladı babasının özlemini duyarak ve ondan nefret ederek. Annesi deyim yerindeyse biraz " Erkeğimsi " bir kadındı küçük Tarkovsky'nin. Annesiyle de sağlıklı bir ilişkisi olmadı ne yazık ki? Babasını da ve annesini de çok sevmesine rağmen nefret etti babasından da ve annesinden de. Yani küçük Andrei ne babasıyla ve ne de annesiyle hiç özdeşleşemedi tıpkı Kafka’nın yaşamında olduğu gibi. Her ikisinide hem çok sevdi hem de nefret etti. İşte bu Tarkovsky’nin Oidipus Kompleksiydi tıpkı Kafka’nınki gibi. Kısacası küçük Tarkovsky mutlu bir çocukluk yaşayamadı. Ve Tarkovsky'nin bu mutsuzluğu tüm yaşamına ve filmlerine de yansıdı. Yine Kafka örneğinde olduğu gibi. Andrei Tarkovsky, tıpkı Kafka’nın kendi kahramanlarını kendisiyle özdeşleştirmesi gibi, yönettiği filmlerindeki erkek baş aktörlerin hemen hemen hepsinide kendi yaşamıyla özdeşleştirdi. Yani erkek başrol oyuncuları ya Andrei Tarkovsky'nin kendisiydi yada babası Arseny Tarkovsky'di. Filmlerindeki kadın başrol oyuncularıda ya annesiydi, ya büyükannesiydi veya da kızkardeşiydi. Tarkovsky bu mutsuz geçen çocukluğunu, yani babasıyla ve annesiyle olan aile ilişkilerini tüm çıplaklığıyla "Günlükler"'inde şöyle yazıyordu; "Babamı ne zamandır görmedim. Onu ne kadar uzun görmezsem sonra ziyarete gitmek o kadar zor ve endişe verici oluyor. Benim ailemle ilgili bir kompleksimin olduğu artık çok açık. Onlarla birlikteyken kendimi yetişkin biriymiş gibi hissetmiyorum. Onlar da beni yetişkin olarak görmüyorlar zaten. İlişkimiz her nasılsa zedelenmiş, karmaşıklaşmış ve konuşulamaz bir durumda. Öyle basit ve düz değil. Onları çok seviyorum fakat onlarla kendimi hiç rahat hissetmedim. Beni sevmelerine karşın onların benden çekindiklerini düşünüyorum. ...Eğer evet yada hayır, siyah yada beyaz diyemeyerek konuşmak durumundaysan bu iş çok zor. Bu kimin suçu? Onların, belki de benim. Bir yerde herkesin…” Tarkovsky’nin bu yazmış olduğu “Günlükleri”’ni okuyup yorumlamakta aslında o kadar basit ve düz değil. Görüldüğü gibi son derece dramatik ve trajik bir günlük. Babasını uzun bir zamandan sonra görmek Tarkovsky’e neden son derece zor geliyor ve endişe veriyor acaba? Çünkü kendisinin ailesiyle kompleksi var. Tarkovsky bu kompleksinin farkında olduğu için çok açık yazıyor. Ama Tarkovsky bu kompleksinin adını koyamıyor, adlandıramıyor yani. Daha doğrusu nasıl bir kompleks olduğunu ve dahası nedenini bilmiyordu. Her ne kadar Tarkovsky’e göre bu kompleksinin nedeni babasının ve annesinin kendisine güvenmemeleri olsada ve bu yüzden Tarkovsky onlarla beraberken kendisini yetişkin bir insan gibi hissetmesede yani babasının ve annesin Tarkovsky’e olan güvensizlikleri aynı zamanda Tarkovsky’nin kendine güvensizliğinide beraberinde getirsede ve yine bu yüzden işte ilişkileri zedelenmiş durumda olsada ve onları çok seviyor ama kendini rahat hissedemiyorsada onların yanında, kompleksinin nedenleri bunlar değil oidipus kompleksi ve buna bağlı olan kastrasyon kompleksiydi. Çünkü Tarkovsky ne babasıyla ne de annesiyle hiçbir zaman özdeşleşemedi ve bu yüzden kendisini onların yanlarında hiçbir zaman rahat hissedemedi. Onlarda Tarkovsky’i sevmelerine rağmen çekindiler hep. Aslında burada biraz durup şunu sormak gerek. Bir anne yada baba çocuğunu seveceği zaman neden çekinir ki? Ya çocuğunun ters tepki vereceğinden yada çocuğunun geçimsiz olduğundan dolayı değilmi? Bu iki nedeninde Tarkovsky’le bağdaşmadığı son derece açıktır. Bu yüzden Tarkovsky soruyor bu duruma gelmelerinin suçlularının kim olduğunu?... Tarkovsky tıpkı Kafka gibi korkuyordu herşeyden. Son derece tedirgin ve endişeliydi. Deyim yerindeyse bir tutunacak dal arayan insanın ümitsizliği ve karamsarlığı vardı üzerinde her zaman. Bu o kadar doğruydu ki, filmlerinde oynayan hemen hemen bütün oyuncularında da bu ruh hali vardı. Tarkovsky'nin bu ruh hali "Günlükler"inde de son derece belirgindi. Şöyle yazıyordu Tarkovsky; "Tanrım nasıl perişan bir haldeyim! İçim bulanıyor, kendimi asma noktasındayım. Çok yalnızım...ve bu duygu yalnızlığın ölüm olduğunu anladığın zaman daha da kötüleşiyor. Herkes bana ya ihanet etti ya da edecek. Ben yalnızım. Ruhumun her zerresi tek tek açılıyor ve ruhum korunmasız çünkü bu deliklerden içime ölüm yavaş yavaş işliyor. Yalnız olmak ne korkunç. Yaşamak istemiyorum. Korkuyorum. Hayatım çekilmez oldu..." Görüldüğü gibi hakikatende çok trajik ve çok dramatik bir noktada Tarkovsky. Bunalımda, daha doğrusu depresyonda olan insanın denizin kenarında duruşu gibi son derece ürkek ve kararsız bir durumda. Yani bunalımları artık depresyonlara dönüşmüş durumda ve adeta beyninde, bilincinde ve benliğinde çok ciddi sarsıntılar ve depremler oluyor. Perişanlık, bulantı, intihar, yalnızlık, ölüm, ihanet ve korunmasızlık çepeçevre sarmış Tarkovsky’i ve o tüm bunların arasında sanki pres makinasına sıkışmışta bir çıkış arıyormuş gibi bir çıkış arıyor ama çıkışı yok tıpkı Kafka gibi. Kendi deyimiyle “ Ruhunun her zerresi tek tek açılıyor ve ruhum korunmasız çünkü bu deliklerden…”kurtulmak istiyor ama çıkış yok. Burada hazır yeri de gelmişken çok somut bir örnek vermek isterim. Tarkovsky'nin son filmi olan "Kurban"da filmin başrol oyuncusu Alexander - ki siz Tarkovsky okuyun - bir kabus görür. Alexander rüyasında çamurda yürümektedir, ayakları bileklerine dek çamura gömülerek. Alexander eğilerek çamurun içinden birşeyi çekerek çıkarmaya başlar. Çıkardığı şey içinden bozuk paralar dökülen bir kumaş parçasıdır. Aslında Alexander'in oğlunun boğazında bağlı olan bir bez parçasıdır bu. Alexander bu defa karların üzerinde evine doğru bakar. Yavaş yavaş yürür Alexander. Korkuyla karışık soluk almakta ve tıkanmaktadır bir taraftanda Alexander. Fonda çok güçlü müzik sesleri ve çığlıklar duyulmaktadır. Alexander korkuyla soluklanmaktadır. Uğultu ve müzik sesleri ve çığlıklar alabildiğine yükselmiştir iyice. Karların üzerinde Alexander ayakları çıplak bir oğlan çocuğu görür. Alexander korkuyla " Oğlum "der. Çocuk kaçar. Şiddetli esen rüzgar yaprakları savurmaktadır. Uğultular artık had safhadadır. Alexander karşısında çift kanatlı bir kapı görür. Bir jet uçağının sesi ve şiddetli esen rüzgarın etkisiyle kapı iki yana açılır. DUVAR... Evet, tıpkı Alexander gibi Tarkovsky'de yada Tarkovsky=Alexander’da çıkış ararken DUVAR'la karşılaşırlar. Bu duvar aslında Tarkovsky'nin çıkışsızlığınında göstergesidir aynı zamanda. Tarkovsky'nin gerçek yaşamdaki duvarı ise bilinçaltında taşıdığı oidipus ve kastrasyon kompleksidir. Şimdi artık Tarkovsky'nin hem oidipus ve hemde kastrasyon kompleksine değinebilirim. Andreyinbakisi.tripod.com'dan şu alıntıyı yapacağım; "...Andrei Tarkovsky'nin kişiliğini ve sanatını biçimlendiren çok temel bazı kavramlar var. Bunlardan en önemlisi, diğerlerinin lokomotifi olarak işlevselleştiğini söyleyebileceğimiz oidipus kompleksidir. Oidipus kompleksi, çocuk cinselliğinin en önemli olgusudur. Bu süreç, ilk olarak anne-baba-çocuk üçlüsünü içermesi ve ikinci olarak da, her bireyde varolduğu düşünülen biseksüalite nedeniyle karmaşık bir yapı içerir. Bireyin bebeklikten gizillik dönemine, yani büluğ çağının sonuna kadar yaşadığı dört ayrı dönem sözkonusudur: Psikanalitik formülasyonda bu dönemler, 1- Oral, 2- Anal, 3- Fallik, 4- Oidipal olarak adlandırılır. 'Pre-oidipal' olarak adlandırılan ilk üç dönemde sırayla önce ağız, ardından anüs ve son olarak penis temel libidinal haz kaynağı olarak belirir. Oidipal sürecin ilk adımında, anne memesinden süt emen çocuğun, oral dönemiyle bağlantılı olarak annesi ile yaşadığı anaklitik nesne ilişkisi belirleyicidir. Anaklitik ilişkinin temelinde çocukluğa ait bağımlılık olgusu baskındır. Psikanalitik düzeyde nesne kavramı ise, libidinal ya da agresif dürtülerin doyum amacıyla yönelerek bağlantı kurduğu, içgüdüsel doyumlar için ihtiyaç duyduğu kişilere gönderme yapar. 3 ile 5 yaş arası dönemi kapsayan bu çok önemli gelişme döneminde çocuk, babasını, annesi ile arasındaki ilişkide kendisine rakip olarak görür. Bu oidipus karmaşasını doğurur. Çocuğun o ana kadar babasıyla arasında gelişen özdeşimsel ilişki, düsmanca bir nitelik kazanır. Daha ileri düzeyde annenin yanında babanın yerini almak için babadan kurtulma arzusuna, babanın ölümünü istemeye dönüşür. Tabii bu tümüyle bilinçdışı yaşanan ve bireyin adlandıramadığı, beraberinde, toplumsal varoluşuyla bağlı olarak 'öğrendiği' ensest korkusu nedeniyle özellikle adlandırmadığı bir süreçtir. Devamında çocuk genital organların duyarlılığıyla tanışır ve onlarla oynamaya başlar. Kücük çocuk bu dönemde penisiyle oynamakta ve genellikle yatağını ıslatmaktadır. Bu edimler sonucunda çocuk, özellikle annenin söz düzeyinde dile getirdiği kastrasyon tehdidiyle karşılaşır (Türkiye'deki söylenişiyle 'pipinin koparılmasi ya da kesilmesi'). Bu tehdit çerçevesinde iğdiş etmeyi gerçekleştirecek olan kişi genellikle baba ya da doktordur. Sözkonusu kastrasyon tehdidi çocuğun oidipus kompleksinden çıkması için en temel adımdır… Ebeveynle farklılığını anlama sürecinde erkek çocuğun yaşadığı en temel süreç, kastrasyon (iğdiş edilme) korkusunu doğuranıdır: Burada çocuk, kız çocuklardaki ve annesindeki penis yokluğunu farkeder. Bu farkediş, çocukta kaygı yaratır, penis yokluğunu uzvun kesilmiş olmasıyla açıklamaya çalışır, çünkü o ana dek bir çok fiziksel farklılığa rağmen herkesin penisi olduğunu zannetmektedir. Çocuk bu penis yokluğunu değişik düzeylerde kademeli olarak kabullenir: Önce olguyu reddeder, ardından dişide küçük penis olduğuna ve zamanla büyüyeceğine inanır, ve son olarak dişinin cezalandırılmak için iğdiş edildiğini düşünür. Bu, baba ile oğul arasındaki oidipal karmaşa kökenli ilişkiyi bir yandan derinleştirirken diğer yandan çözümleyen bir süreçtir*. Çocuk kastrasyon korkusunu kabullenirse, annesine yönelik libidinal yatırımdan vazgeçerek oidipus kompleksinin çözülümünü yaşar; babasının iktidarıyla başa çıkamayacağını anlamış ve akılcı bir kabullenişle teslim olmuştur.

Andrei Tarkovsky kişiliğinde pozitif oidipus belirgin olmakla birlikte bazı durumlarda negatif oidipus öne çıkmaktadır.

Negatif oidipus, çocuktaki biseksüel doğada yapılanır. Bu durumda erkek çocuk, sanki oidipus'la oidipus-elektra (kız çocuklarının yaşadığı kompleks) arasında bir yer değiştirme gerçekleşmiş gibi, babasına karşı cinsellik içeren feminen nitelikli bir tutuma yönelir. Bu durumda kaçınılmaz olarak annesine karsı da, babasına karşi beslediklerine benzer kıskançlık ve düşmanlık içeren bir tutuma girer. "Bu şekilde, oidipal karmaşanın çocuğa doyum açısından iki olasılık sunduğunu gorürüz; 'aktif' ve 'pasif' olan. Birinci olasılıkta çocuk, kendisini maskülin bir tarzda babanın yerine koyarak anneyle cinsel ilişkiye girmek; ikincisinde ise, annenin yerini alarak baba tarafindan sevilmek ister…”4) Bu yaptığım alıntıdan da anlaşılacağı gibi Tarkovsky’de hem oidipus ve hemde kastrasyon kompleksi vardır. Şunu tekrar tekrar vurgulamakta yarar var sanırım. Oidipus kompleksi gerek Tarkovsky’nin ve gerekse Kafka’nın bilinçlerinin dışındaki komplekslerinin başlangıcıdır. Kastrasyon komplekside Tarkovsky’nin komplekslerinin devamıdır. Yani Tarkovsky’de pozitif oidipus yani babasından hem nefret etmesi ve sevmesi kendisini babasının yerine koyarak annesiyle cinsel ilişkiye girmesi yani ensest çok belirgindir. Tarkovsky’de negatif oidipus ise annesinin yerini alarak babası tarafından sevilmeyi istemesi yani biseksüellikte çok belirgindir. Ama hem pozitif hem de negatif oidipus komplekside ve buna bağlı kastrasyon komplekside bilinçdışıdır Tarkovsky’de. Zaten Tarkovsky’nin çocukluk yaşamı annesiyle babasının içiçe geçtiği bir çocukluk yaşamıdır. Tarkovsky babasından kaynaklanacak olan kastrasyon korkusunu değerlendiremeyerek oidipus kompleksini pozitife çevirip kurtulamamış, tam tersine negatif oidipusa çevirerek tüm yaşamına ve hemen hemen bütün filmlerine aktarmıştır. İşte Tarkovsky’nin ölümüne kadar çözemediği oidipus kompleksine sıkı sıkıya bağlı olan ve oidipus kompleksinin yansıması olan kastrasyon kompleksi Tarkovsky’nin “Günlükler”inde belirttiği “Benim ailemle ilgili bir kompleksimin olduğu artık çok açık” cümlesinin anlamıda budur. Oidipus ve Kastrasyon Komleksi… Şimdi geldik Tarkovsky’nin yaşamından daha doğrusu filmlerinden somut örnek vermeye. İlk vereceğim örnek Tarkovsky’nin Solaris adlı filminden. Bu örnek Tarkovsky’nin bilinçaltındaki pozitif oidipusunun yani annesiyle birlikte olmasının(ensestin) somut bir örneğidir aynı zamanda. Uğur Kutay kaleme aldığı “Andreı’in Bakışı” başlıklı ve alt başlığıda “Tarkovsky Sineması’nda Psikanalitik-Semiyolojik Açılımlar” adlı eserinde Tarkosky’nin “Solaris” filmini deyim yerindeyse milim milim inceler. Solaris filmindeki ensesti çağrıştıran sahneleri aktardıktan sonra Uğur Kutay şu çözümlemeyi yapar5) “…Neredeyse tümüyle aktardığım bu sahnenin düş mü, Solaris gerçekliği mi olduğu, izlediğimiz görüntülerin psikanalitik düzeydeki anlamları yanında ikinci planda kalıyor. Öncelikle Hari-anne örtüşmesi, Kris karakterinin ödipal karmaşayla bağlantılı saplantısını gösterir – doğrusu filmin eşle anneyi birbiriyle örtüştüren ensest çağrışımlı bu tavrı büyük cesaret gerektiriyor.- Bu örtüşmeyi üç kere görüyoruz: Birincisi omzundaki şalı sıyıran Hari’den anneye geçişte, ikincisi yataktan kalkan Kris’in sarıldığı kadının belirsiz kimliğinde, üçüncüsü ise “Anne”dedikten hemen sonra onu yatağında gördüğümüz çekimde “ Hari ”demesinde. Ardından, annenin; 1- Hiçbir görünür neden olmaksızın gidip son derece fallik bir simge olan boruyu okşaması, 2- Yine hiçbir görünür nedeni olmadan, sembolik cinselliğiyle bir elma yemesi, 3- Pijamanın kolu yüzünden görünmesi tümüyle olanaksız bir yarayı keşfedip son derece erotik biçimde yıkaması… 4- Bir annenin kocaman bir adam olan oğluna kesinlikle yapmayacağı bir şekilde, her iki cinste de önemli bir erojen bölge olan kulağını öpmesi, odipus karmaşasının anne - çocuk ilişkisinde ortaya çıkan yönünü son derece net bir biçimde ortaya koymaktadır. Sonuçta bu, Tarkovsky’nin tüm yaşamını belirleyen karmaşayla bağlantılı olarak filmin başından bu yana gördüğümüz tüm ödipal simgelerin çok – katmanlı yapılarının çözüldüğü ve her şeyin son derece açık sunulduğu bir sahnedir…” Üzerine yorum yapılamayacak denli son derece açık sanırım Tarkovsky’nin annesiyle birlikte olmasının yani ensest ilişkinin varlığı. Tarkovsky’nin kastrasyon kompleksinin izlerine ise İvan’ın Çocukluğu ve diğer filmlerinde rastlamak mümkün. Ben yine Uğur Kutay’ın aynı kitabından İvan’ın Çocukluğu filmindeki Tarkovsky’nin bilinçaltındaki kastrasyon kompleksini alıntılayacağım. Uğur Kutay şöyle yazıyor6) “…Omuz çekim ölçeğiyle yapılmış bir çekimde kadrajın sağ yarısında İvan’ı, sol yarısında ise inatla yine aynayı görürüz. İvan, elinde tuttuğu ve izleyicinin henüz görmediği bir şeye bakmaktadır. Gözleri elindeki nesnede, başını yavaşça sağa (kadrajın soluna) doğru çevirir…İvan yüzündeki oldukça vahşi bir ifadeyle elindeki bıçağa bakmaktadır. İfadesini hiç bozmadan elindeki sembolik fallus hakkında “ Güzel bıçak” der. Bu, kabzası şeffaf bir malzemeden yapılmış uzun gövdeli bir bıçaktır. Bıçak Galtsev’indir. İvan bıçağı kendisine vermesi için Galtsev’e neredeyse yalvarır. Kholin Galsev’e çocuğu kırmamasını, bıçağı vermesini söyler ama Galtsev “ Veremem. Bende hatırası var.” diyerek reddeder. İvan, bıçağın hiç olmazsa akşama kadar kendisinde kalmasını ister, Galtsev bunu kabul eder. Yani, çocuk simgesel örtüşen olarak anne figüründen fallusunu ister, buna karşı çıkıldığında baba figürü devreye girer. İzlediğimiz bu kısım, İvan’ın, - aynı zamanda yönetmen Tarkovsky’nin – normal süreçte çocuğun kendi benliğini tanırken baba figürüyle karşılaşması sonrasında yaşadığı iğdiş edilme korkusuyla bağlantılı odipus karmaşasını bir kez daha göstermektedir…” Bu alıntıdanda anlaşılacağı gibi Tarkovsky’nin kastrasyon kompleksi son derece açık ve belirgindir. Özetle Tarkovsky’nin bütün yaşamındaki mutsuzluğunun, çıkışsızlığının daha doğrusu beyninde olan depremlerinin nedeni oidipus ve kastradyon kompleksidir… Berkayberk

KAYNAKLAR: 1)http://www.uyurgezer.net/psikanaliz-anneyle-butunlesme-arzusu- 2)Andrei Tarkovsky “Günlükler” 3)http://andreyinbakisi.tripod.com/ (*) Daha ayrintili bir cozümleme icin bkz. Elda Abreyeva, Aynadan Otekine - Cocuk Oznelliginin Olusumu Üzerine Bir Calisma, Baglam Yay., Istanbul, 2000, s. 69-88 4) (1) Psikanalitik Kurama Giris, Yayina Haz: Yildiz Akvardar-Erdogan Calak-Ulviye Etaner-Cem Hürol-Haluk Sunat-Rasit Tükel-Alp Ücok-Basak Yücel, Baglam Yay, Istanbul, 2000, s.89 5)Uğur Kutay “Andreı’in Bakışı-Tarkovsky Sineması’nda Psikanalitik-Semiyolojik Açılımlar” “Solaris” 6) Uğur Kutay “Andreı’in Bakışı-Tarkovsky Sineması’nda Psikanalitik-Semiyolojik Açılımlar” “İvan’ın Çocukluğu”

 
Toplam blog
: 4
: 1941
Kayıt tarihi
: 01.07.12
 
 

Lise'yi terk ettim. Emekliyim. Tarih, sinema ve politika ilgi alanım.  ..