Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '06

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Televizyon dizileri

Sabah işe gelirken yolda sevgili arkadaşım Asuman'la karşılaştım, tesadüfen aynı istikamete gidiyormuşuz. Uzun yolumuzu sohbetle geçirdik. Otobüs sohbetleri çok eğlencelidir. Sadece katılmak değil kulak misafiri de olmak keyifli tabii.. Bu sabah konumuz televizyon dizileriydi. Akşamları yoğun günümüzden sonra evlerimize, sığınaklarımıza çekildiğimizde, bazen sadece ses olsun diye açtığımız televizyonun başına geçeriz ya hani. Sevdiğimiz bir de program varsa biraz takılıp sonra karşısında uyukladığımız televizyon. Benim için programlar bağımlılık yaratan şeyler değildir. Yani akşam şu dizi var diye koşturmam eve, çoğunu da izlemem. Bizim sohbetimiz de bu yönde gelişti. Televizyonda yayınlanan dizilerin birbirlerine ne kadar benzediği. Şöyle bir aklımdan geçiriyorum, şu anda yayında olan dizilerin hepsine acı hakim. Haydi kabul edelim Türkiye şartlarında yaşıyoruz, güne trafikle başlıyoruz, gün içinde bir kıvılcımla parlayan tartışmalara şahit oluyoruz. Akşamı zor ettiğimiz zamanlar oluyor, üzülüyor, sinirleniyoruz belki. Hatta çözmemiz gereken bir çok sorunla da cebelleşiyoruz, sorumluluklarımız var ve belki yükümüz omuzlarımıza ağır geliyor. Sadece bizim bizzat yaşadığımız değil, çevremizde olan bitene de dertleniyoruz. Ne olacak bu ülkenin hali de bunlardan biri mesela. Ama evimiz, huzur mekanımız, sığınağımız. Televizyon da eğlencemiz belki. Ama haber bülteninden itibaren bütün gün kaçmak istediğimiz tüm sıkıntılar adeta kışkırtılıyor. Üçüncü sayfa haberleri, magazinel kişiliklerin başlarından geçenler vesaire vesaire. Sonra diziler kuşağı geliyor. Her gece başka biri hatta arka arkaya ikisi. Ağlayan anneler, kavuşamayan sevgililer, kaçırılan çocuklar, cinayetler, mafya hikayeleri...Sizin de içinizden yeter be kardeşim demek geçmiyor mu? Ben her zaman insanların istediklerini yapmakta özgür olduğunu düşünürüm. Televizyon seyretmek de bizim özgürlük alanımızda elbette. Ama artık istemeyen izlemesin, biz halkın görmek istediği şeyleri yapıyoruz palavrasını yutamıyorum. Ya da belki şöyle söylesem daha doğru olur, insanların yeteri kadar sıkıntılı bir hayat yaşadıklarını düşünerek bir de kendilerini bu senaryoların izleyicisi, müdavimi olma isteklerini anlayamıyorum. Acılı Adana kıvamında olayları izlerken hem yanarım hem severim mantığı da ben de işlemiyor.

İnsan varlık olarak birşeyler öğrenmeye ve üretmeye çok açık bir canlı türü. Bir direnişçi, yaşamak için yaratılmış ve bu nedenle yaşamaya güdümlü. Bunun için en önemli silahı bilinci. Hiç kuşkusuz televizyon çok önemli bir iletişim aracı . Hatta olmasa eksikliğini de hissedeceğimi kabul ediyorum. Ama onu bilincimize karşı doğrultulmuş bir silah gibi görmekten de alıkoyamıyorum kendimi. Ve bu silahın en temel duygularımızın içini boşaltmak için bu kadar donanımlı olması da korkutucu. En beğenilen dizilerdeki olaylara bakınca, karısını döven koca, gözünü kırpmadan birini vuran adam, bütün bunlar bir süre sonra insanlara normal gelmeye başlıyor. İnsanın varoluşundan beri öğrendiği, inandığı peygamberlerini takip ettiği tüm öğretilere ters düşecek şekilde bütün bu dehşeti normalleştimesinin sonuçlarını görüyoruz hepimiz, toplumumuz şiddete meyilli bir toplum oldu çıktı, liselerde çocuklar yok yere birbirini vuruyor. Bütün bu olaylara televizyon sebep oluyor diyecek kadar daraltmak istemiyorum ama medya gücünün bu kadar duyarsızca kullanılmasına karşı durmak gerektiğini düşünüyorum. Konu neyi izleyip neyi izlemeyeceğimi seçmekte özgür olduğumla kestirilip atılamıyor ne yazık ki. Reyting uğruna tüm değerlerin içinin boşaltılması haksızlık gibi geliyor. Benimki bir serzeniş. Bu konunun otobüs sohbeti olarak kalmasını istemedim. Otobüsteki kulak misafirlerimizin dışında birileriyle de paylaşmak istedim.

 
Toplam blog
: 5
: 3223
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü mezunuyum. İTÜ'de Sanat Tarihi Yüksek Lisansımı "1945-1..