Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '14

 
Kategori
Anılar
 

Avda topuk kırığı (2)

Avda topuk kırığı (2)
 

Canımı dişime takıp, adama: "Elimde tüfek var ! Gelmezsen seni vururum ! " diye ettiğim tehdit işe yaramıştı.

"Eh, tamam geldim bekle hemşerim," diye ses verdikten sonra eşeğini patika yakınında bir ağaca bağlayarak yanıma yaklaşmaya başladı. Anlaşılan aşağı deredeki bizim köyün su değirmenine öğütülmek için buğday bırakmış köye dönen biriydi.

Yanıma yaklaşınca yüzümdeki acıdan halimi anlamıştı  daha da hızlandı : "Geçmiş olsun hemşerim, ne geziyorsun buralarda ? Ne yaptın sen böyle ? " diye sordu.

Ben de "Hiç sorma hemşerim, ben Kerteneköydenim. Ava geldik  avlandık. Ayakkabımın altı dümdüz idi, kayınca kendimi derenin içinde buldum. Allaha şükür seni  karşıma çıkardı, kusura bakma burda kalsam beni kurtlar kuşlar yerdi." dedim.

Ziyanı yok, kalk şöyle dayan bana, eşeğe kadar gidersek seni köye götürürüm. Orada yaşlı bir dayı var baksın ayağına hele." dedi.

İçime su serpilmişti. Adamın desteğiyle seke seke patikaya ulaştık. Eşeğe zar zor bindim ve adam yuları çekerek beni köye doğru götürmeye baçladı. Adam ve eşek o kadar rahat gidiyor ama benim canım çıkıyor. Sağ ayağım biryere değecek diye ödüm patlıyor ve bir an önce köye varmak için kan ter döküyorum. Sağımda ayağıma dokunacak  otlar bile ödümü koparıyor.

Köpek sesleri arasında  akşam üzeri köye vardık. Beni bir odaya aldılar ve merakla başıma toplanan kadınlar erkekler oldu. İçimden dua ediyorum ki birisi şu ayağımı çeksin, iyileştirsin de hemen yürüyeyim !

Çok geçmeden çağırdıkları 70 yaşlarındaki yaşlı adam gelip ayağımı kontrol etti.

"Senin ayağın cerrahlık oğlum, ayağında kırık var  ve ancak ameliyatla düzelir." dedi. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ayağıma bezler  sardılar ama acı devam ediyor.

"Neyse, hele beni köyüme götürün. Allah kerim." dedim. "Bir çocuğa birkaç kuruş ver, seni eşekle köye götürsün. Yarın da dönsün." dediler. 

Memnuniyetle kabul ettim ve çocuk önde eşeğin yularını çekerken ben de eşeğin üzerinde oflaya puflaya yatsı zamanı evin önüne geldik.

Sevgili kızım o zamanlar yeni yeni yürüyor. Beni görür görmez çığlık çığlığa ağlamaya başlamasın mı ? Nereden anladın  babanın canının yandığını be kuzum ? Nasıl anladın ? Ben de gözüm yaş içinde kendi acımı unutup kızımı kucağıma alıp öpüp koklamaya başladım. Hanım endişe içinde "Ne olacak şimdi bu ayağının hali ?" diyor. Beni sırtına alır almaz da odaya götürmesi bir oldu. 

"Hiç bir şey olmaz, buraya yetiştim ya, yarın çaresine bakarız artık, endişelenme." dedim. Gelen çocuğu bir odaya yerleştirdik. Ayağıma köylülerin getirdiği hamurları yünleri sardık ama gel de sabaha kadar uyu ! Acı içinde sabahı zor ettim.

Sabahleyin hemen muhtarı sesleyerek köyde iki araçtan biri olan traktörünü hazırlamasını ve beni biryerlere götürmesini istedim. O da Hanak'ta yaşlı bir adam tanıdığını ve bize çare olabileceğini söyledi. Traktörüne römork takıp getirdi. Altıma bir minder, ayağımın altına da bir yastık yerleştirildi ve biz koyulduk Hanak yoluna.

Traktör yola çıktı ,  araç ayağımı salladıkça  canım çıkıyor. Yavaş git, demek ne mümkün ? Adam beni duymaz ki. Aman bir an önce kasabaya yetişelim de!

Neyse  kırıkçının evine vardık. Adam hoşgeldin ettikten sonra hemen ayağıma baktı , hem balon gibi şiş hem de morluklar var. Jiletle ayağımın sağından solundan hafif birkaç çizik attı ve simsiyah kanını akıttı. Ondan sonra kolonyayla temizleyip kestiği kartonları ayağımın sağına soluna gelecek şekilde yerleştirip güzelce sardı. "Bir hafta on gün içinde iyileşirsin, merak etme genç. " deyince içim biraz rahatlamıştı.

Köye döndükten sonra bir kaç gün içinde iyice rahatladım. İyice dinlenmeden koltuk altımda dayaklar orası senin burası benim dolanıp duruyorum. Şişlikler indi sargı boşa çıkmış gibi ve geceleri soğukta öyle sızlıyor ki ? Ne yapmalı, adam tekrar kontrol demedi, "Şişlik inince şöyle yapın" demedi. Nebi dayıya sormalı. O muhtarın babasıdır. Ne de olsa bilir. Ayağım sargının içinde sanki boşta...

Nebi dayı geldi. Sargıyı yenilemek gerektiğini söyleyerek biraz da sıkıca sardı. Birkaç gün de öylece idare ettim ama ayağım gittikçe tekrar morarmaya ve şişmeye başladı. Bu sefer de sargılar sıkmıştı.

Sonunda çaresiz hastane yoluna düştüm. Kertene Köyün alt tarafındaki ana yola inerek dolmuşla Çıldır'a oradan da otobüsle Kars'a ulaştım. Oradan da bir taksiyle Devlet Hastanesine vardım. Gerekli muayene ile film çekilip yatışım da yapılınca hemen tedaviye başlandı. Önce şişliklerin inmesi ve morlukların giderilmesi gerekiyormuş. Doktor daha ilk ziyaretinde bana fırçayı bastı:

"Avrupa'da olsak senin canına okurdum. Ayağın kırılmış ve sen bu halde bir hafta boyunca canına kastedercesine hastaneye gelmemişsin. Seni mahkemeye vermek gerekirdi." demez mi.

Her gün ayağıma ispirtoyla pansuman yapılıyor ve bana ilaç veriliyordu. Bir hafta yatıp iyice şişlikler ve morluklar geçince ayağım alçıya alındı. bakım güzel, rahatlamıştım. Köye telefon edeyim  kaygılanmasınlar diye postaneye çifte dayakla gitmek istiyorum.

Ah bu Kars insanının iyi kalpliliği ! Dayakla postaneye gittiğimi gören  yaşlı bir kadın elindeki birkaç kuruşu uzatarak, "Al oğlum, şunu ufak bir harçlık yap." diyor.

Ben de gülerek, "Çok teşekkür ederim teyzeciğim ama ben dilenci değilim. Sadece ayağım kırıldı. Telefon etmeye geldim. Sağol varol, Allah sana uzun ömürler versin." dedim.

Bir iki gün sonra köye döndüm. Doktor "2 ay sonra kontrole gel ve sakın yere basma !" demişti.

Belki de doktoru dinlesem ve ayağım bu şekilde kalsa , basmasam iyileşecek ama avcı ruhu bu durur mu ? 15- 20 gün sonra kendime güven geldi ve ben basıp dayakla mayakla gezmeye başladım. Ayağımda şiş yok ama bir türlü de ağrılar geçmiyor.

Benim basıp gezmemin sonucu ayağımdaki alçının alt kısmı tuzla buz oldu. Doktora gitmeye korkuyorum. Antep'teki amcamı aradım." Oğlum gel, Durma Antep'e gel. Benim burda hapis arkadaşım Çekici Ali  var. O senin derdine çare olur." Deyince umutla  otobüse atlayarak Antep'in yolunu tuttuk. Bu arada kırığın meydana gelişi epey olmuştu.

Hemen adamın yanına gittik. Bir cadde üzerindeki dükkanında tüp satışı yapan sert mizaçlı bu adam bizi hoşça karşıladı. Hapis arkadaşı amcamla biraz şakalaştıktan sonra ."Kaç gün oldu bu kırığa?" dedi. Ben de " 25 gün oldu." diye cevap verdim. Hemen bir film istedi. Gidip filmi çektirdik. Adam dikkatle filmi inceleyip. "Ayağının aşık kemiği ile birlikte üç yerden kırığı var. Kaynamaya başlamış ama benim istediğim gibi değil. Kırıp tekrar sarmamız lazım. Bugün eve gidin, alçıyı sökün ve zeytinyağlı hamur sarıp sargıyı sökmeyin. Sabaha buraya gelin ve Şu karşıdaki hamama gidip sargıyı aç, bir saat kalıp banyo yaptıktan sonra hemen yanıma gelin." dedi.

İşin ciddiyetini anlamıştım. Ama ikinci bir kırık acısı nasıl yaşanmalıydı ? "Dişini sıkacaksın."dedi amcam. Ali usta gerekmese bunu yapmaz, zaten." dedi.

Anneciğim denilen yağlı hamuru yaptı. Sabaha karşı zeytinyağının etkisiyle sanki ayağım yeni kırık gibi ağrımaya başladı. Bahsedilen hamamda  iyice kalıp gereken süreyi doldurunca Çekici Ali Ustanın dükkanına vardık. Zaten tüp işini  kamuflaj olarak yapardı. Asıl işi insan kemiklerini onarmaktı bu adamın. Bir kez adamın birinin çene kemiğini yerine oturtana kadar adam ne çığlıklar atmıştı Yarabbi !

Dükkana vardık ve beni bayağı doktor muayenesinde olduğu gibi beyaz muşambalı bir sedyeye çıkararak kırılan sağ ayağımı boşluğa getirdi. Amcamı dizimden aşağı oturtarak  ayağımı uçtan kıvırıp sertçe bir ileri bir geri yaptı. Sonra  alttan, başparmağıma yakın yerden elinin ayasıyla da destekli bir vuruş yaptıktan sonra, topuğumun altından ve parmaklarımdan tutup bir iki dairesel hareket yaptırarak "Tamam, şimdi bitti  yeğenim." dedi. Çatur çutur sesleri kulağımla duymuştum. Ben değil ama  sanki ayağım korkudan titriyordu.

Güzelce kolonyayla ayağımı yıkadıktan sonra havlusu ile kurulayıp besmeleyle ayağımı sıkıca ve usta parmaklarıyla  eski şekline getirdi. Parmak uçlarımı bana doğru ittirerek  satın aldırdığı 5-6 rulo kahverengi selobandı ayağıma yapıştırmaya başladı. Bu işi öyle ustaca ve çabuk yapıyordu ki. Önce bu bandı 15 cm kadar kesiyor ondan sonra sarıp duruyordu. Parmak uçlarım hariç sanki bu bandı ayağıma bir çorap gibi giydirmişti. Hem de sıkı sıkıya. Ayak bileğimi de pamukla desteklemişti.

"Geçmiş olsun, kalk bakalım. " dedi. Ben ayağa kalkıp terliği ayağıma taktığımı farkedince birden. "Bırak o terliği eşoğlu eşek !" diye bağırmaz mı. Hemen bıraktım.

Bağırarak "15 gün ayağını hiç yere basmayacaksın! Sargıma dokunmayacaksın! Ayağını yüksek yerde tutacaksın ve kendini yormayacaksın. 15 gün sonra da kontrole bekliyorum. Ayağın şişerse korkma, tekrar iner ama beslenmene ve ayağını biryere çarpmamaya dikkat et. Ağrın devam ederse gece yarısı bile olsa gel beni bul ama sakın sargıma dokunma, birdaha söylüyorum."

"Tamam  Ali Usta."  dedim, ter içinde. Yeniden kırılan ayağımın ağrısı hafiflemişti bile.

Amcam, "Borcumuz ne Ali Usta ? " diye sorunca Güldü. "Para vereceksen hasta ile sen niye geldin ? Hapis arkadaşımdan şimdi para mı alayım?" dedi.

Sormadan edemedim.

"Ali Usta alçıyı sökmesek de öylece kalsa ne olurdu ? " dedim.

O da: Bak yeğenim, ayağın belki böylece iyileşirdi ama yanlış kaynadığı için ilerde bir saat yol yürüsen hem sana acı verir hem de şişer dururdu. Bu benim işim, kaygılanma ayağın eskisi gibi olur inşallah." diye cevap verdi.

Ben de öyle düşünüyorum. Adam para almadı, pul almadı. Durup dururken ayağımı niçin kırsın ki ?

Yürek ferahlığı içinde annemin yanına döndüm. Eşim kaygı içinde. Bana da 15 gün iyi baktı. Bazan sırtında alt kattaki tuvalete indirip çıkardığı bile oldu. Bu emeğini nasıl inkar ederim ki ?

Rahmetli anam Antep'te kelle iyi gelir oğlana diye koyun kellesini bir güzel ütmüş ve onuda daha temiz olsun diye mintaxla yıkamamış mı ! Kelleyi yedik bizim motor bozuk. İn aşağı çık yukarı tuvalet ! Hanım beni sırtında indirip çıkarmadan öldü garibim. Ama ayağımı kesinlikle yere basmıyorum. 15 gün boyunca kelle ayak yedim durdum. Antep'te ekşili kelle paça zaten meşhur. Tadına doyamazsınız.

15 gün sonra Amcam Seyfiyle Çekici Ali Ustanın yanındayız.

"Dayağı bırak yürü bakalım!" demez mi ?

Nereye yürüyorsun, diye kendi kendime söylendim. "Bas dedim sana! Git gel şöyle  ! " deyince çaresiz basıp yürümeye başladım ki Aman Allahım ! Her basmada acıdan zıplıyorum.

"Tamam " dedi. "Artık yavaş yavaş fakat çifte dayakla basman lazım. Bundan sonra da basmazsan olmaz. Kan kaynaması lazım. Ayağını zorlamadan evden kahveye, kahveden eve git gel. Sargı aynen kalsın, sökmeyeceksin. Yirmi gün sonra kontrole gelirsin." dedi.  

Çok şükür 20 gün sonra  yine Ali Ustanın yanındayız. Ayağımı bir güzel kontrol etti. "Kaç gün  oldu ? dedi.

Dedim, "35 gün. " 

Sargıyı söküp tekrar ayağımı kolonyayla yıkadı ve güzelce pudraladıktan sonra tekrar ikinci bandajlamayı yaptı. 

"Kaynama çok iyi zaten bir kırık normalde üç haftada kaynar . Artık dayağın birini at ve yürümeye başla. Topuk kırığı oynak yerde olduğu için hareket ettirip yürümeye çalışırsan günden güne daha da düzelirsin. Bu sargıyı iyice gevşedikten sonra yani 40-45 gün sonra kendin sök. Fakat tam olarak yani aksamadan yürümen 7-8 ayı bulur." dedi.

Denileni aynen yaptım. Gerçekten de ikinci ayın sonunda dayaklardan kurtuldum ve aksayarak yürümeye başladım. Dediği gibi de oldu. 7- 8 ay sonra rahat yürümeye başladım. Ama eski av performansı yürüyüşüne kavuşmam uzun zaman aldı.

Burada ameliyatla, platin atarak  ayağı iyileştiren ortopedi doktorlarına bir şey demiyorum ama kırık ve çıkıkta halen geleneksel tedavi yöntemini kullanan pek maharetli kişiler mevcut.

Antepli Çekici Ali de  bunlardan biri ve bugün 80 yaşın üzerinde. Benim için bir doktordan farksız. Kendisine sağlıklı yürümemi borçlu olduğum bu "Kemik Ustası" na ne kadar teşekkür etsem azdır.

 

 

 
Toplam blog
: 123
: 1874
Kayıt tarihi
: 02.07.12
 
 

68 kuşağındakileri iyi bilirim. Çalışmam ziraat üzerine. İnsanların ana dilleri ile konuşmalarını..