Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir uzun hikaye; onun hikayesi (yedinci bölüm- devam edecek)

Bir uzun hikaye; onun hikayesi (yedinci bölüm- devam edecek)
 

O çocuk


Şoför birden arabayı frenleyince adam neredeyse ön camdan fırlayacaktı. Şoför “Ula arkıdeş, nafa daldık, senin köyün sapana geçdik yav” deyince adam da irkildi.

 

Kapıyı aralayıp baktı. Gökte ay olduğu için etraf aydınlıktı. Etrafa bakınca bir başkalık sezdi. Şoför “Valla belkim bi kilometre geçdik. Sen burdan in, şu tarlılan içinden gidcen” dedi. Sonra gülerek “valla muhabbete daldık, burlada korkmazsın herhal.” dedi.

 

Adam “yok yav, ne korkması. Ben çok geceler dağda orda burda galdım, geçi güddüm.” dedi, indi. Şoför “Arkıdeş sen sabah namazıyla barabar köyün sapanda ol. Sene ordan alen.” dedi. Adam “Oldu arkıdeş, Allah razı olsun. Paranı da ozman veren. Şindik garanlıkda parı çıkaren derken parayı düşürün” dedi. Şoför gülerek “Vay paran çok herhal” dedi. Adamın cevap vermesini beklemeden “Para işi goley, sen sabahla geç galma” dedi. Bu sırada adam inmişti.

 

Şoför arabayı sürüp gitti…

 

Adam biraz etrafına bakındı. Cebindeki çakıyla yoldaki çalılıktan kalınca bir dal kesti. Bu sırada içinden ‘Nolur nolmaz, geci vaktı karşıma it, puşt çıkar.’ diye geçiriyordu. Dalın etrafını alışkın ellerle çabuk çabuk yontup güzel bir çobandeğneği yaptı. Yoldan aşağı, köyünden tarafa yürüdü. Yolda aklından bugün yaşadıklarını geçirip şansına sevinirken geç vakit köye vardı.

 

Köyde hemen her evde köpek vardı. Onu köpek ulumaları karşılamıştı. Evi ileride, tam dağın dibindeydi. Eve giderken köyün içinden evlerin, bahçelerin arasından geçiyordu.

 

Bir iki köpek havlayarak karşısına çıkıyor ya tanıdıkları ya da elindeki kalın sopadan çekindikleri için sadece uzağında hırlayıp havlayıp kalıyorlardı. Adam köpeklere alışkın olduğundan hiç aldırmadan evlerin, bahçelerin arasından evine yürüdü. O saatte köy zaten yatmış, dışarılarda hiç kimse yoktu.

 

Evine gelince onu kendi köpeği karşıladı. Sahibini tanıdığı için etrafında dolanıyordu. Adam köpeği görünce yüreği “cız” etti. Çünkü oğlu bu köpeği çok sever, köpek de onu çok severdi. Şimdi oğlu köpekle ancak tatillerde görüşecek, büyük okullara giderse daha az köyde olacaktı.

 

Adam köpeğin sanki bunu anlamış gibi bir garip baktığını düşündü, içine bir yalnızlık çöktü. Gerçi bir oğlu daha vardı ama daha çok küçüktü. Bu oğlu neredeyse onun elini almıştı. Bir iki sene sonra daha çok faydası dokunacaktı. Ama şimdi okuyacaktı. Adam da küçük oğlu büyüyene kadar oğlansızlığa alışacaktı.

 

Siz bilmezsiniz, köy yerinde oğlansız kalmak, elsiz kolsuz olmak gibi bir şeydir. Adam da şimdi bu duygular içindeydi. Evine usulca girdi. Kızlar öte odadaydı. Küçük oğlan onların tarafında yatıyordu. Kızlar şimdiye kadar uyumuştur diye düşünüp aldıklarını sabah göstermeyi düşündü. Kendi odasının kapısını açıp girdi.

 

Oda oda deyince siz salon, salomanje bir ev zannetmeyin. Hepi topu iki göz ev… Onu da geçen yıl kendi kerpiç kesip ustalığını da karısıyla birlikte yapmıştı.

 

Önünde bir “hayat” vardı. Hayat denen yerde de bir büyük ocak vardı. Sağında solunda kap kacak… Tuvalet ileride bahçenin içindeydi. Banyo olarak yandaki ahırı kullanıyorlardı. Hayata el yüz yıkayacak bir yolak yapmışlardı. Çatı, hayatın üstünü de örtüyordu. Duvarda biber, patlıcan, mısır dizileri; ocağın biraz ötesinde büyükçe bir tel dolap vardı.

 

Adam bunu geçen sene asker arkadaşının evinde görmüş, aynısını kendi çakmıştı. Karısı bu dolaba pek sevinmiş, “Öteberi ortalık yerden kalkıvedi.” demişti. Emmi kızının evinde gördüğü yatağın yorganın konduğu bir dolap da istemişti ama adam “Yüz verdim asdar isdime, emmi gızına heveslenme, onna zengin” diye karşı çıkmıştı.

 

Yerlerde hasır vardı. Duvarları kadın ve kızları ak toprakla sıvamışlardı. Ak toprağı da kadınlar hemen köyün ilerisindeki tepede “ocak” açıp kendileri elleriyle çıkarıyorlardı. Ama mübarek toprak hele ilk sıvandığı zaman hatta sonra da efir efir kokardı. İşte ev böyle bir şeydi.

 

Adam odaya girdiğinde gözü karanlığa alışınca karısının daha uyumadığını fark etti. Çocuk uyanmasın diye karısı fısıltıyla “Geldin mi?” dedi. Adam soyunuyordu, usulca “Geldim.” dedi.

 

Bu sırada soyunmuş yatmaya hazırdı. Usulca yatağa girdi. Karısı “Neddin? Oğlan nerde?” diye sordu. Adam “Oğlana kasıbada ev dutdum, orda galdı.” dedi.

 

Kadın üstüne kaynar su dökülmüş gibi sıçrayıp “Aboo, şindik nerde yatıcek o? Yatak yok, yorgan yok, neriye godun oğlanı?” diye çırpınmaya başladı. Adam “Garı şindi yatalım, zaten sabah ezandan önce galkıcez, ozman anladen. Maraklanma oğlan emin ellede, öyle icab eddi, orda galdı.” dedi.

 

Kadın gocasının huyunu biliyordu. Bir şeyi sonraya bıraktı mı öldür Allah önceye almazdı. Onun için “Öyle olsun bakam.” deyip sustu. Az sonra adam horlamaya başlamıştı. Kadın “Zıbarısıca bi şeyi annadıvemez.” diye söylenerek uyumaya çalıştı, uyudu.

 

Sabah ilk horoz ötüyordu ki kadın uyanıp kalktı. Adam hâlâ horluyordu. Onu dürtüp uyardı.

 

Adam “Ne var?” der gibi bakarken aklına kasabaya öteberi götüreceği geldi, hemen o da kalktı. Karısına “Çabuk olalım, hazırlanam. Kamyon ezanla ordan geçicek.” dedi.

 

İkisi de telaşlanmıştı. Adam “Çabuk olalım, hazırlanam” deyince kadın kendinin de gideceğini anladı. İçinden ‘Tabii gidmem lazım, oğlumu kendi ellerimle yerleşdiren’ diye geçirdi.

 

Ayrıca kasabaya gideceği için sevinçliydi. Çünkü buralarda; köylerde kadınların kasaba yüzü görmesi neredeyse olanaksızdı.

 

Kadın kıvrayıp bir yatakla yorganı, yere serilecek küçük eski bir hasırı çabucak hazırladı. Adama “Sobayı ordan mı alıcen?” diye sordu. Adam “O garı, soba isdimez, ocak o işi görür, dedi. Gine icab ederse ordan alırız.” dedi. Kadın “Hangi kadın?” diyecekti, sustu. İçinden ‘Şindi gine bi şe demez, varınca görürün o garıyı.’ diye düşünüyordu.

 

Bu sırada kızlar da kalkmıştı. Onlar daha çok dün verdikleri siparişin alınıp alınmadığıyla ilgiliydi. Ama ana ve babalarını telaşlı görünce onlar da yardıma koştu.

 

Kadın bir gün önce yaptığı ekmek ve katmeri bir çıkına koydu. İçine biraz daha keçi peyniri koydu. Bir çanağın içine katılaşmış yoğurttan dört kaşık koydu. Üstünü yufkayla kapadı. Bir ibriğin içine akşamdan yaptığı tarhana çorbasını doldurdu.

 

Bu sırada da konuşuyordu. Çorbayı koyunca “Bundan sabahları azar azar gaynadıp yer. Öğlen de peynir ekmek bi şeyler yer. Bekmez goydum, onu da banar banar yer. Aşam da ekme ısıdır, bakkaldan Vita yağ falan alır, sürünür yer.” dedi, “Oğlana para falan bırakdın de mi?” diye sordu.

 

Adam götüreceği şeyleri paketlerken “Bırakmamın, iki buçuk lira godum. Haftaya gidince gine veririn.” dedi.

 

“Bundan keri oğlana çalışcez” diyecekti, kasabada herkesin oğlanı okuttuğu için kendine söyledikleri aklına gelince utandı. “Tabii garı, oğlan okuyuncuya gadar ne gerekiyosa yapıcez, icabında ganımı satıp oğlanı okuducen” dedi.

 

O an kamyondaki pazarcının söyledikleri aklına gelmiş, hafiften gururlanmıştı.

 

Kadın kocasının en son “İcabında ganımı satıcen, oğlana okuducen.” dediğini duyunca içinden kocasına karşı bir sıcaklık duymuş, canı da acımıştı. Ama adamın bıraktığı parayı da az bulmuştu. Saklıca biriktirdiği paradan yüz elli kuruş daha yanına alıp oğlana verecekti.

 

Çünkü ne olur olmaz, oğlan gurbette “dımdızlak” galmasındı. Kızların aklı hâlâ siparişteydi. Herkes kendi kafalarındaki kaygılarla çabucak gidecek ne varsa hazırladılar.

 

Bu sırada küçük çocuk da uyanıp gelmiş, babasına “balon” soruyordu. Adam o telaşının içinde cebinden balonu çıkarıp oğlana verdi.

 

Kendine bakınan kızlara “Gızla sizin siparişleri de hep aldım, şindik işimiz çok acil, akşam gelince gösderen.” dedi.

 

Kızlar siparişlerinin alındığını duyunca sevinçle ‘kıvradılar’ Adam aşağıdan bir çuvalın içine kesilmiş köklerden koydu. Bir küçük torbaya da çıralardan koydu. Sonra karısına seslendi “Haden çabuk olalım, gamyonu gaçırcez.” dedi.

 

Her biri telaşla bir şeyin ucundan tutup yürüdü. Kadın hâlâ eksik bir şey kaldı mı diye bakınıyordu. Adam kızdı “Ya garı, bakınıp durmu da yörü.” dedi. Kadın telaşla eline aldığı çıkın ve ibrikle yürürken “Ha esik bi şe galdı mı deyi bakınıyodum.” deyince adam “Şindik başlecen eksiğinden ha. Ula oğlan Fizan’a gitmedi ya esik bi şey varısa hafdaya götürüz.” diye söyleniyordu.

 

Kızlar, kadın, adam, yanlarında elinde balonla küçük çocuk koşarak arabaya yetişmeye çalışıyorlardı. Yükün ağırını adam ve kızlar almıştı.

 

Onlar telaşla köyden çıkarken bu sırada kalkmış kimi komşular, bahçelerdeki tuvaletlere ellerinde taharet ibriği ile giderken onları görüyor, her biri kendine göre komşuları hakkında akıllarından bir şeyler geçiriyorlardı.

 

Kadının emmi kızı da kalkmış ve onları görmüş, içinden ‘Bizim emmi gızı da bi şeyden esik galmıyo, gıçlanda geycek donları yok, bizimle çocuk okuducez deyi yarışıyor’ diye geçiriyordu.

 

Emmi kızının ve komşuların kendileri hakkında iyi kötü düşüncelerinden habersiz adam, karısı, iki kızı ve elinde balonuyla küçük oğlu koşturarak kamyon geçmeden köyün “beklemesine” varmaya çalışıyorlardı.

 

Adam önde, kızlar hemen ardında, kadın bir elinde bir yük, diğer elinde öteki eliyle sımsıkı balonu tutmuş olan küçük çocuk kestirmeden tarlaların içinden, bata çıka kâh yürüyerek kâh koşarak soluk soluğa kasaba yolu üzerindeki beklemeye vardılar. Ellerindeki yükleri yere koydular. Hepsi de adamakıllı yorulmuştu.

 

Adam kamyonun geleceği tarafa bakarken “Allah vere da kamyon geçmemiş olsun. Eğer öyleyse yandık valla.” diyordu.

 

Karısı “Sus herif, azından yel alsın. Daha sabah ezanı okunmadı, marak edme.” diye kocasını teselli ediyordu. Gerçekten hava hâlâ karanlıktı. Ay olmasa buraya zor gelirlerdi.

 

Havada sonbahar ayazı vardı. Yolda yükle koşarak ısındıkları için fark etmemişlerdi. Ama şimdi hepsi de üşümeye başlamıştı. Oldukları yerde zıplamaya başladılar.

 

Küçük çocuk da zıplıyordu. Soğuktan burnundan akan sümüğüyle çok tatlı gözüküyordu. Soğuktan yanakları da kızarmıştı. O, işin oyununda babasına, anasına, ablalarına bakarken bir yandan zıplıyor, bir yandan gülüyordu.

 

Anası eliyle çocuğun burnundaki sümüğü sildi, kucağına alıp öptü. Çocuk hâlâ gülümsüyordu ve elindeki balonu sımsıkı tutuyordu. Küçük çocuğun hâli, hepsinin içini ısıtmış, hepsi çocuğa gülüyordu.

 

Bu sırada kamyonun geleceği taraftan bir inilti duyuldu. Güneşin doğduğu tarafta da bir aydınlanma başlamıştı. İleriden farlar gözüktü. Hepsi heyecanla kamyonu beklemeye başlamıştı. Gelen, kesin bekledikleri kamyondu. Çünkü o yıllar çok az kamyon vardı. Pancar sevkıyatı olmasa bu yoldan sabahtan akşama bir iki kamyon anca geçerdi.

 

Otobüsü bu yollar henüz görmemişti. Demokrat Parti iktidarıyla birlikte bu kamyonlar gözükmeye başlamıştı. Demokrat Parti iktidar olalı iki yıl olmuş, her şey bolarmış, daha önce olmayan veya piyasadan kalkan her şey yavaş yavaş kasabalardaki bakkal ve pazarlara gelmeye başlamıştı. Oysa daha önceleri her şey yoktu.

 

Hele Alman harbinde bırakın kamyonu çay, şeker, yağ hep karneyle veriliyor, yiyecek ekmek bile zor bulunuyordu. Zaten o yokluk ve sıkıntılar İnönü’nün sonunu getirmişti.

 

O yıllar en rahat olan memurlardı. Onun için biri okudu mu memur olup rahat edecek diye imrenerek bakılırdı. Kızlar memura vardı mı yalnız kız değil bütün ailesi, sanki piyango çıkmış gibi sevinirdi.

 

Memur oğlu veya damadı olan o yörenin en itibarlı kişisi sayılırdı.

 

Henüz o yıllar, en azından bu yörede, kızlar okumaya başlamamıştı. Tek tük ortaokula giden kız olurdu ki onlar da kasaba ve şehirde oturanlardandı.z

 

Bir de köy enstitülerinde kızların okuduğu söyleniyordu. Ama iktidar onlara “komünist” dediği için halk da o kızlara iyi gözle bakmıyordu.

 

İşte böylesi yıllarda adamın çocuk okutma gayreti şanslı başlamış, aynı şans devam ediyordu. Çünkü beklenen kamyon, sanki hususi tutmuş gibi gelip önlerinde durdu. Şoför aşağı inip yanlarına geldi. Gülümseyerek “Ooo arkıdeş, sen köyü göçürmüşsün yavu.” dedi.
 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..