Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '08

 
Kategori
Blog
 

Culduz’un soruları, THK, sivil toplum, kampanyalar ve Sümerbank üzerine

Ezbere dayalı eğitim sistemimiz soru sormayı bilmeyen, aklına getirmeyen, kritik konularda soru sorana da pek iyi gözle bakmayan bireyler yetiştiriyor. Kurumlara ve görevlere ilişkin soru sorulmasını kişilik haklarına saldırı olarak değerlendirebiliyoruz. Ümit Culduz’un Türk Hava Kurumu’nun (THK) bir sivil toplum kuruluşu olup olmadığı ve Milliyet Blog'da çokça duyurusu yapılan yangın söndürme uçağı alımı kampanyasına ilişkin sorularına karşı gelen tepkilerde de benzer bir yaklaşım sezdim. Ümit Culduz’un sormaktaki niyeti ne olursa olsun sorduğu sorular gayet yerindeydi. Bunlara kızarak tepki göstermek, işin içine Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, rejimi vs karıştırmak yerine ilgili kişilerin zamanında cevap vermesi daha uygun olurdu.

Soran/sorgulayan, hesap verebilen toplumlarda şeffaflık ve güven artar. Buna çok basit bir örnek verebiliriz: Mesela Culduz’un Sn. Talip Bölükbaşı’nın geçen yıl Eymir toplantısı sırasında, gezi mekânı üzerinde yaptığı uçuşun masraflarını kimin karşıladığı sorusu bazılarına ilk bakışta yersiz ve "ayıp" bir soru gibi gelebilirdi. Oysa Talip Bey’in bu soruyu yanıtlayıp uçuşun masraflarının nasıl karşılandığını açıklaması sonuçta hem onun lehine oldu hem de toplumumuzdaki genel şeffaflık arayışına katkıda bulundu.

Gerçi öteki sorular tam yanıtlanmadı gibi geldi bana ama bu kadarı bile önemliydi. Sonuçta Ümit Bey’in yaptığı şeyin hiç de öyle anlamsız ve yersiz olmadığını kanıtlamaya yeterliydi.

Ümit Bey ayrıca, Türk Hava Kurumu’nun bir sivil toplum kuruluşu olmadığını öne süürmüştü. Talip Bey ise cevabında THK’nin sivil toplum örgütü olduğunu iddia ediyor. Aslında bu konu ne ilgi alanıma giriyor ne de bugünlerde üzerinde düşünebilecek halim var. Ama benim bilgi dağarcığımdaki şeyler THK’nin pek de sivil toplum örgütü/kuruluşu kategorisine sokulamayacağını söylüyor. Birçok kavram gibi “sivil toplum örgütü” kavramı da bize Batı’dan geçmiştir ve Batı ülkelerindeki adı “non-governmental organization-(NGO)”dur. Yani “devletle ilgili olmayan kuruluş/örgütlenme”… Wikipedi’ye göre, “Sivil Toplum Kuruluşları, herhangi bir devlet organından bağımsız bir şekilde özel kişilerin girişimiyle kanuni olarak kurulmuş her türlü organizasyon için kullanılan genel bir terimdir. STK’ların tamamen veya kısmen devlet organları tarafından desteklendiği durumlarda bile STK bünyesinde herhangi bir devlet yetkilisi bulunmadıkça kurumun STK olma özelliğinin devam ettiği kabul edilir” Yani özetle, bu tür organizasyonların en belirgin ve ayırt edici özelliği devletle doğrudan bir ilişkilerinin olmayışıdır.

Oysa THK’nin tüzüğüne ve yönetim yapısına baktığımızda bir sivil toplum örgütü olamayacağı kolayca anlaşılır. Nitekim, normalde sivil toplum örgütlerinin genel kurulunu THK’de olduğu gibi parlamanto başkanları, silahlı kuvvetler yetkilileri, valiler, belediye başkanları, başbakanlık yetkilileri oluşturmaz. Peki THK’nin bir sivil toplum örgütü olmayışı onun önemini ve değerini azaltır mı? Bence azaltmaz. Ama bu durum onun niteliğini değiştirir, bir sivil toplum örgütü olarak sunulmasına engel olur. Yönetim yapısı, yönetimin seçimi, gelirleri, gelir toplama ve bu gelirleri kullanma biçimleri de farklı olur. Çok önemli bir fark daha: Sivil toplum kuruluşlarının ideolojileri olabilir ama devlet kuruluşlarının ideolojisi olamaz. Mesela bir devlet kuruluşu, “ben sadece belli bir dünya görüşünü taşıyan kişilere hizmet verir, bazılarına vermem” diyemez. Zaten devletin ideolojisi olamaz. Devlet, hangi görüşten olurlarsa olsunlar bu ülkedeki tüm vatandaşların devletidir. Nasıl ki hazinesine vergi toplarken, ordusuna asker alırken, bağış talep ederken vatandaşlarının kılık kıyafetlerine, siyasi, dini görüşlerine, etnik kökenlerine bakmıyorsa onlara hizmet verirken de böyle bir ayrım yapamaz. İstisnalar, kısıtlamalar, kurallar koyabilir ama esas olan devletten hizmet talep eden herkesin eşit haklara sahip olmasıdır. Ancak bizim kavramları hep kendimize göre yorumlama ve her işin içine idelojiyi sokma alışkanlığımızdan dolayı, egemenlerimiz devletin hizmet sunumunda vatandaşlar arasında rahatlıkla ayrım yapabileceğini savunur. Mesela THK ve öteki kimi devlet kuruluşlarının tesislerine başörtülü kadınlar, liberaller, 2. Cumhuriyetçiler ve “dönekler” (!) giremez! (İlginç bir ayrıntı; Cumhurbaşkanı THK’nin onursal üyesidir. Ama şimdiki Cumhurbaşkanımızın eşi başörtülü olduğuna göre bu durumda her halde THK tesislerine alınmaması gerekiyor!)

Ümit Bey, THK’nin işlevini tamamladığı görüşünde. Talip Bey’in bir THK yetkilisi olarak buna karşı çıkması gayet normal bir şey. Burada yanlış olan, bu teknik olması gereken tartışmaya yine ideolojiyi, Atatürkçülüğü, rejimi falan karıştırmaktır. Hele ormanlarımızın korunmasını THK’nin bağış kampanyalarıyla alacağı yangın söndürme uçaklarına bağlamak daha büyük bir yanlıştır. ("Buna bağlanmış" demiyorum; ama kampanyaya itiraz edenlere gösterilen tepkiler nerdeyse bu anlama geliyor) Ümit Bey’in dediği gibi, ormanlarımızın korunması bağış kampanyalarına bırakılamayacak kadar ciddi ve önemli bir konudur. Vergilerimizi bunun için de ödüyoruz. Devlet ne yapıp edip bunun her türlü önlemini almalıdır. Uçaksa uçak, ağaçlandırmaysa ağaçlandırma, orman yakanlara en ağır cezaları vermekse vermek. Bu iş bağış kampanyalarına bırakılırsa, herhalde MB’nin üyelerinin bağışlarıyla ancak yangın söndürme uçağının bir tekerleği alınabilir. Tamamı alınıncaya kadar da bütün ormanlarımız kül olur gider.

Başka bir konu, Cumhuriyet/devlet kurumlarının birer “kale” olduğu, bu kaleleri bazı kesimlerin ele geçirmek istedikleri iddiasıdır. Sevgili arkadaşlar, bu devletin kurumları/kuruluşları hepimizindir. Bu kurumlar kimsenin özel mülkü değildir. Hükümetler, yöneticiler, yönetimler değişebilir ama kurumlar kalıcıdır. O kurumları sadece falanca kişiler yönetebilir diye bir kural olmaması gerekir.

Hatta bazı kurumlar zaman içinde işlevini tamamlandığı için kapatılabilirler de. Burada hemen akla yine MB’de bir tartışma konusu olan Sümerbank gibi KİT’ler geliyor. Sümerbank ve benzeri kamu iktisadi kuruluşları belirli bir zamanda, belirli koşullarda kurulmuş işletmelerdi. Ülkede sermaye birikiminin olmadığı, bu işletmeleri kuracak bir burjuvazinin bulunmadığı şartlarda zorunluluktan dolayı kurulmuşlardı. Ülke ekonomisine hem üretim hem de kültürel anlamda çok katkıları oldu. Ama gelinen aşamada bu kuruluşlar işlevini tamamladı. Ülkede görece epey güçlü bir burjuva sınıfı oluştu. Hem de artık sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok noktasında fabrika kurabilecek derecede güçlü. Evet, Sümerbank artık yok ama bugün Türkiye’de Sümerbank’ın yaptığı işi ondan çok daha verimli ve kaliteli biçimde yapan belki beş yüz tane "özel Sümerbank” var. Hangisini sayalım, Sanko fabrikalarını mı, Zorlu grubunun tekstil fabrikalarını mı, Merinos’un halı dokuma tesislerini mi...

Yazı uzadı. Bir başka blogla devam edeceğim.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..