Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Blog
 

Eleştirmek vatan hainliği midir?

Eleştirmek vatan hainliği midir?
 

Blogdaki THK tartışması gittikçe bir kısırdöngü halini alıyor. “Eleştirilen › eleştiren › eleştireni eleştiren › eleştireni eleştireni eleştiren › eleştireni eleştireni eleştireni eleştiren › .......” biçiminde süregiden bir döngü... Bu çember içinde yer almak istemiyorum. Ama bu konuyla ilgili yazdığım blogla bir ucundan ben de dahil oldum. (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=105351) Burada sözünü ettiğim döngüde ben “eleştireni eleştireni eleştiren” konumundayım. Bu konuda yazdığım ilk yazımın sonunda devamını yazacağımı söylemiştim, geçen haftaki yoğunluktan sonra ancak fırsat bulabildim. Bu yazıyla o sözümü yerine getirip, kendi adıma bu tartışmayı bitiriyorum.

Tartışmayı uzaktan izliyordum. Doğrusunu söylemem gerekirse, ne THK’ye ilişkin bir fikrim vardı ne de ona yönelik eleştirilere... THK misyonunu tamamlamış mıdır, tamamlamamış mıdır; kurumda adı yolsuzluğa karışan kimse var mı yok mu; sivil toplum kuruluşu mudur, değil midir(sivil toplum kuruluşu sayılamayacağını önceki yazıda anlatmaya çalışmıştım); bağışlarla yangın söndürme uçağı alınabilir mi, alınamaz mı; Sabiha Gökçen mirasını hangi kuruma bağışladı vs vs vs gibi konular pek ilgi alanıma girmiyor. Ama ilgilenenlerin, sorgulayanların, gördüğü aksaklıkları eleştirenlerin ve onlara cevap verenlerin de anlayışla karşılanması gerektiğine inanırım. Benim tartışmaya katılmamın nedeni gördüğüm bu anlayış eksikliği nedeniyledir.

Eleştiriye fazla tahammüllü bir toplum olduğumuz söylenemez. Ne kişiler ve kurumlar ne de kimlikler, inançlar ve fikirler bazında eleştiriye göğüs geremeyiz. Bilimsel analitik eleştiri geleneğimiz -hadi yok demeyelim ama- zayıftır. Eleştiriden çok hicve yatkınızdır. Belki de bu gelenekten dolayı olsa gerek, hicve de yine aynı biçimde hicivle, çoğu zaman da ağır cezalarla karşılık vermeyi tercih ederiz (bu toprakların en büyük heccavı Nef’i’nin Padişah tarafından boğdurulması gibi).

Özellikle yönetici konumunda olanlarımız ve onların destekçileri, eleştiriye kolayca çamur atma, ihanet, iftira, bölücülük, yıkıcılık, vatan hainliği vs etiketlerini yapıştırabilirler. Oysa eleştiri sert de olsa bazen haksız suçlamalar içerse bile sonuçta eleştirenden çok eleştirilenin işine yarar. Varsa, zaaf, hata ve eksiklerini saptama ve bunları giderme imkânı verir. Böylece eleştirilen, eleştirinin başladığı noktadan daha güçlü bir konuma gelir. Aslına bakılırsa eleştirenin eleştiriyi yapan kadar bile çıkarı yoktur. Hem zaten sorumluluk altına girip güç bir işe soyunmuştur hem de karşıdan gelecek tepkileri göğüslemek zorundadır. Ayrıca, kimi durumlarda iddialarının boş çıkması ihtimali de yok değildir.

Blogdaki son tartışmaya da eleştirinin eleştirilen açısından bu olumlu yönünün görmezden gelindiğini ve eleştirinin bizde gelenek olduğu üzere hemen, “karalama”, “çamur atma”, “vatan hainliği”, “vatansızlık”, “cumhuriyet düşmanlığı” vs biçiminde algılandığını hissetmem yüzünden katıldım. Ayrıca tartışmalar her zaman olduğu gibi hemen ilkeler ekseninden kaydırılıp kişisel düzeye indi. “Vatan haini”, “vatansız” vs şeklindeki hakaretler gırla gitti... Bildiğim kadarıyla, “vatan hainliği”nin yaptırımları Türk Ceza Kanunu’nun “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar” bölümünde ele alınır ve burada da müebbet hapis cezasına kadar varan cezalar söz konusudur. Bir kişiye böyle bir suç isnat etmek de ciddi yaptırımlar gerektirir. O yüzden, bu tür suçlamaları yöneltenler işin bu boyutunu hesaba katsalar bence kendileri açısından iyi olur.

Bu noktada küçük bir parantez: Hadi “vatan hainliği”nin hakaret olarak kullanılmasına alışığızdır da “vatansızlık”ın bu anlamda kullanıldığına da ilk defa tanık oluyorum. Bilindiği üzere, vatansız yani haymatlos, “herhangi bir devletin kanunlarına göre vatandaş sayılmayan kimse”dir ve statüleri hakaret değil, olsa olsa trajediyle ilgili benzetmelere izin verir. Ha, bir de “amele” benzetmesi var tabii... Bir MB üyesinin yorumuna göre de ortalık amele kaynıyormuş burda! Amele, yani "uygulamacı", yani işçi!..

Ayrıca çok önemli sorunlardan biri de bu tartışmalarda sık başvurulan dışlayıcı, ötekileştirici dildir. İş hemen “biz - onlar”, “rejim yanlıları-karşıtları”, “cumhuriyetçiler-cumhuriyet düşmanları”, “Atatürkçüler-Atatürk düşmanları” ikililerine kanalize ediliyor. Devletimizin her fırsatta dile getirdiği “iç düşman” konsepti bütün kuruluşların, toplumun ve bireylerin zihnine derinlemesine nüfuz etmiş durumda. Biraz eleştirel davrandın, birazcık fincancı katırlarını ürkütecek şeyler söyledin mi akıbetin bellidir: potansiyel iç düşman, bölücü, ikinci cumhuriyetçi, liboş vs vs... Tabii, birine Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı yaftasını yapıştırdınız mı işiniz büyük ölçüde kolaylaşır. Eleştiriyi daha kaynağında kesmiş olursunuz.

Bir parantez de burada açalım: bugünün tartışmalarına Cumhuriyeti ve Atatürk’ü karıştırmak her şeyden önce rejimi ve Atatürk’ü yıpratan, onu bu toplumun bir kesimine yabancılaştıran bir yaklaşımdır. Sonuçta bugün Atatürkçülük adına ortaya atılan şeylerin tümü birer “Atatürkçülük yorumu”dur. Hani Atatürk sağ olsaydı da örneğin AB konusunda bir görüş belirtseydi, ya da “AB’den uzaklaşıp Rusya ve Çin’e yaklaşmamız lazım” gibi bir şey söyleseydi bunun Atatürk ilkelerine uygun olup olmadığını tartışmamıza gerek kalmazdı. Ama bugün öyle bir şansımız yok. Atatürkçülüğün birçok yorumu olabilir. Örneğin, Cumhuriyeti kurduktan sonra ömrü boyunca Cumhurbaşkanlık yapması ve ülkeyi tek parti eliyle yönetmesine bakılarak “Atatürk ülkeyi tek partiyle yönetti, aslında en doğru yönetim biçimi tek parti diktatörlüğüdür” diye bir Atatürkçülük yorumu getirilebilir. Ya da tam tersine, ülkeyi yönettiği dönemde iki defa CHP’ye rakip olacak parti kurulmasına izin vermesine bakarak, “aslında Atatürk çok partili demokratik sistem istiyordu” da diyebiliriz. Ayrıca, onu İzmir İktisat Kongresinde serbest teşebbüsü desteklemesine bakarak “liberal”, 1930’lu yıllarda devlet eliyle fabrikalar kurmasını göz önüne alarak da bir çeşit “sosyalist” olduğunu iddia edebiliriz. Sonuçta Atatürk’ün yaşamı ve kararları bu kadar farklı değerlendirmelere izin verebilecek derecede değişken ve pragmatiktir. Bu da Atatürk’ün karakterinden çok o dönemin koşullarıyla ilgili bir şeydir.

O nedenle gelin, günümüzle ilgili sorunları tartışırken önce kendi aklımızı, fikrimizi, ilkelerimizi kullanalım. İşin içine bu kavramları ne kadar çok karıştırırsak onları o derecede tartışmaya açık hale getirmiş oluruz. Nitekim halen yaşanan da budur. Mesela yangın söndürme uçağı kampanyasının MB’deki duyurularının altında sürekli “Atatürk’ün kurumları”ndan, “rejime ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çık”ılmasından söz edilmesi bu kavramları da ister burada yaşanan tartışmaların içine katar; katıyor da… Her şeyden önce, bir kere işe bu şekilde yaklaşırsanız daha baştan kendi kampanyanızı belli bir alana hapsetmiş olursunuz.

Aynı yanlışlık Haziran ayında yapılması planlanan İnönü toplantısının duyurularında da tekrarlanıyor. Daha toplantı önerisinin ortaya atıldığı ilk blogda işin içine “ikinci cumhuriyetçilik”, “döneklik”, “bölücülük” gibi her yöne çekilebilecek siyasi kavramların katılması, gün geçtikçe bu toplantının bir seferberlik havasında, belli bir siyasi anlayışı taşıyanların ötekilere karşı gövde gösterisine dönüştürülmek istenmesi aynı yanlışın başka bir tezahürüdür. Sonuçta oraya bir görev için falan değil, eğlenmek, dinlenmek için gidiliyor. Üstelik kamplaşma/kutuplaşma eğilimi orada da bitmiyor. Bir arkadaşımız konuyla ilgili tartışma yazılarına gönderdiği yorumlarda açıkça, bazı kişilerin yazılarının okunmamasını, yorum yapılmamasını telkin ediyor. Bir anlamda Blog okur-yazarlarının iradesine müdahale ediyor. Bu tavra nasıl bir isim verilebilir onun takdirini okuyanlara bırakıyorum.

Görüleceği üzere, olayı genel olarak ilkeler düzeyinde ve makro planda ele almaya çalıştım. Bu nedenle tartışmada ilgili kişiler belli olmasına rağmen isim vermekten kaçındım. Amacım bu tartışmayı kişisel boyuttan ve kısırdöngü halinden çıkarıp olması gereken eksene oturtmaktı. Konuyu hiciv üslubunda da ele alabilirdim ama hicvin yıkıcılığı yerine analitik eleştirinin yapıcılığını tercih ettim. Tabii bir blog yazısının elverdiği ölçüde... Dilerim başarabilmişimdir. Umudum, bu toplumun bir kesiti olarak, MB'de ülkedeki genel yanlışları taklit edip tekrarlamak yerine, eleştiri ve özeleştiri araçlarını iyi kulllanarak, tahammül ederek, birbirimizi anlamaya çalışarak mütevazı boyutta da olsa bir olumlu örnek oluşturabilmektir…
..........

Resim: blainehall.com/Characters/C_images/critic.jpeg

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..