Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '08

 
Kategori
Sinema
 

Bahçe sinemasının dayanılmaz hafifliği

Bahçe sinemasının dayanılmaz hafifliği
 

GÜNEY (1988, 122 dk.) Yön.: Fernando E. SOLANAS


Şimdi gözlerinizi kapayın.Yıldızlı bir gecede ıhlamur çiçekleri kokan bir bahçedesiniz, biraz ötenizde de fıskiyeli bir havuz. Sıcak bir günün bitiminde iskemlenize yayılmış, çayınızı yudumlarken ve ılık bir meltem annenizin şefkat dolu eli ya da sevdiceğinizin sevgi dolu eli de olabilir, saçlarınızı okşarken, yıldızların altında karşınızdaki beyaz perdede oynamakta olan filme kaptırıp gitmişsiniz. Ne Ergenekon masalları kalmış aklınızı meşgul eden, ne de ekonomik dertler. Filenizin ya da pazar çantanızı artık neden yarı yarıya bile dolduramadığınızın derdini de dondurmuşsunuz usunuzda. Sadece yıldızlar, o tatlı esinti ve film izleyen çocuk var.

Bu kadar tuhaf bir dönemden geçerken tarihimiz, İnternet'den, televizyonlardan ve gazetelerden bir kaç saat olsun uzakta kalıp, ikide bir reklamlarla kesilmeyen filmleri izleme özgürlüğünü tanımışsınız kendinize.

Nerede o eski bahçe sinemaları demeyin, üzüleceğim yoksa. İki senedir dilimizde tüy bitti anlatmaktan. Var o bahçe sinemalarından, hem de İstanbul'un orta yerinde , Bahariye'de var. Hem de çaylar kahveler sizden ama filmlerin ücretsiz seyredildiği bir sinema var, Bahariye'de Ali Suavi sokakta.

Hani şu Boğa Heykeline sırtınızı verip Bahariye'ye doğru çıkarken, girişinde Ali Suavi'nin büstü ve açık bir mermer kitap bulunan, gümüşçülerin, küçük el sanatkarlarının yaz kış demeden plastik korunaklarda satış yaptıkları sanatçılar sokağından bahsediyorum, soldaki ilk sokaktan. Sokağa girip biraz yürüyünce, kiliseyi geçince, sarı ampullerle aydınlatılmış güzel bir bahçe göreceksiniz. Orası Nazım Hikmet Kültür Merkezi.

Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde dört yıldır bahçe sineması keyfi yaşanıyor, yıldızlı ılık yaz gecelerinde. Film başlamadan önce de dostlarla güzel sohbetler. Yalnız da gelebilirsiniz, ya da yanınızda artık sonsuza kadar yitirdiğiniz sevgili dostların anılardaki hayalleri de eşlik edebilir. Belki de sarı ampüllerin ışığı altında çocukluğunuzun sinemalarına bir kaçamak yaparsınız. Seçim size kalmış.

Geçen yıl da yazmışız, değerli yazar Oktay Akbal'ın öykülerindeki eski İstanbul'un bahçe sinemalarını, yerdeki gazoz kapaklarını ve ilk topuklu ayakkabılarını ayağına geçiren kızın heyecanla yamuk yumuk yürüyüşlerini
" yazlık sinemanın keyfini yaşamak yeniden" adlı bloğumuzda.

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=48530

Sinemanın, üretim boyutuyla olduğu kadar, izleme boyutuyla da kolektif bir sanat olduğuna; filmlerin bilgisayar veya televizyon ekranlarına hapsedilmemesi gerektiğine inanılan Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde bahçe sineması gösterimleri dördüncü yılına giriyor.

Merkezin Yöneticisi ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Sinema Topluluğu sözcüsü Nimet Çakıcı'ya kulak verelim:

" Nâzım dostlarını, ülkemiz sineması ile, Avrupa, Latin Amerika, Ortadoğu’dan çağdaş, özgün ve güçlü sinemasal örneklerle buluşturmaya ve bu filmler aracılığıyla hayatımız ve insanlığa dair sorular sormaya çalıştık.

Bu yaz ayları için programımızın rotasını, yine hayata ve insanlığa dair güçlü önermelerle yüklü, ama bu defa sinema tarihine de uzanan önemli yapımlara doğru genişletiyoruz. Hem sinema tarihinin başyapıtlarla, hem de güncel örneklerle, yazlık sinemamıza devam ediyoruz.

Bu çerçevede Theo Angelopoulos, Michael Haneke, Nanni Moretti, Mike Leigh, Cafer Panahi gibi önemli çağdaş yönetmenler kadar Luchino Visconti, Akira Kurosawa, Charles Chaplin, Orson Welles, Pietro Germi, Federico Fellini, Sergey Ayzenştayn, Grigori Çukray gibi sinema tarihinin önemli yönetmenlerinin eserleri ve kendi sinemamız ile de buluşturacağız sizleri.

Çağdaş gündemlerle olduğu kadar, aslında hiç de eskimeyen sorularla dolu, siyah-beyaz filmlere de uzanacağız… Hep birlikte gülmek, hüzünlenmek, umutlanmak ve elbette düşünüp tartışmak için."

Eh düşünmekten kurtuluş yokmuş anlaşılan zaten biliyorduk ya ama ben neyi seviyorum biliyor musunuz?

Bir filmi izlerken aniden tuhaf bir algılama gücünün gelişivermesi ile önce yabancılaşıp sonra da çağdaş gündemi bambaşka bir boyutudan yakalayıp çözmeyi. Bu romanlarda da, karikatürlere bakarken de, resim, heykel sergilerini ya da fotoğraf galerini gezerken de yaşadığım bir alımlama süreci. Bu nedenle seviyorum sanatı. Gözümü açtığı için, gerçek bir aydınlık saçtığı için.


Şimdi de Temmuz ayı filmlerinde kısa bir yolculuğa çıkalım Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Sinema Topluluğu' nun bülteninden yaptığımız alıntılarla. Unutmadan Çarşamba ve Cuma akşamları.

9 Temmuz Çarşamba - 21:00

TİMSAH (IL CAIMANO) (2006, 112 dk.)
Yön.: Nanni MORETTI
Oyn.: Silvio Orlando, Margherita Buy, Jasmine Trinca, Michele Placido, Giuliano Montaldo, Antonio Luigi Grimaldi, Paolo Sorrentino, Elio De Capitani
Sinema neyi anlatır? Nanni Moretti, İtalya’dan çıkan bu önemli çağdaş yönetmen, sinemanın her şeyi anlatabileceğini, ama öncelikle, içinde varolduğu topluma karşı siyasi ve ideolojik sorumlulukları olduğunu ileri sürüyor, neredeyse bütün filmleriyle. Bu son filminde de, kimsenin dil uzatmaya cesaret edemediği Silvio Berlusconi’yle uğraşıyor.
Timsah’ın hikayesi şöyle gelişiyor: Bruno Bonomo, B sınıfı filmler yapan ve bir süredir piyasanın kenarında kalmış bir yapımcı. Filmleri, bizdeki “Dünyayı Kurtaran Adam”ın fantastikliğini ve aslında saçmalığını barındırdığı için, “kült film modası” çerçevesinde genç jenerasyon tarafından yeniden keşfedilmiş durumda. Bruno, bir yandan, yeniden sinema piyasasına geri dönüş yapma planları yaparken, diğer yandan da eşiyle yaşadığı sorunları aşmaya çalışıyor.
Eski filmlerinin gösterimlerinin yapıldığı bir etkinlikte, bir genç kız Bruno’ya bir senaryo veriyor: “Timsah”. Genç yönetmenin niyeti, bütün sinema piyasasında kimsenin tek bir söz etmediği Berlusconi ile uğraşmaktır. Bruno önce bu senaryoyu da alışkanlıklarıyla, fantastik bir film olarak “okuyor” ve projeye dört elle sarılıyor. Ama giderek Timsah’ın kim olduğunu fark edecek ve bu projeyi filmleştirmenin hiç de kolay olmadığını görecektir.

11 Temmuz Cuma – 21:00
ASKERİN BABASI (1964, 86 dk.)
Yön.: Rezo ÇEKİDZE
Oyn.: Sergo Zagariadze, Vladimir Privaltsev, Aleksandr Nazarov, Aleksandr Lebedev, Yuri Drozdov, Vladimir Kolokoltsev, Ketevan Boçorişvili, Yelena Maksimova
Geçtiğimiz ay gösterdiğimiz “Askerin Türküsü” filminden sonra Nazi işgalini anlatan bir Sovyet filmi ile daha buluşuyoruz Nâzım’ın bahçesinde. Sovyet sinemasında ve genel olarak sanatında çok önemli bir yer tutuyor 2. Dünya Savaşı ve Anayurt Savunması. Bizler için de önemli: Çünkü, savaş sonrasında özellikle Sovyet edebiyatı ve sineması, savaş hakkında, insanlığın görebileceği en barışçıl, insancıl ve etkileyici hikayeleri ortaya koyabilmişti.
Filmdeki “Askerin Babası”, Giorgi, geleneklerine bağlı, toprağa sevdalı, inatçı ve sevecen bir Gürcü köylüsü. Cephedeki oğlunun yaralandığını haber alınca, oğlunu ziyaret etmek üzere yola çıkıyor. Hastaneye vardığında oğlunun taburcu edilip yeniden cepheye döndüğünü öğreniyor. Ama karısı giderken uyarmıştır Giorgi’yi: “Oğlumu görmeden dönme sakın!” Bu durumda Giorgi kararını veriyor: Henüz yakında olan cephedeki oğlunu bulmadan köyüne dönmeyecektir.
“Askerin Babası”, özellikle Giorgi’yi oynayan Sergo Zagaridze’nin etkileyici oyunculuğuyla ve müzikleriyle, mutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri.
Bir duyuru da yapmış olalım bu vesileyle: Barış Derneği, bundan böyle her ay bir filmle gösterimlerimizde yer alacak. Filmden önce yapacağı sunumlarla, dünyadaki ve ülkemizdeki barış mücadelesinin farklı yönlerini ortaya koyacak. “Askerin Babası” Barış Derneği özel gösterimlerinin ilki.

16 Temmuz Çarşamba – 21:00
TESADÜFİ BİR KRONOLOJİNİN 71 PARÇASI (1994, 95 dk.)
Yön.: Michael HANEKE
Gabriel Cosmin Urdes, Lukas Miko, Otto Grünmandl, Anne Bennent, Udo Samel, Branko Samarovski, Claudia Martini, Georg Friedrich
19 yaşındaki bir genç, neden girdiği bankada rastgele ateş açar etrafına?
12 yaşındaki bir Romen çocuğun Viyana’da tek başına ne işi vardır?
Artık ömrünün son yıllarındaki bir insan, neden yapayalnız yaşar?
Evlilikler, neden cinnetin eşiğinde sürüp gider?
Bütün bunlar arasında, bu tesadüfi soruları birbirine bağlayan bir bağ var mıdır?
Haneke, Avrupa’ya bakıyor yine…
Bir uygarlık projesi olarak göklere çıkarılan Avrupa Birliği, insanlığı ileri taşıyan kendi tarihinden kopmuş, köksüzleşmiş ve kendine hayat verecek olanlara ihanet etmektedir her geçen gün.
Bu tesadüfi soruları tesadüfen sormuyor Haneke. Sinematografik olarak kimi denemeler de yaptığı bu filmiyle, Avrupa’nın ve insanlığın geleceği için duyduğu endişeyi paylaşıyor izleyicisiyle…

18 Temmuz Cuma – 21:00
AMARCORD (1973, 127 dk.)
Yön.: Federico FELLINI
Oyn.: Pupella Maggio, Magali Noël, Bruno Zanin, Armando Brancia, Cicco Ingrassia, Nando Orfei, Luigi Rossi
Sinema tarihinin klasikleri arasında sayılan Amarcord, İtalya’nın Rimini kasabasında geçiyor. Dönem faşizmin İtalyan halkından da belirli bir destek gördüğü Mussolini dönemidir. Fellini bu filminde, hem bir büyüme hikâyesi anlatıyor, hem de bir “özgürlük” sorunsalı etrafında, kilise, tutucu kasaba hayatı ve faşizm üzerine betimlemelerini paylaşıyor. Önemli senaryo yazarı Tonino Guerra’nın katkılarıyla, Nino Rota’nın etkileyici müzikleriyle, Giuseppe Rotunno’nun resmileriyle örülü bu klasiği, Nâzım’ın bahçesinde hep birlikte izlemeye davet ediyoruz dostlarımızı…

23 Temmuz Çarşamba – 21:00
GÜNEY (1988, 122 dk.)
Yön.: Fernando E. SOLANAS
Oyn.: Susú Pecoraro, Miguel Ángel Solá, Philippe Léotard, Lito Cruz, Ulises Dumont, Roberto Goyeneche, Gabriela Toscano, Mario Lozano, Nathán Pinzón
Bir başka klasik ve önemli yapım, “Güney” de bu ayki programımızda yer alıyor.
1983 yılında, Arjantin’de hüküm süren askeri diktatörlüğün sona ermesiyle salıveriliyor Floreal. Beş yıllık cezaevi mahkûmiyetinin ardından, eski yaşamına dönüp dönemeyeceği konusunda kendini çok güçsüz hissetmektedir. Karısının kendisini aldattığını öğrenmiştir ve eve ve ailesine dönmek konusunda isteksizdir.
Sokaklarda umutsuzca gezindiği bir gece, eski arkadaşı El Negro’ya rastlıyor. El Negro, aslında darbe esnasında öldürülmüştür. Ama rastlaştıkları bu gecede, El Negro, darbe sırasında neler yaşandığını anlatmak için karşısına çıkmıştır Floreal’in…
Sinemamızda da sıkça (ama sık olduğu kadar başarılı olamayan bir biçimde) işlenen bir konu ile karşı karşıyayız. Ülkemizde yaşanan darbelerin nasıl bedeller ödettiğine ilişkin olarak belleklerimiz, her şeye rağmen taze…
Solanas, bu filminde emperyalizmin “Güney” üzerinde oynadığı oyunlardan, sıradan insan hikayelerine kadar geniş bir yelpazede, bizim sinemamızda pek rastlanmayan bir şiirsellikle geziniyor. Astor Piazzola’nın da müzikleriyle damgasını vurduğu bu etkileyici filmde birlikte olmak dileğiyle…

25 Temmuz Cuma – 21:00
YUMURTA (2007, 93 dk.)
Yön.: Semih KAPLANOĞLU
Oyn.: Nejat İşler, Saadet Işıl Aksoy, Ufuk Bayraktar, Cengiz Bozkurt, Tülin Özen, Gülçin Santırcıoğlu, Kaan Karabacak, Semra Kaplanoğlu
Gösterimlerimizde, ülkemizde üretilen sinemaya yer vermeye özel bir önem ve değer verdiğimizi, izleyicilerimiz biliyor. Bu defa, geçtiğimiz sezon pek çok tartışma yaratan bir filmle bir aradayız: Yumurta.
Yusuf, İstanbul’da sahaflık yapan bir şair… Annesinin ölüm haberini alınca, yıllardır uğramadığı, bir Ege kasabasındaki çocukluk evine geri dönüyor. Annesini toprağa verip tekrar İstanbul’a dönmeyi düşünüyor. Kasabaya geldiğinde, evde, uzak akrabası Ayla onu karşılıyor. Ayla beş yıldır Yusuf’un annesi Zehra ile yaşamaktadır. Ayla’dan annesinin bir adağı olduğunu öğrenen Yusuf, bu adağı yerine getirmek üzere birkaç gün daha kasabada kalmaya karar veriyor.
Semih Kaplanoğlu’nun çok sayıda ödül alan bu yeni filmi, genel karakteri itibariyle insanın iç dünyasına yabancı kalan sinemamızın dışına çıkabilen ve etkileyici bir sinematografiye sahip bir film. Hayatın “insanlıktan çıkarıcı” işleyişine teslim olmamanın olanaklı olup olmadığını da sorgulayan bir film… Yönetmen, bir üçlemenin (Yumurta-Süt-Bal) parçası olan bu filmin ardından, diğer iki film üzerine çalışıyor şu anda.




http://www.nazimhikmetkulturmerkezi.org/

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..