Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Temmuz '08

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Askerlerin siyasete tek bir müdahale şekli olması gerekir; Oy vermek

Askerlerin siyasete tek bir müdahale şekli olması gerekir; Oy vermek
 

Aslında 1960'lı yıllardan önce ordu mensuplarının böyle bir hakkı da yoktu. 1960 darbesinden sonra rütbeli askerlere oy verme hakkı verildi. Bu da, Mustafa Kemal'in asker ile ülke yönetimi arasına koyduğu sert önlemlerin bir parçasıydı. Ancak 1960'dan sonra asker ve ülke yönetimi arasındaki ilişkiler tamamen bozuldu.

Bizim ülkemizde “normal” kavramı ile “anormal” kavramı arasındaki ilişki daha çok zaman faktörü üzerinden gelişiyor gibi geliyor bana. Bir şey uzun bir zaman varlığını sürdürürse normal, zaman zaman geniş aralıklarla ortaya çıkarsa anormal oluyor. Oysa normali belirleyen tek şey alışılagelmişliği değildir. Mantık kuralları, bilimsel veriler, insanlığın düşünsel becerileri ve deneyimleri neticesinde geldiği seviyenin belirlediği evrensel kurallara uygun olma halidir aynı zamanda.

Gelişmiş ülkeler arasında askerlerle siviller arasındaki ilişkiler oldukça belirlenmiş kurallara tabidir ve o ilişkinin normali o kurallarca belirlenir.

Oysa bizim ülkemizde asker ve sivil ilişkilerindeki “normal”, bu belirlenmiş kuralların oldukça uzağındadır. Uzun yıllardan beridir o kadar alışkın hale gelmişiz ki, bu ilişki düzeyini sıradan, normal ve standart bir durum olarak algılıyoruz. Örneğin bu ülkede yıllarca sıkıyönetimler, olağanüstü haller sivillerin yetkilerini askerlerini devretmesi şeklinde kolaylıkla yaşandı. Düzenli aralıklarla darbeler, müdahaleler, muhtıralar oldu. Sivillerin tek yaptığı şey ise şapkalarını alıp gitmek oldu.

Oysa asker sivil ilişkileri Cumhuriyetin başında böyle değildi. Örneğin 1960 yılına kadar askerlerin bu ülkede oy kullanma hakkı bile yoktu. Mustafa Kemal asker ve sivil ilişkilerini o kadar sıkı ilkelere bağlamıştı ki, en sonunda “Ya üniformanızı çıkarıp siyaset yapın, ya kıtanızın başına dönüp memleket idaresine karışmayın” demek zorunda kaldığı deneyimler yaşamıştı. Mustafa Kemal bu söz doğrultusunda Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte adım adım yeni düzenlemeler yapmaya gitmiş ve askerlerin oy atma hakkının engellenmesi gibi sert önlemler almak durumunda kalmıştı. (Askerin sivil yaşam ve siyasete bu kadar sirayet etmesinin müsebbibi 1960 darbesidir ve sırf bu nedenle bile asla devrim değildir)

Elbette bir çok kişi, askerin siyasete müdahalesinin siyaset çerçevesinde değil, ülkenin ve cumhuriyetin temel değerleri üzerinden gerçekleştiğini söyleyeceklerdir. Ancak bu da, zamanla bizim zihinlerimizde oluşmuş bir tortunun yansımasıdır. Oysa bir ülkenin yönetimine dair her şey siyasetin konusudur. Örneğin “biz cumhurbaşkanı istemiyoruz, kral istiyoruz” demek dahi bir siyaset meselesidir. (Parlamenter sistemin varolduğu her ortam demokrasinn yaşamasına olanak tanır, bu ister meşruti monarşi olsun, ister cumhuriyet) Bunun gelişmiş ülkelerde birçok örneği vardır. Tarihin bir döneminde yıkılan bir krallık müessesi, halkın talebi varlığına devam edebilmiş ya da yeniden ihdas edilebilmiştir. Ama emin olun ki, o krallıklar bile bizim Cumhuriyetimizden daha demokratiktir.

Geçenlerde okumuştum. İngiliz kralları ya da kraliçeleri yaklaşık 300 yıldır parlamentodan gelen hiçbir kararı iade etmemişler. Bunlara her türlü anayasa değişiklikleri ile krallığın yetki ve sorumluluklarını kısan yasalar dâhil. Oysa bizim cumhurbaşkanım bir kraldan bile daha yetkilidir. Bir önceki cumhurbaşkanımız döneminde parlamento ile Cumhurbaşkanlığı arasında nerdeyse masa tenisi maçı yapılıyordu.

İşte bu halkın tercihlerine saygının adıdır. Oysa biz, hala halk adına daha doğrusunu bildiğini iddia edenlerin devlet yönetiminde ağırlıkla söz sahibi olduğu bir ülkeyiz.

Asker sivil ilişkilerine en iyi örnek verilecek ülkelerden birisinin İspanya olduğunu düşünüyorum. Çünkü oldukça benzer özellikler taşıyoruz. Bünyesinde oldukça fazla etnik yapı barındıran, bu yapıların silahlı isyanlarını yaşamış ve geçmişinde uzun yıllar faşizm süreçleri ve darbeler geçirmiş bir ülke İspanya. İşte bu ülkede, diğer tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Genelkurmay Başkanlığı Başbakanlığa değil Savunma Bakanlığına bağlı ve en son görev yapan bakan bir bayan (hatta yakın zaman kadar hamile bir bayandı). Üstelik bu bayan herhangi bir kimseye (başbakana dahi) danışma gereği duymadan Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarını görevden alma ihtiyacı hissetti. İspanya ordusu da zaman zaman bünyesinde cuntalar oluştuğu şüphesi uyandıran bir ordu. En son iki sene önce Bask Bölgesinin yerel meclisinde alınan bir karar (yerel parlemontunun yetkilerini arttıran bir karar) üzerine bir general bunun darbe gerekçesi olabileceğini söylemiş ve Başbakan tarafından anında görevinden azledilmişti.

Bizde de asker ve sivil ilişkileri elbette zamanla yerine oturacak. Bu toplumun ekonomik gelişkinliği ile beraber yaşanacak. Geçmiş zaman dilimlerinde, bir ülkede silahtan başka bir güç olmadığı durumlarda tek sözü elinde silah tutan söylerdi. Ardından ülkelerin iç yönetimlerinde ekonomik güç sahibi olanların silaha sahip olanlara sözünü geçirdiği zaman dilimine geçildi (burjuva demokrasisi). Gelişmiş ülkeler artık ekonominin daha etkili bir güce dönüştüğü ve sivillerin yaşamlarına sahip çıkmak anlamında kendilerinde daha fazla güç hissettikleri dönemleri yaşıyorlar. Bu elbette sözün tam anlamıyla siyasetin gerçek sahiplerinin (halkın) eline geçmesi anlamına gelmez. Bilinçli toplumun ekonomik güç karşısında ayrı bir odağa dönüştüğü bir toplum özlemi hala devam ediyor. Ama bu özlemi gidermenin yolu silahı elinde bulunduranların iktidarının devamına destek sunmak değildir.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..