Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '08

 
Kategori
Güncel
 

Mustafa

Mustafa
 

Bir isimdir Mustafa.
O isim yüz binlerce, milyonlarca insana konulagelmiştir çok eski zamanlardan bu yana.
.
Bu isim sizin isminiz de olabilir.
Yahut oğlunuz, dayınız, dedeniz, babanız, amcanız, enişteniz, yan komşunuz, öğretmeniniz, karakoldaki polis, mahkemede hakim, politikacı, mahalledeki bakkal, tanıdığınız bir işadamı, yakalanan bir teröristin ismi de olabilir Mustafa.
Asıl önemli olan, o ismin size anımsattıkları, hissettirdikleri, sizde bıraktıklarıdır…

Çocukluğunuzda kalbinize, beyninize kazınan ilk Mustafa , peygamber efendimizin ismi olan Mustafa'dır.
Size anlatılan, öğretilen Allah'ın son elçisi, peygamberimiz olan Hazreti Muhammed Mustafa'dır. Hiçbir yerde resmi yoktur. Onu görmeden seversiniz.

Sonra okula gidersiniz ve orada, kara tahtanın üzerine asılmış bir çerçeveden size bakan mavi gözlü bir adam görürsünüz.
Yabancı gelmez size o resimdeki.
Zira daha okula başlamadan önce, götürüldüğünüz her yerde o resmin benzerlerini, parklarda heykelini, büstlerini görmüş, çocuk aklınızla sormuş ve ATATÜRK, cevabını almışsınızdır.
Okuldaysa, size Atatürk diye bahsedilenin Mustafa olduğunu öğrenirsiniz.
İlk öğrendiğiniz Mustafa'dan bu Mustafa'yı ayıran Mustafa Kemal olmasıdır.

İlkokuldan üniversite bitimine değin geçen sürede o mavi gözlü insanın, nerede ve kaç yılında doğduğunu, anne ve babasının adlarını, memleketinizi nelerden kurtardığını, nasıl devrimler yaptığını, başöğretmeniniz olduğunu, kaç yılında nerede nasıl öldüğünü ve nerede yatmakta olduğunu, kademelerle öğrenirsiniz.
Girdiğiniz sınavlarda mutlaka bu öğretilerin detaylarına ait sorularla karşılaşır, askerde gırtlağınız yırtılırcasına ismini haykırır, on kasımlarda başınız önde saygı duruşunda bulunursunuz.

İşte tüm yaşantınızda hemen her yerde olan, hücrelerinize kadar işlenen Mustafa Kemal ile, dini açıdan öğretilen, yüzünü hiç görmediğiniz halde inanıp sevdiğiniz, zaman zaman el açıp " şefaatini bizden esirgeme " diye dua ettiğiniz Hz. Muhammed Mustafa, yaşamınızda binlerce kez karşılaştığınız diğer Mustafa'lardan farklıdırlar.

Sıradan, rast gele karşılaştığımız, bildik, tanıdık Mustafalarda olmayan özelliklerdir Onları farklı kılan.

O farkları algılayan, anlayan, hisseden, kabul eden ise, gözle görülüp elle tutulamayan gönlümüz, yüreğimizin içinde olduğunu sandığımız sevgi denen duygudur. Karşılıksız severiz her ikisini de…

Mustafa'lardan sadece birinden beklentimiz vardır aslında…
Zira O, kutsal kitabımızda anlatıldığı hal üzerine bize şefaat edecektir ve inandığımız Allah bize gönderdiği kitabında alemleri O'nun için yarattığını ifadelendirmiştir.
Güzel ahlakını severiz, dinimizi yayan son peygamber olduüu için severiz, inandığımız Allah, Onu sevdiği için severiz.

Belki de yüzünü hiç görmediğimiz halde, kutsal kitaba, anlatılara dayanarak itirazsız kabul edip, sevdiğimiz o yüce zatı böylesi sevmemiz, örnek almaya çabalamamız ve beklentilerimizdir, birilerini rahatsız eden.

Diğerinin, bizi yeniden kurtarmak, şefaat etmek, Allah indinde bizler için af dilemek gibi bir misyonu yoktur.
Zira o Mustafa yok olma çizgisinde olan bir milleti yeniden şahlandırmış, düşmanlardan kurtulması, çağdaş medeniyetler düzeyine gelmesi için uğraş vermiş, yapacaklarının bir kısmını ömrü yettiğince yapmaya, yapamadıklarını da gelecek nesillerin yapabilmesi için yön tayin etmeye çalışmıştır.

Hiçbir beklentimiz kalmamasına rağmen bu Mustafa'yı daha doğrusu (benim mavi gözlü dev diye şiirleştirdiğim) Mustafa Kemal'i de çok severiz.
Çünkü bugünlerimizi O'na borçlu olduğumuzun bilincindeyizdir.

Her iki Mustafa da ölümlü olduklarından bu dünyadan ebediyete intikal etmişlerdir. Ancak onlara duyulan sevgi, muhabbet nedeniyle, kalplerde, gönüllerde yaşarlar.

Ama nedense birileri bu iki Mustafa'ya olan sevgimiz üzerinden çeşitli atraksiyonlar yapar, işlerine geldikleri biçim ve şekilde kullanmaya çabalar ve yine her nedense birbirlerine rakipmiş havasına sokarlar ortamı.

Bazıları dogmalara inanmanın ( dinlerin/dini öğretilerin )doğru olmadığını savunup, Mustafa Kemal'in de bu yönde söylemleri olduğunu ifadelendirerek ilimin, bilimin önemine dikkat çeker.
Bazıları ilmin asıl sahibinden hareketle diğer Mustafa'nın kutsiyeti üzerinden söylemler geliştirirken, diğer bir grup Mustafa Kemal'e neredeyse kutsiyet atfeder.
Yine bazısı da her iki Mustafa'yı barıştırmak gerektiğinden dem vurur.
Hani sanki aynı devirlerde yaşamış, rakip olmuş ve birbirlerine küsmüşler gibi.
Eğer sağ olsalardı eminim bu acınası hale bakıp gülerlerdi.
Zira içine düşürülmeye çalışıldığımız bu duruma sadece (acı acı) gülünebilir.

***

Mustafa filmi üzerinden kopan fırtınalara bakınca içimden bunları yazmak geldi.

Hani bir söz vardır "Bir deli bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış" diye..
İşte o hesap Can Dündar bir film çekti, her kafadan bin ses yükseldi.

Yok efendim bu filmle Atatürk aşağılanmış, yok diktatör olduğu empoze edilmiş, yok hilafeti hacılara, hocalara kızgınlığından kaldırmış olduğu ihsas edilmiş, çaresiz, yalnız, korkak, içkici, kadın düşkünü gibi gösterilmiş…
Elbette Can Dündar'ın bu filmi çekmesi için kendine göre sebepleri vardır.

Filmi, yaşadığım yerde sinema olmadığından ne yazık ki izlemedim.
O sebeple film hakkında olumlu ya da olumsuz eleştiri yapmayı doğru bulmam, kendime yakıştırmam.

Ancak bir haftadır konuşulanlara, yazılıp çizilenlere bakarak şu sonuca vardım:

Herkesin kendine göre algıladığı, anladığı, bildiğini sandığı, sevdiği ve içinde hissettiği, kendine ait bir Mustafa Kemal Atatürk var.
Baktığı pencereden gördüğü ne ise, izlediği filmde onu görmek, bulmak istiyor.
Bulamayan feryat ediyor, öfkeleniyor, bulan memnun oluyor.
Farkı fark eden duygulanıyor ya da sorguluyor.
Sadece şekilcilikle sınırlanmış bilgiye ve belki de eğitim, öğretim ya da askerlik yıllarında fark etmeden zorla dayatılan (etkisiz) bir sevgiye sahip olansa, gördüklerinden etkileniyor, öğretilenden daha farklı bir yere oturtuyor kafasındakini ya da yüreğindekini.
Belki kendisiyle özdeşleştiriyor, belki de klişeleşmiş bir komutandan, "insan" Mustafa'ya geçişte duyguları altüst olup, gerçek sevgiyi o an hissediyor.

Kimi Can Dündar'ın önceki belgesellerini sevmiş olduğundan bu filmini de görmek için gidiyor, kimi meraktan.
Bir kısım tenkit için, bir kısım sanatsal yönünü irdelemek için...
Kimileri ders niteliğinde görüldüğünden götürülüyor, kimileri de gerçekten sinema/belge sever olduğundan….
Sonuçta, seyredenlerin Atatürk sevgisinde bir azalma olduğu/olacağı hükmüne de varılamaz.

Kalbinizde ne varsa…
İman, inanç, sevgi...özetle, hissedilebilecek tüm duygular size, sadece size aittir.
Hiçbir şey bir insana zorla sevdirilemez, kabul ettirilemez.
Ve yine sizin sevip, inanıp, yüreğinize aldığınızı bir başkası oradan çekip koparamaz.

Siz,
- her şeyi kendi içselliğinizde ölçer, tartar, biçer, sever, ister, alışır, ihtiyaç hisseder ve kalbinize, beyninize alırsınız.
Tercihler eğrisiyle, doğrusuyla tamamen size aittir.
Yanlışlar zaman içinde kuruyan yapraklar gibi dökülüp giderler, doğrularsa hep yeşerir gönüllerde.
Zira akıl ve vicdan bir insana verilmiş en önemli armağandır.

 
Toplam blog
: 79
: 1982
Kayıt tarihi
: 17.07.06
 
 

Salyangozları bilirsiniz... Onları görmeseniz bile geçtikleri yerde bıraktıkları izlerden anlarsı..