Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Sunay Akın' dan dünya rekoru!

Sunay Akın' dan dünya rekoru!
 

Sunay Akın (1962 - ), Türk şair, yazar, gazeteci, araştırmacı.

Şimdi bunlara meddahlık da ekelendi ve Sunay Akın İzmir'de yeni bir rekor kırdı.

Önce kısa Sunay Akın tarihi: Trabzon’da doğdu. Lise öğrenimini İstanbul Koşuyolu Lisesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Fizik Coğrafya Bölümü’nden mezun oldu. İlk şiirleri 1984 yılında dergilerde yayınlanmaya başladı. Arkadaşlarıyla birlikte 1989'da Orhan Veli'nin Yaprak'ının da devamı sayılabilecek Yeni Yaprak şiir dergisini, ardından 1990 yılında da Olmaz adlı şiir dergisini çıkardı.

1987 yılında Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü Noktalı Virgül adlı dosyasıyla aldı. 1990 yılında ise Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü "Makiler" kitabı ile kazandı.

Buluşlara dayanan, genellikle kısa şiirlerinde, Orhan Veli şiirindeki bir özelliğin günümüzde sürdürümcüsüdür. Bu tür şiire pek de özgü olmayan, yumuşak, lirik bir ses tonu vardır. Şiirlerinde özellikle ince yergi öğelerini kullanmadaki rahatlığı ile dikkat çeker. Cemal Süreyya’nın etkisinde sürdürdüğü şiirlerde, dil oyunlarına dayalı yoğun bir alaycılık ve şaşırtma; çocuklar ve hüzünle birlikte şairin ilgi ve duyarlılığını göstermektedir.

23 Nisan 2005 tarihinde 11 yıldır dünyanın dört bir yanından topladığı oyuncaklarla, hayali olan İstanbul Oyuncak Müzesi’ni Göztepe, İstanbul’da tarihi dört katlı bir konakta açtı.

Sunay Akın ilk şiirini 9 yaşında meteoroloji müdürlüğünde çalışan bir memurun kızına yazar. Kızın isminin baş harflerinin dizelerini oluşturduğu şiiri evlerinin terasında bulunan odunluk kapısının iç kısmına yazar. Kız balkona geldiğinde odunluğun kapısını açar. Mahsusçuktan!… Ama şiir kızın gözüne hiçbir zaman takılmaz. Sunay Akın yıllar sonra “bir şairdir artık”, çocukluğunun geçtiği Trabzon’a gittiğinde sert geçen bir kışta, içindeki odunlarla birlikte kapının da sökülüp yakıldığını öğrenir. Bu nednele şairin ilk şiiri “Hava Muhalefeti” nedeniyle kayıptır.

28 Nisan 2007 Cumartesi günü saat 2'de İzmir Kitap Fuarı'ndaydım. Ve geldiğimde Çınar yayınları standında uzun bir kuyruk vardı. Ben daha önce Sunay Akın'la değişik zaman ve yerlerde konuşmuş biri olarak, bir merhaba demeke deneme dosyalarımı da vermek için oradaydım.

Bu akşam açık havada ücretsiz gösterim var, bekelrim dedi. Ben de annemle gitmeye karar verdim.

Yaklaşık 45 dakika gibi bir bekleme sonunda ivedelikle de olsa yeni kitabını imzalattım ve benim de onun denemelerine yakın olan dosyaları verdim kendisine. Bu tür çalışmaların yıllardır yapılması için çağrıda bulunan Sunay Akın, tabii ki çalışmadan heyecanlandı. Bundan sonra bana da yanıt bekelemek düşüyor.

Günün en güzel süprizi İlhan Berk'le konuşmaktı elbette.

Sonrasında Aydın Şimşek, Sina Akyol, Vacdi Sayar ve Süreyya Berfe, "Can Yücel Şiiri, Kişiliği" hakkında güzel konuşmalar yaptı.

Konferans sonunda verilen nefesliler konseri de harikaydı.

Saat 21:00'de başlayacak gösteri için yaklaşık bir saat önceden oradaydık. Ve rekorun geleceğini o zaman anlamaya başladım.

Çünkü sıranın başından itibaren takip ettikçe yürümeye, biz yürüdükçe sıra uzamaya başladı... Ve sonunda tam bir tur atarak giriş lkapısına kadar gelmiş olduk. Fuar zamanı verilen bedava konserlerde bile bu denli kalabalık olduğunu görmediğim Fuar Açıkhava, yeni bir rekora yazdırıyordu ismini.

Gösteriden önce organ bağışlı konusunda insanları aydınlatıcı görsel sunum ve konuşma sonrası Sunay Akın geldi sahneye. Geldiğinde stadın tamamı dolmuştu. Bu da yaklaşık beş bin (5000) kişi demek! Bedava ekmek dağıtsanız bu kadar kişinin gelemeyeceği programa, İzmir'liler akın etmişti. Bu nedenle gurur duydum Türkiye'nin aydınlık, laik, okumaya meraklı yüzü olan İzmirlilerle.

Sunay Akın'ın "Boks bir spor değildir"den anlattığı ve benim de ona o gün verdiğim Bisiklet Kitabı'mda geçen Cahit Sıtkı Tarancı hikâyesine, yine Telefon Kitabı'mda geçen Nâzım Hikmet'in bir şiirinden kitap okunma oranı komikliğine kadar bir çok düşüncemizin çok benzer olması beni çok memnun etti.

Hatta şu an süpriz bozulmasın diye adını yamak istemediğim çok önemli bir şarimizin, bisikletle ilgili henüz duymadığım bir başka öyküsünü anlattı. "Duymadınız değil mi?" dedikten sonra da: "E, tabii, henüz yazmadım da ondan!" dedi ve ekledi:

"Eğer bisiklet olmasaydı Türk şiirinin bir kısmı yoktu!"

Küçükken haritaları çok seven, hep harita koluna yazılan Sunay Akın, dünyayı katlayıp koltuğunun altına sıkıştırmaktan çok memnundur. İşte denemelerinde ve şiirlerinde, hep o dünyadan, o mavi planetin insanlarının birbirlerine sarmal olan hikayelerini ustaca anlatan Sunay Akın, hepimize nefis bir gösteri sundu. Bunu yaparken de bir tiyatrocu gibi hepimizin gözü önünde hikayeyi canlandırdı.

Ondan kısa bir öykü: "Trabzon’daki Ayasofya Müzesi’nin doğu duvarında, yüzyıllar öncesinde kesici aletlerle kazınan gemi resimleri vardır. Bu gemi resimlerinden biri de Viking kalyonuna aittir. Avrupa’dan Karadeniz’e dökülen nehirler sayesinde doğduğum kente ulaşan Vikingleri, Trabzon’a özgü peynirli pideyi her yiyişimde anımsarım. Çünkü, Trabzon pidesinin şekli bir Viking kalyonunu anımsatır! Andersen’in, her birini Nuh’un Gemisi’ne benzettiği İstanbul tapınaklarından biri olan Ayasofya’nın üst galerisindeki mermer korkulukta ‘Halvdan’ adı okunur. İşte bu ad, Vikinglerin İstanbul’a attıkları bir imzadır. 11. yüzyılda yaşamış Bizans tarihçisi Psellos, ‘Varegoi’ adı verilen saray muhafızlarından söz eder. Bunlar 860, 907, 914 ve 944 yıllarında İstanbul’u kuşatan Vikinglerden başkaları değildir. Bizans, kuzeyin bu güçlü ve inatçı insanlarıyla baş edememiş olacak ki, anlaşma yoluna gitmiş ve onları sarayın paralı askerleri yapmıştır. Ayasofya’ya adını kazıyan da o askerlerden biridir. Ve onun sesiyle belki de Ayasofya’nın duvarlarında şu Viking şiiri çınlamıştır:

Düzen üzre tutar yeryüzü,
korur gökyüzünü yukarda.
Dışardan kuşatır deniz,
akar çevresinde dünyanın.

döneminde İstanbul’a gelen Vikiglerin adını günümüzde de yaşatıyoruz. Bizanslılar ‘Rhos’ derdi, kuzeyden gelen davetsiz misafirlerine. Biz de kuzeyde yaşayan bir halka aynı adla sesleniyoruz: Rus. Vikinglerin izine Katip Çelebi’de de rastlarız. Katip Çelebi, Kuzey Denizi’ne ‘Viking Denizi’ anlamına gelen ‘Bahr-i Varank’ adını verir. İstanbul okullarındaki yabancı dil derslerinde de anılır Vikingler. Perşembenin İngilizcesi olan ‘thursday’ sözcüğünün kökeni, Vikinglerin Gökgürültüsü Tanrısı olan ‘Thor’dur. Bu Tanrı Almanca’da ‘Donner’ olarak çıkar karşımıza. Perşembenin Almancası da ‘Donnerstag’tır. 1971 yılında, Vikingleri bir kez daha aramızda görürüz! Mehmet Aslan, Tarkan Viking Kanı adlı filmi yönetmektedir. Başrolünü Kartal Tibet’in oynadığı film Hunları, Vikingleri ve Çinlileri bir araya getirmesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. İstanbul sokaklarını süsleyen filmin afişinde, kollarını deniz kıyısına bağlanmış Tarkan’a dolayan dev bir ahtapot görülür. Ve tabii bir de Viking kalyonu! Bu filmden yıllar sonra İzmir’de rastlandı Viking Kralı’na! Ama bu sefer insanları değil, birbirinden lezzetli etleri kızartmaktaydı. Bir dönem Alsancak’da ‘çöp şiş’ lokantası bulunan, sinemamızın usta oyuncusu Bilal İnci, sözünü ettiğimiz filmde Vikinglerin reisi ‘Toro’ rolünü başarıyla oynamıştır. Giovanni Scognamillo, bu fimle ilgili şu renkli anıyı aktarır: “Tarkan Viking Kanı‘nda özgün çizgi-romanında bulunan ejderha, teknik olanaksızlıklar nedeniyle filmde ahtapota dönüşmüştür; ama kullanılan plastik ahtapot ekibe epey zorluk çıkarır; bazen yüzemez, bazen dibe batar; kollarını hareket ettirebilmek için iplere başvurulur, hatta içine bir set işçisi bile yerleştirilir.” Ne garip, yüzyıllar öncesinde İstanbul’a gelen bir Viking’in Ayasofya’ya yazdığı adını size sunabiliyoruz ama bir Viking filminde ahtapot rolü oynayan set işçisinin adını bilemiyoruz!"

Aynı zamanda televizyonun en beğenilen programlarından biri olan, her perşembe Tv8'deki "Yaşamdan Dakikalar"ın konuşmacılarından biri olan Sunay Akın, televizyonun istenirse ne kadar güzel programlarla, büyük ilenme oranıyla halka ulaşabildiğini de ispatladı. Ondan önce de Ramazan 'da yaptığı "Mahya Işıkları"yla hepimizi sevindirmişti. İzleyenler sohbetin tadına doyamıyor, zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorlar...

Sunay Akın, Cemal Süreya'nın deyişiyle: "...Hiçbir zaman didaktik olmayan bir düşünce. Ve her zaman düşünce... Lirizme ve dünya sularına batırılmış bir düşünce... Budur gibi geliyor bana Sunay Akın'ın şiiri. Rasyonel öğede de hüzün arayan bir şair. Yarın ne olacak? Yapar, yapmaz. Bugüne dek yazdıkları yeter bence... O matara, o miğfer, o su, o güvercin... Daha ne diyeyim... Zarı atıyorum."

Türkiye'de ve belkide dünyada kırılması zor bir rekor seyirciyle yapılan gösteri sonunda etrafımda gülümseyen insanlara şöyle bir baktım da... Dedim ki içimden:

"Haklı çıktın, o zar düşeş geldi Cemal Süreya! Düşeş..."

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..