Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '16

 
Kategori
Eğitim
 

Her eleştiri, aslında eleştiri midir?

Her eleştiri, aslında eleştiri midir?
 

Her şeye yeni bir düzen mi getirmek yoksa eskiden denenmiş ve başarıya ulaşmış olan yöntemler mi? Yapılan çalışmalarda direkt sonuç almak mümkün değildir. Yapılan tüm yeniliklerin bir de deneme süreci, denek durumları vardır ki bunun sonucunda olumlu cevap alınacağı gibi de olumsuz cevap da alınabilir. Pekâlâ, bunda yeni düşünülen fikir sırf  %50 yanılma payı olabilir diyerek denenmemeli mi? Bu tamamıyla ahmaklık ve korkaklık olur. Bunları göze almakta bir ahmaklık değil midir sorusu gelecek insanın aklına ki bu çok mantıklıdır. Biraz düşünülürse bu hata payını daha da aşağıya çekebiliriz.

Türkiye’de şu an eğitim alanında hemen her yıl yeni bir düzenleme getiriliyor. Peki, bundan kim etkileniyor? Ya da asıl soru şu; getirilen çözümler gerçekten çözüm olma niteliğinde mi? Sistemin başında ki insanlar bunu nerden örnek alıyorlar. Gerçekten ne yaptığının farkında olarak mı getiriyorlar bu sistemleri yoksa yarım yamalak bir özentilik tablosu mu?

Bu yorumlamayı yaparken şuna da bakmak lazım sadece İstanbul, Ankara, İzmir eğitimi mi yoksa Şırnak, Hakkâri, Mardin, Şanlıurfa, Konya, Kastamonu, Rize, Trabzon, Artvin, Erzurum, Elazığ, Malatya, Isparta, Antalya olarak mı ele almalıyız? Bir karar alınırken bunu tüm ülke adına alacaksak tüm ülkenin koşullarını değerlendirmek gerekir. Ama ne yazık ki ülkenin doğusu ile batısı arasında büyük bir medeniyet, hayat standardı ve kültür farklılığı bulunmaktadır. Batıya getirilecek bir yenilik doğuya ağır, doğuya getirilecek bir yenilikte batıya ters gelebilir. Aradaki denklik kurulmadan da ortak bir karar alınamaz. Ancak bir çözüm olarak şu an da yapıldığı gibi baskın bölgeler dikkate alınabilir. Fakat bu da oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Bu şekilde batıyı kalkındırırken doğuyu tamamen bir köşeye atmış ve onu kaderine mahkûm bırakmış oluyoruz. İki kesime de ayrı bir çözüm sunulmaya kalkılsa bu da hali hazırda doğru bir sistem getiremeyen yöneticilerin başarısızlıklarını ikiye katlamak olacaktır. Eğitim için çalıştıkları projelerde ne şekilde bir uygulama yapacakları konusunda yine çıkmaza düşeceklerdir. Sonuç olarak baktığımız da ekstra bir yenilikten önce şuan ne yaptıklarına yoğunlaşmak lazım.

Eğitim – öğretim verilirken bu sistem başındakilerin amacı gençleri kazanmak mı yoksa kobay olarak mı kullanmak?

Her yıl yapılan çalışmalara başta birçok itiraz/eleştiri getiriliyor, eylemler yapılıyor. Ancak sonuç her zaman aynı, projeler uygulamaya geçiriliyor. Bizler mi ısrarcı olamıyoruz, sistem mi dominant işte bunu da düşünmek gerek… Devamlı eleştirmek yerine çeşitli çözüm yolları üretmek daha mantıklı değil mi? Burada bütün suçu başımızdakilere yüklemek ne kadar doğru? Bunları düşünürken yine bir soru takılıyor akıllara: Yenilikleri denemeye açık olmakla çocuklarımıza biçtiğimiz rol kobaylık değil mi?

Hadi kısa bir tahlil…

Bundan çok değil sadece 400 yıl kadar önce Osmanlı’da eğitim sistemine bakıldığında ne kadar da oturmuş bir sistem olduğunu göreceksiniz. Yeniçeri Ocağını ele alalım. Çocuk yaşta ocağa alınan ve delikanlılık dönemlerine kadar her türlü eğitimden geçen savaş zamanı padişah ile birlikte ata binen, barış zamanı İstanbul’u koruyan vatansever askerler haline geliyorlardı. Sonra ne oldu? Lale Devri’nden sonra askerler artık çocuk yaşta eğitilmek üzere değil de maaş usulü alınmaya başlandı. Evlilik yeniçeri ocağına yasaklanmıştı Ancak yeni gelen yeniçeriler bu yasağa uymadılar ve bunun sonucunda da ocakta ölüm korkusu oluştu. Eskiden konan kurarlar ne kadar katı olsa da gerekli görülen ve konulmadığın da sorun çıkarak kurallardı. Zaman geçtikçe halk bunu anlamadı ve kuralları ya bozmaya ya da kendilerine göre değiştirmeye başladılar. Son olarak siyasete de karışmaları ile II. Mahmut devrinde de bu ocak kapatıldı.

Bu sadece küçük bir örnekti. Yani öze bakıldığında sisteme disiplini bozacak etmenler eklendiği vakit aksaklıklar oluştuğu anlaşılmıştır. Yine başa dönersek; eğitimin köklü bir çözümü olarak küçük yaşlarda asıl eğitime başlamayı gösterebiliriz. Örneğin meslek liseleri… Öğrenci eğer aklı başında bir genç ise meslek lisesini de mesleği adına seçmişse­ -örneğin hemşirelik- liseden mezun olduğunda üniversitede okuyan bir öğrenciden daha bilgili oluyor. Aynı şekilde madalyonun öbür yüzüne bakarsak, öğrenci bilinçsizce, sadece okumak için girmiş ve tabir-i caizse boş yere kontenjan doldurmuşsa mezun olduğunda elektrik okumuş bir öğrenci kalkıp: ‘Tıp Fakültesi okuyacağım!’ derse artık çok geç olur. Meslek liselerinde ağırlıklı olarak mesleki eğitim dersleri okutulduğunda, bu okullarda ki öğrencilerin temel ders becerileri çok daha düşük olabiliyor. Örneğin lisede makine bölümünden mezun üniversite öğrencisi, temel liseden gelen bir öğrenciye nazaran Fen ve Matematik dallarında başarısız olurken kendi alanında hem el becerisine hem de pratiğe dönüşmüş tekniklere sahip oluyor. Bu durum da yine çocuklar üzerinde bir dengesizliğe yol açıyor.

Şimdiki gençler gelişen teknoloji ve 21. yy yaşam standartlarıyla eskiye nazaran oldukça bilgili ve bilinçliler. Yani bundan 50 yıl önce bir çocuğu karşına alıp 5.sınıfta iken ona ne olacaksın dediğinde tek net cevabı asker, doktor, öğretmen olurdu. Neden? Çünkü savaş vardı. Hasta çoktu. Doktora ihtiyaç vardı ve o doktoru yetiştirecek öğretmen lazımdı. Peki ya şimdi? İnsanlar artan trafik için uçan arabalar, besin sıkıntısı için kapsül yiyeceklerden bahsediyor. Böyle bir ortamda ki çocuk ile 50 yıl öncesinin evladı bir olur mu?

Getirilecek olan sistem her ne olursa olsun ilk yapılacak olan çocuklarımızı tanımak, onlara kendilerini keşfetme imkânı sunmak. 3-6 yaş çocuğun çok hızlı algıladığı, öğrendiği bir dönemdir. Bu süreçte ailelere düşen rol çocuğu serbest bırakıp eğilimlerini keşfetmektir. Hovvard Gardner’ın çoklu zekâ kuramına göre 8 temel zekâ her insanda bulunmakla birlikte hepimizde farklı birisi gelişim göstermiştir. 3-6 yaş dönemi bunu gözlemlemek ve çocuğu yeteneklerine yönlendirmek için doğru zamanlamadır.

İlkokul çağına gelen çocuk “keşif” dönemini doğru tamamlamamış dahi olsa bunu tamamlayacak olan bilinçli öğretmeleri olmalı. Liseye gelene kadar sanat, spor, din, dil, ırk konularında kendi keşfini tamamlamış ve liseye artık mesleğinin temellerini atmak için geçen bir birey haline gelmiş olması gerekmektedir.

Pekâlâ, bireyin meslek edinme sorunsalını çözsek de sınavı kazanma olasılığını, ders içeriğine bir çözüm bulamamaktayız. Lisede çocuğa verilecek eğitimde, öğrenciler üniversite sınavına girecek veya girmeyecek olarak iki türlü ayırmak doğru olmaz. Bunun için de en azından meslek lisesi Anadolu Lisesi farkı ortadan kaldırılabilir. Başka bir çözüm ise Meslek eğitimi ve üniversite sınavına yönelik eğitim çocuğa verilirken meslek liselerindeki eğitim uzatılabilir. 6 yıl okuyabilir ama hem meslek derslerini hem de üniversite sınavı için geçerli derslerin tamamını görmüş olması şart. Kısa bir süreye sığdırılan eğitiminde yukarıda bahsettiğim başarı, huzur ve mutluluğu getirmediği aşikâr.

Bizlere düşen, sürekli değişen eğitim sistemini eleştirmekten ziyade yapıcı ve uygulanabilir çözümler bulmak. Çocuklarımızı doğru tanımak, onların keşfini öğretmenlerden beklemek yerine ilk eğitimi anne kucağında en güzel şekilde vermek. Kendinden emin olan kişi Hayat şartları ne olursa olsun başarmak için çıkış kapısını mutlaka bulur, yeter ki vazgeçmesin.

 
Toplam blog
: 35
: 225
Kayıt tarihi
: 21.05.11
 
 

Henüz hayatının "öğrenme" aşamasında olmakla birlikte  yıllardır yazmak ve yazdıklarımı paylaşmak..