Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '13

 
Kategori
Magazin
 

‘Aşk Kırmızı’nın adı, Nurgül Yeşilçay erotizmi!

‘Aşk Kırmızı’nın adı, Nurgül Yeşilçay erotizmi!
 

Eflatun’un, ‘Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik’ olarak dillendirdiği ve bilimsel anlamda hormonlarla da ilgisi olduğu kanıtlanan ‘aşk’, yüzyıllar boyu üstünde konuşulan, uğruna canlara kıyılan, herkesin farklı görüşlerle dile getireceği ama ortak paydada kadın-erkek ilişkisine dayanan bir duygu!

Sevgi kuramının kurucusu Psikanalist Erich Fromm, ‘Bir başka varlığa duyulan derin sevgi’ olarak tanımlamış aşkı… Sigmund Freud ise sevginin her türlüsünü cinselliğe bağladığından, aşkı da salt ‘cinsellik’ olarak görmüş.

Aşkı, ‘memelilere has bir dürtü’ şeklinde algılayan biyolojiye göre yaşamın devam etmesi için önemli bir olgu iken psikolojiye göre de sosyal ve bilişsel bir fenomen aşk.

Sosyologlara göre toplum yapısının en önemli etkenlerinden olan aşkın renklerine gelince…

Nasıl ki aşkın türlü türlü yorumu varsa, herkesin saklı duygularını açığa çıkartmak için de farklı bir renk seçimi var. Başlıca etken, kuşkusuz aşkı algılayış tarzı! Bundan dolayı kimi tozpembe renge büründürür aşkı, kimi içinde kaybolunan boşluğun karalığına…

Bazısı mavinin özgürlüğünde özümser, bazısı da sarının hasretinde… Beyazın saflığında en masumane duygularla yaşanabileceği gibi, kırmızın alev alev tutkusuyla da kapılmak mümkündür aşka.

‘Aşk, dünyada cennete yürüdüğünü sanıp cehenneme gitmek gibi bir şey’ saptamasının yer aldığı yapımıyla karşımıza çıkan Osman Sınav ise gökkuşağı skalasındaki renklere bürünen aşka en çok yakıştırılanı seçmiş… Tutkunun, özlemin ve kaybetmekten duyulan korkunun ağır bastığı öyküsünde ‘Aşk Kırmızı’ demiş!

 

Kırmızı tamam da aşk nerede?

 

Yeter ama candır çeker’ dedirten bir vedalaşma sahnesiyle açılışını yapıp, fazlasıyla itici gelen ‘kocam-karım’ muhabbetindeki Zeynep ile Ferhat’ın mucuk mucukluğundan, uçaktaki dört zampara bir Ferhat kaynatmasındaki erkek vıcıklığına geçen ‘Aşk Kırmızı’, aşk yerine meşk aranan şirket seminerindeki karşılaşmayla yolunu bulan bir film.

Hanım hanımcık pijamasıyla yatakta ilk defa yalnız kalan Zeynep(Ezgi Asaroğlu) karakterinin ‘Kocam ben yatağın ortasında küçücük kaldım’ diyen abartılı masumiyetine karşı, kırmız ve seksi kıyafetiyle boy gösterip sürekli ‘Ben o…puyum ya…’ diye haykıran Nazlıgül(Nurgül Yeşilçay) figürünü koyan senaryo, bu iki zıt kutbun birleştiricisi olarak da şiirler yazdığı ama sahip çıkamadığı ilk aşkıyla, sığınak olarak kullandığı son aşkını birlikte idare etmek isteyen Ferhat(Tayanç Ayaydın) karakterini uygun görmüş.

Aşkı ilk kareden itibaren sorgulatan ‘Aşk Kırmız’da, ilk dikkat çeken nokta sevgi olgusunun prosedür gereği tekrarlanan ‘Seni seviyorum’ yavanlığından ibaret olma durumu! Bunun ispatı, Zeynep ile Ferhat’ın ‘sevgilim ya da aşkım’ demek yerine birbirlerine ‘kocam-karım’ şeklinde hitap ettikleri ilişkileri… Bu sözcüklerle deşifre edilen sahiplenme güdülerini, bir tür barınak haline getirilen evlilikleriyle tatmin eden ikilinin tavırlarına bakıp aralarındaki duygunun sevgi olduğunu söylemek kesinlikle çok zor.  

‘Bir o…pu için arkadaşlığa kıyılır mı’ saptamasındakinden de kırıcı tavırlar sergileyerek kadın cinsini aşağılayan ve adamın kucağından kadın alarak içindeki bastırılmış cinsellikle evliliğindeki boşluğu açık eden Ferhat karakterinin varlığında bu zorluk daha da netleşmekte.

Zeynep’i, eldeki kocayı kaybetmemek uğruna ‘Üç kişilik ilişki’yi düşünecek kadar acizleştiren filmin özü, zaten hevesi kursağında bırakılan ilk ilişkinin tortularından yıllar sonra tutkulu bir cinsellik çıkartma fırsatını yakalayan ve keyfini sürmeyi hak bilen erkek egosuna yönelik… Ki bu egonun tatmini de, sevgiden ziyade filmi çekici kılmak için kullanılan erotik kadın objesiyle bolca yansıtılmakta!

 

Metres mi yoksa eskort mu daha onurlu?

 

‘Sen, ben, biz, hepimiz aynı hikâyeyi yaşamıyor muyuz’ vurgusuyla, erkek egosu karşısındaki aldatılmış kadın çaresizliğini ortaya koyan filmin bu konuda tavan yaptığı nokta, ‘Metres olmak mı yoksa eskort olmak mı daha onurlu’ kıyaslaması!

Mehmet Erdem’in duygulu sesinin dışında romantizmden eser olmayan ‘Aşk Kırmızı’da, bu sorgulama buram buram ayrımcılık kokmakta…

‘Ne kadar çok bilirsen o kadar fena aslında’ cümlesindeki mantıkla kadın onurunu tartışmaya açan yapım, her türlü melanetin sebebi erkek iken onun onursuzluğunu sorgulamaya gerek bile duymuyor. Neden?

Kadının bekâret kaybını evlilik kapısını açan anahtar olarak aktaran gençlik ilişkisindeki sunumla bile kadınlığı bayağılaştıran erkek yaklaşımını ortaya koyan film, belki erkeklerin bilinen özelliğini vurgulamayı önemsememekle, kadınlara ‘Erkekler işte böyle adidir. Oyuna gelmeyin’ uyarısında bulunmak istiyor. Belki de gerçekten onuru korunacak tür olarak sadece kadını gördüğü için sorgulamıyor.

Ancak sebep ne olursa olsun, başı sıkıştığında kaçıp, fırsat bulunca da ‘bahçedeki bank’la sınırlı unutulmayan aşk kıvamından işe koyulan Ferhat’ın ikiyüzlü korkaklığına karşı, Nazlıgül’ün özverisini çıkartarak ‘Evliliği bozan metreslik, eskortluktan daha onursuzdur’ mesajını pompalayan yapımın ‘Ne yaşarsak yaşayalım bizi mutlu eden biriyse unutuyoruz’ şeklinde küçük düşürücü yaklaşımlarla kadın onurunu yargıladığı kesin. Bunun özünde ise kadını, erkeğe bağımlı bir varlık olarak görme alışkanlığı yatıyor. ‘Aşk Kırmızı’ hafifliğinde tartışılmayacak kadar derin bir konu!

 

Basite indirgenmiş mantıktan arta kalanlar…

 

Eskilerle yenilerin karıştığı bir öyküyü yaratırken ilhamını, tuhaf yazgıların savurduğu insan izlerini süren Stefan Zweig’in ‘Hayatın Mucizeleri’ kitabından aldığını gösteren Osman Sınav ne yazık ki insan ruhunun derinliklerini onun kadar başarılı geriye dönük analizlerle ortaya koyamamış. Bu ise hem seyircinin geçmişte yaşanan acıyı algılamasını olanaksızlaştırıyor hem de karakterleri derinliksiz kılıyor. Yağmurdan canlanan anılarla yapılan geçmişe yolculuklar da çok yüzeysel olduğundan, duygu katma konusunda pek bir etki sağlayamıyor. Hoş zaten kahramanların öyle derine inmeyi gerektiren karmaşık bir yapısı da yok.

Cinselliğin ötesinde kadını umursamayan kaba erkekler, internetten kendilerini pazarlayan kibar fahişeler, erkek hoyratlığı karşısında suskunluğu tercih ederek kızının kullanılmasına ses çıkartmayan anne motifi ve yüzleşmek yerine arkadan iş çevirip suskun kalmayı erkeği elden kaçırmamak adına tercih eden mülayim kadın modeli…

Aşk duygusunu ve hüznü; ‘Mutsuz kadın saç modelini değişir, alışverişe çıkar, içki içip kendini dağıtır’ şeklinde basite indirgenmiş bir mantıkla veren… ‘Sevişirken göz kapatma’ durumunu sevgisizlikle bağdaştıracak kadar aşkı hafifleştiren ‘Aşk Kırmızı’nın Yeşilçam yapımlarından farkı, bunu daha modern çizgilerin, lüks mekânların, teknolojinin hâkimiyetinde yapması… Ki o da görselliğin ötesinde bir anlam taşımıyor!

Tüm bunları kamufle etmek için kullanılan kılıf ise cart kırmızıyla ve jartiyer erotizmiyle renklendirilen ‘aşk’ kavramı!

Peki, ne yasak ilişki tutkusundan ne de geleceği garantili sığınak huzurundan vazgeçmeyen erkek modelini hep dört ayak üstüne düşüren ‘Aşk Kırmızı’ bunu başarabiliyor mu?

Kimilerinin abartılı ve anlamsızca gülmesine sebep olan yalın ve kaba konuşmalarıyla zayıflığını ortaya koyan senaryoda Osman Sınav, terk edilmiş ve aldatılmış kadın durumlarını hassasiyet isteyen dram şeklinde işlemek yerine melodram yoluyla vermeyi seçmiş olduğundan, kendi çapında başarıyor. Çünkü karmaşıklıktan kurtulmak için seçilen bu tarz ile aslında içinde büyük bir dram taşıyan öykü zaten baştan karikatürleştirilmiş oluyor.

***

35 yıl sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden diplomasını alma sevinci yaşayan Osman Sınav’ın bildik bir hikâyeyi Nurgül Yeşilçay erotizmiyle yoğurarak yarattığı filmi, eminim Yeşilçay’ı seksi biçimde yürürken ya da tutkuyu hissettirmek adına marifetmiş gibi duvardan duvara çarpılarak sevişirken izlemek isteyenlere çekici gelecektir.

Beklenenin aksine fazla erotik bulunmayıp Kültür Bakanlığı Sinema Eserlerine İlişkin Sınıflandırma ve Değerlendirme Kurulu tarafınca, 13 yaş ve üzeri izleyici kitlesi için uygun görülen film daha iyi olabilir miydi? Kuşkusuz evet!

Ancak özellikle dövmeli ve kaslı bedeninin dışında, yapıma oyunculuğuyla pek katkıda bulunmayan Tayanç Ayaydın’ın zorlama performansında ve içeriksiz, kopuk repliklerin kolaycılığında bunun gerçekleşmeyeceği de görünen köy misali ortada.

Netice itibariyle Yeşilçay’ın oyunculuğuyla ayakta kalan yapımın tüm kusurlarına rağmen kahkahalarla gülünecek derecede olmadığının, pek çok yerli filmin daha beter performansa rağmen gayet yüksek gişe yaptığının altını çizerek koyalım noktayı. En azından ortalık kan kırmızıyken aşkın ne olmadığını görmek adına izlenir.

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..