Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '08

 
Kategori
Eğitim
 

Abdi Öğretmen

İlçe Milli Müdüründen teftiş için gideceğimiz köyler hakkında bilgi alıyoruz: “Petrol arama çalışmalarının yapıldığı sondajın yanında inip, sola doğru yürüyeceksiniz. Köylerinizin biri tepede, diğeri ovada. İkisi de yoldan görünür. Az bir yaya yolunuz var, ” diyor.


Bu sözler karşısında rahatlıyorum. Çünkü görünen köy kılavuz istemez ve sondaj çalışmalarının yapıldığı yerlerde sürekli adam var, demektir. İşte bu nedenle bilinmeze doğru yolculuk kaygısı üzerimden kalkıyor.


Harıl harıl çalışan dizel motorları yanından geçerek, ovadaki okulumuza doğru yürürken, yarın öğleden sonra tepedeki okulumuzu teftiş etmeyi planlıyorum. Öbür günler için de ovanın sağındaki iki okulu teftiş programıma alıyorum.


Okula vardığımda saat 14.00 sıralarıydı. Hemen teftişe başlıyorum. Çocukların dağılma saatine kadar teftişi bitirmek istiyorum. Bu nedenle plan defterlerini incelemeden teftiş yapıyorum.


“Akşam zamanımız bol. Planları ve Resmi Kayıt Defterlerini akşam yemekten sonra rahatça incelerim ve öğretmene rehberlik yaparım, ” diyorum. Ben teftiş yaparken, bir süre sonra Abdi Öğretmen dışarı çıkıyor ve paydos saatine yakın bir elinde bir mangal, bir de maşa ile kapıya vurup sınıfa giriyor. Ateş almaya geldim hocam, diyor ve sobanın kapısını açıyor. Soba sönmüş ve içerisinde hiç ateş kalmamış, diyor.


Öğrencilerle öylesine işimize dalmışız ki, sobanın söndüğünü bile hissetmemişiz. Biraz fazla zaman kullanarak, nerdeyse akşam olup hava kararmak üzereyken teftişi bitiriyorum.


Çantamı alıp, lojmana doğru giderken, Abdi Öğretmeni mangalı tutuştururken görüyorum. Lojmana girip, sabanın yanında biraz ısındıktan sonra, Abdi Öğretmenin mutfakta yemek hazırlamakla meşgul olduğunu görüyorum.


Bu mutfak farklı bir mutfak. Köyde bekar olarak çalışan hiçbir öğretmenin evinde buz dolabı yokken, dolabı ilk kez burada görüyorum ve hayretimi gizleyemiyorum. Abdi Öğretmen, “Etlerim ve diğer yemeklik malzemelerim bozulmasın diye bu dolabı getirdim, ” diyor. Bu arada dolabın kapısını açınca, içinin et ve sebze meyvelerle dopdolu olduğunu görüyorum. Mutfak da öyle. Hem de temiz ve her şey yerli yerinde.


Ben onu seyrederken, o tezgahın başında etlerle uğraşıyor. Elleri çok maharetli. Sanki bir aşçı başı. Ben daha fazla soğuğa dayanamayıp, kolaylıklar dileyerek eve geçiyorum ve sobanın yanında ısınmaya başlıyorum. Bu arada biraz da acıkıyorum tabi. Yoldan gelmişim, yürümüşüm bir de üstüne üstlük üç saat sürekli ayakta durarak teftiş yapmışım. Hem bedenimi, hem zihnimi yormuşum. Bu durumda yorulmayıp da ne yapacağım?


Bir saat kadar sonra Abdi Öğretmen elinde büyük, kalaylı bir sini ile içeriye giriyor. Siniyi bir kenara bırakıp, yere bir örtü seriyor ve siniyi örtünün üzerine koyduktan sonra, “Buyrun, ” diyor.


Yemekler, tabaklara; tabak, kaşık, çatal ve bıçaklar sininin içine özenle yerleştirilmiş. Baharat şişeleri de öyle. Onlar da özenle yerleştirilmiş. Bu yemeler, yemek için değil de sanki seyretmek için yapılmış ve önümüze sürülmüş. Şimdi de, o zamanlar yanımda bir fotoğraf makinesi taşımadığıma üzülüyorum. Bu görüntü de kaydedilmeliydi, diyorum kendi kendime.


Bir köyde, bir köy okulunda değil de, yıldızları bol olan bir aşevinde yemek yiyoruz sanki. Mecburen görüntüyü yavaş yavaş bozuyor ve yemekleri yiyoruz. Yemekler bir lezzet harikası. “Abdi Bey, sana bu yemekleri yapmayı kim öğretti? Yemek için bu kadar zaman harcadın. Hiç üşenmiyor musun?” deyince, “Hocam bana yemek yapmayı kimse öğretmedi. Ben kendi kendime öğrendim. Yemek yapmak, benim özel zevkim, ” diyor. Bu arada, yediğini inkar etmeyen bir vücut yapısına sahip olduğunu söylemeliyim.


Peki, bu ovanın yüzünde yemeklik malzemeleri nasıl temin ediyorsun, dediğimde, “Hafta sonlarında, maaş günlerinde ilçeye gidiyorum ve bir haftalık, bir aylık malzeme alıp buzdolabına koyuyorum. Böylece sıkıntı çekmiyorum, ” diyor. Peki, bu yediğimiz pirzolayı nasıl aldın, deyince, “Kasabın başında durup, şuralardan şuralardan kes” diyerek aldım. Etleri hep böyle alırım, ” diyor.


Yemekten sonra çay servisi başlıyor. Çay hizmeti de aynı incelikte. Çayın demi de çok nefis.


(Senin yaptığın çay da çok nefisti Safinaz. Çorba, tavuk, tost da.)


Yemekleri yedikten ve çayı içtikten sonra, mesleki rehberlik çalışmalarına başlıyoruz. Abdi Öğretmen, itiraz etmeden söylediklerimi dikkatlice dinliyor ve ben söyleyeceklerimi bitirdikten sonra başlıyor kendi sorularını sormaya. Birini cevaplayıp bitirdikten hemen sonra, söylediklerim ile ilgili hemen bir başka soru soruyor. Ona da cevap verince, arkasından bir başka soru geliyor. Bu soru sorma yöntemi, bir ölçüde Sokrates’in soru sorma yöntemini hatırlatıyorsa da, bir çıkarımda bulunmuyor ve sürekli soru sorabiliyor. Sorular mantıksız ve konu ile ilişkisiz değil. Ama bugün bile bu soruları, beni sınamak için mi, yoksa zihnindeki sorulara karşılık bulmak için mi sorduğunu anlayabilmiş değilim.


Soru sorma faslı, siz deyin bir saat, ben diyeyim iki saat sürüyor. Verdiğim cevaplar karşısında, olumlu ya da olumsuz bir tepki alamayınca, artık cevap vermekten bunalıyorum ve birkaç soruya, hangi kaynaklardan cevap bulabileceğini söyleyince, soru sormaktan vazgeçiyor Abdi Öğretmen. Ben soru sormayı severim, diyor sadece.


Yemek, çay ve soru faslı derken, zaman epeyce ilerliyor. Bu arada Abdi Öğretmen, odadan çıkıp birkaç dakika sonra dönmeye başlıyor. Hayrola bu saatten sonra ne yapıyorsunuz, deyince, bir tepsi içerisinde odaya girerek, yarın sabah yiyeceğimiz yemeğin hazırlığını yapıyorum, diyor. Ev sahibinin işine karışmıyorum ve “Öyleyse mutfakta üşüme, hazırlığını burada yap, ” diyorum.


Yatağa girdikten sonra da soru sorma faslı bir süre devam ediyor. Bugün bu okulda yapacaklarımı bitirdiğim için artık rahatça uyuyabilirim diyerek, yorganı başıma çekiyorum ve Abdi Öğretmene iyi geceler diliyorum.


Sabah, ortalığı toplayıp, sobayı ateşledikten sonra, Abdi Öğretmen akşamki kalaylı büyük sini ile odaya giriyor. Yiyecekler, dilim dilim kesilmiş ve özenle tabaklara, tabaklar siniye yerleştirilmiş. İnsan bu görüntüyü bozmamak için, yemek yemekte tereddüt geçiriyor bir an.


Abdi Bey, akşam ve sabah yemek hazırlamakta gösterdiğin emeği ve özeni anlıyorum da, diğer zamanlar nasıl davrandığını merak ediyorum, deyince o, “Her zaman böyle hocam, ” diyor.


Tepedeki köye gitmek üzere, Abdi Öğretmen ile birlikte yola çıkıyoruz. Sondaj çalışmaları yapılan yere geldiğimizde, kısa bir mola veriyoruz. Abdi Öğretmen, çalışanların birçoğu ile tanıştığından, onlarla kısa bir sohbet ediyor. Ben de, “Petrolü buldunuz mu?” diyorum. İşçiler gülerek, “Henüz bulamadık ama ümitliyiz, ” diyorlar. Vedalaşarak ayrılıyoruz.


Yarım saat kadar yürüdükten sonra okula varıyoruz ve hemen teftişe başlıyorum. Burayı bitirip diğer bir köye geçmeyi düşünüyorum. Teftiş öğle vakti bitiyor ve lojmana giriyoruz. Kısa bir süre sonra öğretmenin eşi, kolunun altında bir alüminyum leğen dolusu ekmekle içeri giriyor. Hoş geldiniz, deyip hal hatır sorduktan sonra, “Buyurun ekmek yiyin, daha şimdi tandırda pişirdim, ” diyor. Ekmeklerin buharları çıkıyor. Kokuları odaya yayılıyor.


Bu arada çay da hazırlanmış. Ekmekleri bir örtü üzerine seriyor yenge hanım. Bir tabak da peynir getiriyor. Peynir de taze, diyor. Taze ekmekle, taze peynirleri dürüm yapıp, yeni demlenmiş çayla birlikte kahvaltı yapıyoruz.


Kahvaltıdan sonra, “Abdi Bey, bize çok güzel yemekler hazırladın ama bu peynir, ekmek ve çaylı kahvaltı, senin hazırladığın kahvaltılardan daha lezzetli idi, ” diyorum.


(O işi espriye döktüğümü sanıyor ama inan ki gerçek böyleydi Safinaz.)


O kahvaltının tadı hala damağımdadır.


Sonuç:

Özel yeteneğe sahip insanlardan, alanları dışında da yararlanılmalıdır.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..