Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Acı vardı ve ben üzerine oturamıyordum

Acı vardı ve ben üzerine oturamıyordum
 

Ay iyiki bu resimi bulmuş, dedirten adamdan.


Uzunca bir aradan sonra insan yazıya güzel bir cümleyle başlamak istiyor, kısa bir tereddütten sonra yokluğumda neler yazılmış diye bloglara bir göz atıyorum, en nihayet çok da kasmaya gerek yok diyorum: ablanın biri sabah sabah mücver tarifi vermiş.

Balkonda -her sabah olduğu gibi- bu sabah da yeşil eşofmanlı, kır saçlı, George CLOONEY kılıklı abinin koşarak geçmesini izliyorum. Onu genel cerraha benzetiyorum. Sanki bir ameliyatı yarım bırakıp ameliyathaneden kaçmış gibi koşuyor; ardından k..ı açıkta bırakan hasta önlüğü giymiş birisi elinde neşterle “ben de seni kesicem lan!” diyerek kovalıyormuş gibi koşuyor. Clooney kılıklı genel cerrah 50-55 yaşlarında ama benden üç kat daha fit, dört kat daha yakışıklı görünüyor. Her sabah kendimden utanıp, ben de spora başlamalıyım, diye aklımdan geçiriyorum ama bir türlü başlayamayacağımı biliyorum. Kendimi teselli etmek için: çayı şekersiz içsem yeter aslında, diyorum bir sonraki çayımı doldurduğumda şekersiz içmeye başlıyorum, birkaç yudumdan sonra gitmiyor, kesme şekeri ikiye kırıp yarısını bardağıma atıyorum, çayın tadı yerine geliyor ama ağzımın tadı kaçıyor, kendimi yeniden teselli ediyorum: birayı şekersiz içiyorum ya yeter diyorum.

Aslında son 2 aydır genel cerrahlara bir sempatim var benim. Bir daha dünyaya gelirsem genel cerrah olmak istiyorum. Bu arada bir daha dünyaya gelirken aranızdan biri annem olarak bir daha dünyaya gelmiş olursa şunu bilsin ki: kesinlikle sezaryen doğmak istemiyorum. Sezaryen bebekleri ileride hastalıklı ve şişman oluyorlar, zeki oldukları da koca bir yalan, en son bilgi bu yönde. Ayrıca müstakbel annemden beni şekersiz çay içmeye alıştırmasını da önemle rica ediyorum. Ayrıca sabahın köründe mücver tarifinden blog giren ablanın da evladı olmak istemiyorum ama o ille de bir şeyim olmayı çok istiyorsa teyzem olabilir. Neden genel cerrahlara karşı aniden bir sevgi-saygı beslemeye başladığımdan söz ediyordum, müsaade buyurun anlatayım…

İki ay önce

Hiç olmayacak bir yerimde aniden baş gösteren (meme veren mi demeliydim?) ince bir sızıyla uyandım. Tuvalete gittim, bir şey olmadı, belki biraz küçük su. Öğleye doğru sızı kalınlaşmaya başladı. Oturulur gibi değil, zonklar tarzda ve yüz kızartıcı namussuz. Evvelce de hiç başıma gelmemiş menfur bir hadise. Duyardım tabii, başkalarında görürdüm, yani görmezdim de (ne görücem milletin kı..nı) anlardım, nasır gibi acır derlerdi, çok çektiklerini söylerler, ortası delik minderle gezerlerdi. Anlatılanlara gülmüşüz demek ki başımıza geldi, dedim.

Sızı bir süre sonra iyice arttı, sızı olmaktan çıktı ıstırap halini aldı. Artık oturamayışıma yürüyemeyişim de eklendi. Hayır makul bir yerde de değil ki utanmadan sıkılmadan birinden yardım isteyesin. Bu konuda mahcubiyet duymadan tek akıl danışabileceğim insan, evde tek başına yaşayan komşum Bahattin amca, O da yaşıtı bir grupla Karadeniz turuna gitti. Ona da ayrı kızıyorum zaten, tamam kalan ömrünü sırf benimle geçirsin istemiyorum ama çoğu 70’ini geçmiş, düz yolda titreyerek yürüyebilen 39 insanla dağda-bayırda-ormanda ne işi var, hiç anlamıyorum. Elin yaşlısı Konya’ya gider, bilemedin Umre'ye gider bizimki yaylada gezer. Konya hiç olmazsa ova, düzlük yer, telefon çeker, ne bileyim lise coğrafyasından aklımda öyle kalmış, neyse işte bizim Bahattin amca oldum olası elden ayrı zaten.

Tabii acı iyice dayanılmaz bir hal alınca insan utanmasından da feragat ediyor. Yüz üstü yere uzanmış bir şekilde telefona sarıldım. İşyerinden Sami abi: “Oğlum şimdi seni arayacaktım, niye gelmedin işe?” dedi. Dedim, ben hastayım, belki de artık çalışamam, malulen emekli olsak mayış çok mu az gelir? Sami abi en nazik ses tonuyla ve içine doğmuş gibi: “Ne oldu lan?  Basur mu oldun?” dedi. Bak durumumum ne denli trajikomik olduğu buradan belli, herif yekten aklına gelen en geyik teşhisi salladı ve tutturdu. Dedim, Sami ağabeyciğim, canım abim aramızda kalsın ama, lütfen ama çok sızlıyor ama, dedim en şefkate ve gizliliğe muhtaç halimle, asla aramızda kalmayacağını bile bile.

Sami abi sinsice gülerek: “Oğlum tamam bak, kabız olmamaya, ıkınmamaya ve helada fazla kalmamaya dikkat edicen” dedi. Dedim, Sami abi bu dediklerin olmadan önceki tedbirler, zaten benim helalık işim yok çünkü orda delik bile yok, anlıyor musun hadi gülümse, dedim. Sami abi: “demekse antartika mantar tıka durumu” dedi ve gülümsemek yerine hunharca gülmeyi seçti. Sami abiye “ o antartika  değil Antarktika olucak, cahil!”  diyemedim. Sami abi son hamlesini yaptı: “ tamam tamam bak ne diycem, babaannemin bi tarifi vardı onu yap kesinlikle iyi gelir. Bir demet maydanozu 6-7 dakka kaynat, ılıyıp lapa haline gelince suyunu sık, bi gazlı beze sar ve üstüne otur. Valla billa bak kesin çözüm”  dedi. Yok artık! daha neler dedim, hadi ben yarın da işe gelemem herhalde, sen bana 2 günlük izin imzalat, dedim. Sami abi: “o kolay ama sen dediğimi yap, hadi geçmiş olsun” dedi ayrıca daha telefonu kapatmama fırsat kalmadan, ortalığa anons yaptığını işittim: Millet Suret mayasıl olmuş, zuhahaha…

İnsan bir kez düşmeye görsün herkesin maskarası oluyor. Sizin acılarınız başkalarının kendi başına gelmediği için şükrettikleri bir dedikodu malzemesine dönüşüyor. Bir süre sonra, gözlerim dolu dolu olduktan sonra bir süre sonra, Bahattin amcaya telefonla ulaşabildim. Onun tur hakkında hevesle kısa bir ön bilgi vermesine tahammül gösterdikten sonra, tam mıhlamadan bahsederken sözünü kestim: O değil de  Bahattin amca ben tam 12’den mıhlanmış bulunuyorum, sanırım mayasıl oldum, dedim. Kendisi bana derhal kefir önerdi, evlatım acıyı-turşuyu-içkiyi-demli çayı kes ve içebildiğin kadar kefir iç, orayı yumuşatır dedi. Elbette Bahattin amcanın önerisi, Sami abininkine oranla daha uygulanabilirdi.

Derhal şişe şişe kefir almak için Tansaş’a gitmeye karar verdim. Oysa her eve çok yakın bir BİM olduğu gibi benim de evime çok yakın bir BİM vardı ama kefir satmıyorlardı. Ve ben hayatımda ikinci kez BİM’de bir şey satılmadığı için gözyaşlarına boğulmuştum. (Düzenli takip eden arkadaşların hemen tahmin edebileceği gibi, evvelce BİM’de eksikliğini hissettiğim için ağlamaklı olduğum ilk ürün Tuborg Gold idi.) Çok dikkatlice yavaş yavaş giyinirken telefonum çaldı. Arayan on gün kadar önce ayrılır gibi olduğumuz manita hanımdı.

Yekten: “Senin bu ilişki için hiç özen göstermediğini ve bittiği için de hiç pişmanlık duymadığını anladım ve sadece bunu söylemek için aradım” dedi. Dedim, sen şu an benim ne biçim acılar çektiğimi biliyor musun acaba? Ben, dedim bugün işe bile gidemedim, niye biliyor musun? Ne kalkıp yürümeye ne de acılarımın üstüne oturmaya mecalim bile yok. Bazı delikler dedim zamanla kapanıyor ama insan bundan muzdarip olup sancılar içinde kıvranabiliyor. Kusura bakma Macide, neyin nerede nasıl zonkladığını hiç bilemezsin… Macide cidden durumuma üzülmüş göründü, istersem akşamüzeri bir ara uğrayabileceğini söyledi, bir süre yüz üstü yatıp acılarımla baş başa kalmak istediğimi ve kimseyi görmek istemediğimi söyledim, anlayış gösterdi. Evet hemoroid acısı aşk acısına benziyordu, ikisini de kimseyle paylaşmak istemiyor içine atmakla yetiniyordun, ikisine de çareyi bir şeyler içip yalnız kalmakta arıyordun ve ikisinde de bir yerlerin ateş değmiş gibi yanıyordu.

Giyindikten sonra Tansaş’a doğru, yaşı geçkin bir sünnet çocuğu adımlarıyla yola çıktım. Markete girer girmez önüme çıkan ilk görevliye, kımız var mı, diye sordum. İşte aşk acısına benzer bir şey daha, ikisinde de kafa gidiyor, ne isteyeceğini şaşırıyorsun. Sonra düzeltip asıl istediğimin kefir olduğunu söyledim. Marketten 3 şişe kefir alıp çıkarken, her zaman merhabalaştığımız marketin güvenlikçisi yolumu kesti: -Abi hayırdır, topallıyor gibisin? Dedim, sorma bacağımda kasıklardan doğru çıban gibi bişey çıkmış.

Güvenlikçi arkadaş, geçmiş olsun abi, hep bunlar kaçak et kesiminden, dedi ve ehirik-ehirik diye güldü. Ya evet galiba, güvenli sex şart, deyip bacaklarımı ayıra ayıra yürüyüp geçtim. Düşünebiliyor musun sevgili arkadaşım, insan o haldeyken zührevi bir hastalık intibasını ve imasını, g.t lalesi olmuş intibasına tercih ediyor. Tanrı kimsenin başına vermesin çok zor!

Neyse yengeç gibi yandan yandan yürüyerek eve geldim, güç bela soyunup dökündüm. Bir şişe Altınkılıç kefiri kafaya diktim, tadı ayran-süt karışımı bir şey. Dedim ben yatayım, biraz uyuyabilirsem kalktığımda düzelmiş olurum. Ah benim iyimser yanım! Uyudum 3-4 saat kadar sonra uyandım ki efendim popomdaki tarifsiz acıya karnımdaki şişkin ağrı eşlik ediyor. Altınkılıç belki oraya ulaşabilse orayı tamir edip yumuşatacak ama ulaşamamış ki, ulaşamadığı gibi karnımın içini 12 kg’lık mutfak tüpüne çevirmiş. Esbab-ı mucibesi ise malumunuz, koro halinde söylüyoruz: delik yok.

Her zaman bir insanın patlayarak ölmesini merak ederiz ya (yani siz etmiyor musunuz? bi manyak ben miyim!) işte ben o gün o merakımı yenmek üzereydim. Neyse efendim o gece kendimi uyku ilaçlarıyla uyuttum ve sabahlar olmaz olsa da oldu, ilk iş buzdolabının sebzeliğine koştum. Neylersiniz ki 2 demet roka, 1 demet dereotu var ama maydanoz yok. Denize düşen malum, ama maydanoz BİM’de de yok. O an maydanoza ulaşabilsem, hiç gözünün yaşına bakmayacam, lapa edip üstüne oturacam, o derece ağrım var.

Tansaş’a tekrar gitmektense dedim ben modern tıbba sığınayım. Yakınlarda bir özel poliklinik var, tek tek basaraktan yürüsem 15 dakkaya ordayım. Pintiliğimden değil kazaya filan sebebiyet veririm diyerekten arabamı kullanamıyorum. Taksiye binmeyişim ise pintiliğimden. Vara vara vardım özel genel cerrahi uzmanının odasına. Dedim böyle böyle, ben şeyimin üstüne oturamaz oldum ki oturaklı bir insanım da, ben insan içine çıkamaz oldum, bana bi çare. Dedi: acı var mı? Var dedim, hem de ne biçim. Bi bakalım, dedi. Dedim doktorum uzmanım, ben 30 senedir orayı kimselere bakıtmadım, kendim bile bakmadım, en son rahmetli annem görmüş olsa gerek, o vakitte en çok 7 yaşımdaydım ve leğende yıkanabilir ebattaydım, lütfen dedim.

Genel cerrah çok anlayışlı baba bir adam çıktı, tamam Suret’im dedi. Senin tarifin üzerine bir reçete yazalım, bu arada sık sık sıcak suyla oturma banyosu yap dedi. Ama iyileşmezse mutlaka gel ameliyat etmemiz gerekebilir dedi. İki hap, bir şurup, bir fitil yazıyorum, dediği anda içim ürperdi. Dedim, doktor bey ben oraya fitil filan atamam, çünkü şu an hiç delik yok. Gülerekten hiç mi yok? diyecek oldu, uzatmayalım tıkalı işte, dedim. O zaman krem yazalım, ama aparatını takıp mutlaka içeriye doğru uygula, dedi. Tamam hocam dedim, eline davrandım, öptürmedi.

Reçetemi eczaneden temin edip, g.tüm başım ayrı oynayaraktan eve yürüdüm. O esnada mesaj geldi, Macide’den: “Acılarımın üstüne oturamıyorum derken kı....dan bahsettiğini düşünmemiştim. İşte Allah büyük, günahlarının acısı g.tünden çıkıyor. Beter ol” yazmış. Off be Macide, ben neyin derdindeyim, sen hâlâ trip peşindesin. Şu anda tek istediğim eskisi gibi oturabilmek, eskisi gibi yürüyebilmek ve daha doğrusu eskisi gibi s....çabilmek. Gerçekten hayattan ve gelecekten bir şey beklemeyenler, mutluluklarını geçmişte yaratırlar, doğru laf.

Neyse efendim, genel cerrahın verdiği ilaçları düzenli kullandım (kremin aparatı hariç tabii) saatlerce sıcak su dolu leğende oturdum, aynı leğende kitap okudum, acıktım ekmek arası yedim, uyudum uyandım su soğumuş ve ertesi güne kadar epeyce düzelmiş olarak ayağa kalktım. İnsan tabii bazı şeylerin kıymetini sonradan anlıyor da, her sabah uyanır uyanmaz 2 kuru kayısı ile 2 kuru incir yemeyi adet ediniyor; neticede bir delik eksik, bir delik fazla çok şey fark ediyor. Ogün bugündür genel cerrahiye çok büyük hürmetim var. Sami abi’den ise tiksinmeyi sürdürüyorum. Maydanoz lapası ise benim için hâlâ muamma.

Not: Bu hikayede bahsi geçen kişi ve organların gerçek hayattaki kişi ve organlarla hiç bir ilgisi yoktur, tamamen uydurmacadır; dolayısıyla “gelmiş geçmiş olsun” temennileri yersiz ve gereksizdir. Ayrıca başarılı bir mücver için, karışıma bir buçuk çay kaşığı kabartma tozu konması şarttır.

Eroir

Kelimelerle kuşatmaktı ince bedenini, sana sarılmak demek.

Başka gülüşlerde kaybolmaktı, seni unutmak demek.

Belki de yanılmak demekti, “kimselere inanmadın” demek.

Demek ki, senin için çoktan kapandı demek.

Beklemek halâ döneceksin diye,

Demek ki inkisarlar biriktirmekti sadece.

Altı aylık alın terini demek ki bir gecede

Kumar masasında bırakmaktı demek.

Demek ki sana rastlamadan önceki varlığım

Sadece seni aramaktan başka işe yaramamış demek.

Hovardacaydı seni kaybetmek demek.

Ben buldum.

Özlü laf: Belki de tek sorun şuydu: biz ne istediğimizi bilememiştik hiçbir zaman. Ve dolayısıyla her şeyi deniyorduk. Belki görünce istediğimiz, uğruna yaşadığımız şeyi hatırlarız diye. Ben doğanın bana emrettiğini yapıyor ve unutuyordum. Bütün fazlalıkları unutuyordum. Şekilleri hatırlamıyor ve önemsemiyordum. Tek önemsediğim ve yazmaya değer bulduğum, olayların mantığıydı. H.Günday Kinyas ve Kayra’yı yazarken bulmuş.

Hoşça kal blog, lifli gıdayı ihmal etme.

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..