Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '11

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Adı EvdeGÜL...

Adı EvdeGÜL...
 

Adı Evdegül…

Evde gülmüş ha...Oysa evde bir çalı dikeni kadar değeri olmamıştı ki…

Ailesi yoksuldu... Üstelik küçük yaşta annesini kaybetmiş, hemen başkasıyla evlenen babasından ise ne şevkat, ne sevgi görmüştü...Üstüne üstlük, hiç okula gitmemişti.

Yedi çocuk ve bir eşi beslemeye çalışırken, sekizinci çocuğu yola çıkan baba, henüz ergen sayılan çocuklarını birer ikişer ve alelacele evlendirmeye başlamıştı.

Ve nihayet, daha 16 yaşındayken, dayısının oğluyla başgöz etmişlerdi Evdegül'ü... Aynı dayısının kızını ise abisine almışlardı.

(Berdel yani…Bu devirde!…)

Şehirde herkese iş var zannıyla, daha önce buralara göç eden akrabalarının çağrısına uyup, bir denk eşyayı sırtlamışlar, ta Van'ın Güngören köyünden Antalya’ya gelmişlerdi.

Onu tanıdığımda 21 Yaşındaydı, biri 4 yaşında, diğeri 10 aylık ,dünya tatlısı iki oğlu vardı.

Görüyordum, yabancı bir şehirde, yabancı bir çevreye adapte olmanın zorluğuna, zamanında okula gidememiş olmanın eksikliği, üstüne bir de yoksulluğun ezikliği eklenmişti. Sessizdi, pısırıktı, garibandı...

Bir yandan yazı yazmaya, okuma yapmaya çalışırken, diğer yandan karnı acıkan bebeğini kendi sütüyle beslemeye çalışıyordu. Sık sık zor durumda kaldığını görerek, “Bir yaşına yaklaşan bebeğini artık sütten kesmesini” söyleyen sınıf arkadaşlarına verdiği yanıt ise uzun süre belleğimde yer etmişti;

“Kocam halâ iş bulamadı, yiyecek ekmeğimiz yok, sütten kesersem, süt alacak parayı nereden bulayım? Sütüm varken emziriyorum abla ne yapayım?”

(Karnını zor doyururken, bünyesinin bunca sütü üretmesi ise Tanrı’nın bir lûtfuydu…)

Gittim, yakın çevresini, evini, yaşadığı ortamı gördüm. Üzüldüm, kahroldum, insanlığımdan utandım…

Doğu ve Güneydoğu’dan göç eden ailelerin çoğunlukta olduğu bu kenar mahallede yaşayan pek çok aile gibi, onların evinde de yoksulluk diz boyuydu…

Kilimlerin üzerinde oturuyorlar, aynı odadaki incecik şiltelerin üzerinde uyuyorlardı.

İş, aş, ısınma, barınma gibi sevilme, güvenme, inanma, anlaşılma gibi ihtiyaçları ve onlar kadar önemli, eğitim ihtiyaçları vardı.

Gönüllü olarak çalıştığım o toplum merkezi ise Evdegül ve benzer durumdaki diğer aileler için bulunmaz bir nimetti ve çoğu bunun zaten farkındaydılar…

Merkezde, okuma-yazma, dikiş, nakış, yaşlı ve hasta bakımı, bakıcı anne-çocuk bakımı, bilgisayar, aşçılık vs. gibi kurslarda eğitimler alıyor, meslek ediniyor, işe girme şansına sahip oluyor, çocukken yaşamadıkları öğrencilik özlemlerini gideriyor, gönüllülerce yapılan yiyecek, giyecek, ev eşyası gibi yardımlardan faydalanıyor, sosyal bir çevreye ve arkadaş ortamına kavuşuyorlardı.

...

Evdegül’de onlardan biri artık ve o şu anda ilkokul mezunu. Dikiş kursuna, hasta-yaşlı bakım kursuna, diğer yandan aşçılık kursuna devam ediyor. Toplum merkezinin temizliği, tertibi, öğretmenlerin çayı, kahvesi ondan soruluyor. Çok önemli bir meblâğ olmasa da çalışmalarının karşılığında para da kazanıyor. Giyimi kuşamı değişti. Yürüyüşü, konuşması, gülüşü, bakışı, başörtüsünü bağlayışı değişti.

İki günlük bir seyahat sonrası merkeze gittiğimde, aniden bana sarıldı:

“Hoş geldiniz hocam! Çok özledim sizi… Biliyor musunuz, yokluğunuzda düşündüm de; Sadece öğretmenim değil, annem gibisiniz. Siz burada olmayınca bir yanım hep eksik sanki... Sanki bütün eksiğim sizi görünce tamamlanıveriyor” derken göz pınarları doluverdi, gözyaşları parlak inci taneleri misali dolgun yanaklarının üzerinde yuvarlandı…

(Evdegül, GÜLüm benim!…)

Değişimini, gelişimini bizzat takip ediyordum, ama o konuşurken bir daha düşündüm ki, karşımda duran bu genç, bu alımlı, bu özgüvenli ve bu hoş kadın, bir buçuk yıl önce okuma-yazma sınıfının en arkasında oturan çekingen, utangaç, gariban kızcağız olamazdı…Kara gözleri ağlarken, dolgun dudakları aralandı, bembeyaz dişleri göründü, masum ve içten gülümsedi.

(Ağlarken gülümsemek ancak bu kadar estetik görünebilirdi...)

Duygularını bu denli düzgün, bu denli şiirsel, bu denli samimi bir dille getirişi karşısında ona hayranlıkla bakakaldım.

Sanki onu ben büyütmüşüm gibi mutlandım ve de bu çorbada bir fiske tuzum olduğu için, ne yalan söyleyeyim, gururlandım...

...

Evdegül elbette bir sembol, bir model, ama toplum merkezlerinin, sivil toplum örgütlerinin kamu yararı için gerekliliğini ve zorunluluğunu nasıl görmezden gelebiliriz ki?

 
Toplam blog
: 247
: 1493
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Antalya ve Akdeniz aşığı bir öğretmenim. Bol bol okurum, blog yazarım, şiir yazarım. Yazdıkça ve ..