Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '06

 
Kategori
Mizah
 

Afedersiniz, siz hıyar mısınız?

Afedersiniz, siz hıyar mısınız?
 

Bir süredir Milliyet Blog’da yazıyorum ve artık kendimden korkmaya başladım. Sanki evrim geçirip yavaş yavaş bir baş yazar havasına bürünüyorum. Yazmadan önce yanımda kahvem, hafif ve rahatlatıcı bir müzik ve kendini Milliyet’in başyazarı havasına sokan bir salatalık mı desem yoksa şimdilik turşuluk mu desem bilemiyorum ama sanırım ana fikri aldınız. Aslında henüz başyazar olmadığım başyazar takımımı temin etmedim. Neler var bu takımda? Öncelikle yumuşacık bir röpteşambr ve buna uygun bir ev terliği. Hani kapı çalarsa açıcaksınız ve “ah, Hasan Bey yazıyor muydunuz yine? Kusura bakmayın, bilmemne getirmiştim” gibi densiz bir komşu gelecek. Aslında amaç yazar görünmek fakat kapı kapanınca komşudan gelen yemeklere yumulmak. öylece apartmanda ve hatta mahallede “büyük adam, kim bilir hangi devlet meselelerini yazıyor” gibi bir söylenti çıkacak. Başyazarlık olmak için toplumu ikna ettiniz fakat kendinizi de ikna etmeniz önemli.

Sessiz bir evi yazar moduna sokmak için rahatlatıcı bir piyano resitali lazım,mesela Georger Winston’un Thanksgiving parçası idealdir. Herşey tamam mı? Son olarak kristal bir viski bardağıyla takımımız tamamlanır. Fakat uyarıyorum, bütün gün bu kılıkta gezmeyin sonra gerçekten kendinizi “bir şey” zannedebilirsiniz. Bu kadar giyinip kuşandıktan sonra birşeyler yazmak lazım tabi. Koskoca başyazar öyle mizahmış, entelmiş, dantelmiş uğraşmaz. Başyazarlar politikayla beslenir, parti liderlerini eleştirerek yaşarlar. Artık konu belli, uygun bir başlık atıp lütfen başlayacaksınız ve fakat içinizden yazmak gelmiyor. Takım alıp sünger gibi içmekle olmuyor tabi bu. Başyazar dediğimiz abilerimiz de bu sıfatları belli bir birikimden sonra alıyorlar. Bana gelince…

Şimdilik kafanızda genç ve deneyimsiz bir yazar oluşur. İlginç olan, genç ve deneyimsiz yazar dendiği zaman herkesin aklına gözlüklü, sümsük bir tip geliyor. Ne genç yazarlar böyle olmak zorunda ne de ben. Aslında bu kadar bilgisayar karşısında oturmaya devam edersem bir gözlük ihtiyacı doğabilir fakat ben bu ihtiyacı lensle karşılamak istiyorum. “Ulan oğlum şimdi bu böyle konuştuğuna göre kesin sümsüktür” gibi de yaklaşabilirsiniz olaya fakat yanlış yerdesiniz. Daha çok “bravo be, Harry Potter kıvamında şirin bir şey. Bu çocuktan adam olur” gibi bir yaklaşım beni mutlu eder. Bir süre amatör bir websitesinde editörlük yaptığım için okuyucuyla kaynaşma fırsatı buldum. Okuyucu dediğimiz grup tembeldir, üşengeçtir ve vefasızdır. Buna sen de dahilsin! Bilgiyi tüketir ve beyninin çöp kutusuna sağ tıklayıp “boşalt” komutunu verir. Sen de yazar olarak yazdığınla kalırsın. Mesela okur mektupları çok önemlidir ama internete gelince millet üşenir, iki satır bir şey yazmaz. Yazsana kardeşim! Hem yazdığınız da kolayca siliniyor ne bu korku? Yorum yazılacak bir şey yok derseniz dürüstlüğünüzden şüphe ederim. Şimdi yazar oturmuş yazıyor, sen de bilinçli bir bilgi tüketicisi olarak oturup iki satır yazıvereceksin. Bazıları öyle yorumlar yazıyor ki “yazık kız, mutlu olsun” gibi bir düşnceyle ortaya çıktığı belli. Bazıları da o kadar kısa yazar ki ne cevap verilir ne de teşekkür edilir. Mesela “çok sade,çok içten, teşekkürler”. Böyle bir yorum alınca moral biraz bozuluyor tabi. Hemen “Sevgili Mümine…” gibi uzunca bir eposta yazıp atasım geliyor. Üşengeç okuyucu daha da üşensin ki okumasın diye.

Yıllardır yazarlarımızın yaptığı gibi ben de artık köşemden sesleniyorum.

“Sevgili okur, sen bizim canımız ciğerimizsin. Yapma, etme ve kıyma. Yorum yap, eleştir, istersen taş atıp gazetenin camlarını indir ama canımsın yapma.” Samimi olsa da bir yazarın işine son verebilecek nitelikte cümleler. Neyse ki şu an için maaşa bağlı çalışmıyorum yoksa sonum nice olurdu.

 
Toplam blog
: 128
: 1989
Kayıt tarihi
: 03.10.06
 
 

Gözlerini kapat ve düşün: bir cümle kaç kişide farklı etki yaratır? Birbirimizi anlamanın gittikçe z..