Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '11

 
Kategori
Kitap
 

Ağrıdağı Efsanesi

Ağrıdağı Efsanesi
 

Yaşar Kemal Ağrıdağı Efsanesi


“Ağrıdağı Efsanesi”, Yaşar Kemal’in ilk okuduğum eseri. Yaşar Kemal’e duyduğum saygı ve sempati, kitabı okuduktan sonra yerini soru işaretlerine bıraktı. 

“Ağrıdağı Efsanesi” ile ilgili olarak internette yaptığım araştırmalarda, yapılan tüm yorumların kitabı; “destansı roman” olarak algıladığını gördüm. Şahsi kanaatim, bu kitabın kesinlikle “destansı roman” sınıfına giremeyecek kadar zayıf olduğu şeklindedir. 

Kitapta, bir aşk hikayesi adı altında resmen propaganda yapılmış. Fikir özgürlüğü bağlamında herkes düşüncelerini hatta yazılı olarak dile getirebilir. Buna da kimsenin itirazı olmaz. Ama bir propaganda kitabına, “destansı bir roman” deyince, işte buna itiraz etme hakkı vardır. Destansı roman dediğin, örneğin; Lev Nikolayeviç Tolstoy’un “Savaş ve Barış”’ı gibi olmalıdır. Ağrıdağı Efsanesi ise 33 sayfası resimli olmak üzere toplam 119 sayfa. Kullanılan Türkçe ve dolayısıyla anlatım son derece zayıf. 

Kitaptaki imla hataları da çok dikkat çekici. Kitabın kendine has bir noktalama işaret algısı var. 

Roman kahramanlarından Mahmut Han hakkında bazı seçme satırları dikkatle okumanızı rica ediyorum: 

  • Mahmut Han hakkı, yadigarı bilemez. O, Osmanlı olmuştur. (s.17)
  • Sen Osmanlı olmuşsun Paşa. Yoksabir at için bu işleri başımıza açmaz, evleri yakmaz ocakları söndürmezdin. Ağrının laneti, Ağrının gazabı, Ağrının hışmı senin üstüne olsun Paşa. Babanı tanırım. Yiğit bir beydi. Sen Paşa oldun. Sen yozlaştın Paşa. (s.19)
  • Paşa çok okumuş bir adamdı. Osmanlıya, Osmanlının ününe şanına çok bağlıydı. Onun dedesi, dedesinin dedesi de bu dağlardan olurdu. Ne zaman dağdan aşağı indiklerini bilmiyordu. Bildiği bir şey varsa o da babasının Erzurum Medresesinde okuduktan sonra İstanbula gittiği, saraya kapılandığı, oradan da buraya paşa olarak gönderildiğiydi. (s.25)
  • Paşa da babası gibi önce Erzurumda okumuş, sonra İstanbula gitmiş, saraya kapılanmış, orada kendini göstermiş. Padişahın ordusuyla savaşlara katılmış, yiğitliği, gözü pekliğiyle ün salmıştı. Şamı, Halebi, Kahireyi biliyordu. Bir süre oralarda yaşamıştı. Sofyayı, Deliormanı da biliyordu. Doğuyu batıyı bir iyice dolaşmıştı. Babası ölmeden oniki yıl önce de buraya, Beyazıda, saraya gelmiş, babası ölünce de yerine paşa olmuştu. Onu, oraya babası çağırmıştı. Yoksa onun İstanbulu bırakıp hiçbir yerlere kıpırdayacağı yoktu. (s.25)
  • Osmanlının eli kolu uzundu, ta dünyanın öteki ucuna kadar, Ahmedi de öldürürlerdi. (s.42)
  • “Estağfurullah Paşa, ” dediler. “Biz yanlış anlattık. Sen hiç yanlış anlar mısın ?” (s.66)
  • Nereye kaçarsa kaçsın Paşa onu yakalatır, derisini yüzdürürdü. (s.72)
  • Yusufun gözlerinin önünde çok baş vurdular. Beyazıt kalesinde (Yusuf, Mahmut Han’ın oğlu)... Zincirlerle çok insan dövdüler Beyazıdın çarşı alanında. Bütün bu işler olurken babası kendisinden geçiyor, heybetleniyor, yüzü geriliyor, gözleri parlıyor, boyu uzuyor, omuzları genişliyor, bambaşka bir insan oluyordu. Babası sanki bu anlarda yaratandı, yok edendi. Babası bu anlarda Ağrıdağından binbir gümbürtüyle, yıldırımla, şimşekle inmiş bir korku Tanrısıydı. Yusuf ondan çok korkuyordu. Babası onun için bir baba değil, bir korkuydu. (s.74)
  • (Mahmut Han kendi kendine konuşuyor) “Bundan sonra yaşamışım ki, neye yarar?” diyor, inliyordu. “Koca Osmanlının adını beş paralık ettim.. Dünyaya karşı rezil rüsva oldum. Bunu Saray duyarsa ne olur ? Bundan böyle yaşamışım ki, neye yarar ?” (s.84)
  • “Bu Mahmut Han gelenek, görenek bilmez. O Bey değildir, paşadır, Osmanlıdır.” (s.87)
  • Sıkışmıştı. Bu işe çare bulamıyordu. Onuru, koca al Osman ülkesinin onuru kendi yüzünden beş paralık olmuştu. Küçücük Hoşap Beyine yenilmişti. Ve de Osmanlı yenilmişti. (s.96)
  • Halkın bir aray gelip üstüne yürümesinin Osmanlıyı düşündürdüğüdür. (s.107)
  • (Mahmut Han konuşuyor) “O mendebur, o allahsız Kervan Şeyhi, ” diye bağırdı Mahmut Han. “Onlar, o şeyhler her zaman bize düşmandırlar. Bunları yanımıza almazsak batarız, batarız İsmail Ağa. Batarız. Kök salmış güçleri var İsmail Ağa...” (s.108)

Romandaki Osmanlı’yı temsil eden Mahmut Han hakkında yazılanlar bu şekilde. Osmanlı'nın ne şekilde aşağılanmaya çalışıldığı dikkatinizi çekti mi ? 

Şimdi bir de Kürt Beyleri ile ilgili bazı cümlelere göz atalım: 

  • ...Hayderan aşireti Beyi... (s.28)
  • ...Milan Beyinin oğlunu... (s.28)
  • Ve Kürtler konuksever olurlardı. (s.42)
  • Gülbaharın içindeki bütün duygular başkaldırıyordu. Her şeye, babasına, geleneklere, saraya, Ağrıdağına, bütün dünyaya başkaldırıyordu. (s.43)
  • Kürt Beyleri el pençe divan, yüreklerinde sonsuz bir başkaldırma istemi, saraydan, yıkılmış, dışarı çıktılar. (s.66)
  • Zilan aşireti Beyi Mustafa Bey:
  • “Vurdursun, ” dediler. “Vallah billah, bu onun atı. Bu damga onun damgası".“Kalmaz, ” diye gürlediler hep birden. (s.66)
  • Bir kadın bir erkek dizilmiş gövendin uzunluğu gelip saraya kadar dayanıyor, yedi davulcu, yedi zurnacı aynı havayı çalarak bu uzun gövendi ancak idare edebiliyorlardı. (s.84)
  • Şeyh de onu öpüp kutsadı. (s.86)
  • Şeyh dedi ki: “Mahmut Han bir Osmanlı, bir kafirdir. Bunlar insandan ayrı yaratıklardır. Bunu bizim yanımıza bırakmaz. Ağrıdağının başına iş açar. Bir şey değil çoluk çocuğu öldürür. (s.86)
  • Hoşap Beyi dünya kalelerinin en güzelinde oturuyordu. (s.87)
  • O gece kalede, en değerli konuklara verilen yüksek tavanlı, mermer tabanlı, kırmızı keçe döşeli, duvarlarına eşsiz Kürt kilimleri, halıları asılmış odayı verdiler onlara. (s.88)
  • Hoşap kalesine aşağı çölden, Ağrıdan, Muş ovasından, Urmiye gölünden, Vandan, Bitlisten, Diyarbakırdan yardım teklifleri geliyor, her yerden bir dost eli uzanıyordu. Bu durum da Beyin çok hoşuna gidiyordu. Osmanlıyla bir daha boy ölçüşecekti, Hoşap kalesi düzlüğünde. (s.92)
  • “Biz hep böyle, her şeyde birlik olsak, kimse bize diş geçiremez. Bize dağlar, şahlar dayanamaz. Hiç kimse... Yeter ki böyle birlik olalım.” (s.112)
  • “Pirler sana yardımcı oldular. Bundan sonra pirler seninle olsun, ” dedi, üstüne kıvılcımlar saçaraktan onu kutsadı. (s.114)

Yukarıda iki bölüm halinde verdiğim örneklerle ilgili yorumu, sizlere bırakıyorum: Bu seçme cümleleri alt alta okuyunca, asıl anlatılmak istenenin bir aşk hikayesi olduğuna ikna oldunuz mu? 

Roman baş kahramanlarından ikisi de Kürt olan aşıkların son derece mert, geleneklerine saygılı, töreler için ölümü göze alan, isyankar tipler olarak anlatılması, Mahmut Han'a ise Osmanlı'ya itaat ettiği için yapılan yakıştırmalar, aşağılamalar... 

Kiapta ayrıca kendine özgü üslup ve kelimeler kullanılmaya çalışılmış ama çok da etkileyici bir anlatım sunmuyor: 

  • Gölün dört bir yanı, yani kuyunun ağzı, fırdolayı kırmızı, keskin, bıçak ağzı gibi ışıltılı kayalarla çevrilidir. (s.9)
  • Daha gün doğmadan Ağrıdağının harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağının öfkesini çalmaya başlarlar. (s.9)
  • Ahuri koyağına çıktı, oradan Ahuri yaylasına geçti. (s.21)
  • Bir ürkek ceren gibiydi. (s.76)
  • İsmail Ağa yelyepelek dışarı çıktı. (s.80)
  • Zindanın kuyusundaki kızın üstüne dengbejler türküler çıkardılar, çobanlar, bilurvanlar sesler yaptılar. (s.82)
  • Top, top, dönen, bir borandan esen yıldızlar. (s.83)
  • Kofileri gün gibi ışılayıp akıyordu ve gövend gelip Ağrıdağının eteğinde dalgalanan bir deniz gibiydi. (s.86)
  • Gülbaharı demircinin evine götürdüler, yıkadılar, lahuri kumaştan, eski, güzel, sanki dikiş görmemiş bir masal giyitiyle giydirdiler. (s.86)
  • “Üzülme oğlum Ahmet, ” diyordu, “bütün Osmanlı ordusu üstüme gelse, siz muradınıza erişeceksiniz. Benim evime gelen kişinin, Şeyhin himmeti, görklü nazarı üstünde olan kişinin hiçbir şeyden korkusu, ürküntüsü olabilir mi? Bu kişi umutsuzluğa kapılabilir mi?” (s.91)
  • Çoban yalım kesti. (s.97)
  • Onları büyük bir toyla onurladı. (s.102)

Yaşar Kemal’in bu eserine “kırık” not verdim. Ağrıdağı Efsanesi ile olarak 1970 yılında yayınlanmış. Bundan sonraki eserleri de bu niyetle ve ideoloji ile mi yazılmıştır, bilemiyorum. Umarım diğer eserlerinde bu kırığını telafi etmiştir. 

Yaşar Kemal, Ağrıdağı Efsanesi, YKY, 198, 18.baskı 

 
Toplam blog
: 70
: 2722
Kayıt tarihi
: 28.12.08
 
 

1992 yılından beri yurtdışında yaşıyorum. Moskova Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü mezunuyum. Mosk..