Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ocak '09

 
Kategori
Mizah
 

Ah Güzel Gözlü Miranda...

Ah Güzel Gözlü Miranda...
 

Miranda' yı da soydular. O daha 24' ünün baharında. Eti ne, budu ne?!


<ı>

<ı>Eski mankenlere ne yaparlar?
<ı>Anlamadım, nasıl yani?
<ı>Eskiyince diyorum, mankenlere n’olur?
<ı>Eski urbacıya vermezler her halde!
<ı>Yauv, anlamadın, manken eskisinden bahsediyorum!
<ı>Öyle desene. N’aparlar? Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar!
<ı>Gök yüzüne de saçarlar, he mi?
<ı>He !

Kendini iyi kullanmayan mankenlerin işi bitik. Hayatın acımasız dişlileri, ayırım yapmadan öğütüp atıveriyor bir tarafa. Bir anda helvacı kağıdı gibi itibarsız oluveriyorsun

O rüya gibi hayatlar, sabah kahvaltısı için Paris’e uçmalar, bir eli yağda, bir eli balda olanlar, veliahtların sırtına binenler, inenler. Nöbetleşe binip binip, inenler... Sonrası? İyilik sağlık. Tuğba’lar, Akkaya’lar, Şikel’ler basamakları itina ile çıktılar bir bir. Geride kalanlar yarı yolda yuvarlandı gitti, kimileri tepelere varamadan ufalanıverdi.

Top model, mop model, diye diye, nice nice toplar patladı. Kalan sağlarsa, bizde kaldı. Nasıl ki sarhoş dostuna, ayı postuna, yaşlı bastonu severse, manken de podyumu sever. En büyük korkusu ise, ‘Podyum’ sonrasıdır.

Zor zanaattır mankenlik. Öküz ölür, gönü kalır. Manken podyumdan çekilir, ne ahı kalır, ne de vahı kalır.

Uzun zamandır, manşetlerden, podyumlardan, basının sütunlarından inmeyen bir çıtı pıtı kız var. İsmi Miranda Kerr. Hep aklımdaydı. Şu kızcağızı ‘Sevabına’ bi, tanıtayım bizim Blog mahallesine dedimdi. Kızcağızın mankenlik ajanını buldum. Tam röportajı patlatacaktım ki, bir de ne göreyim, benden evvel davranmış derginin biri.

Röportaj haberini: ‘ Miranda soyundu’ diye vermişler. Ne biçim soyunmaksa. Resme bakın biyo, çarpık çurpık. Yoga yapar gibi. Güzelim kızı ne hale sokmuşlar. Önce memişleri isyanlarda: ‘Bırakın, ben gidiyom gari!’ der gibi. Elleriyle bu asiliği zor zaptediyor kızcağız. Bunlar, muz da soymamışlar hayatta. Di mi ya! Kabuğu; tepesinden tutularak, tek tek aşağıya, usul usul indirilmez mi?

El oğlu bu. Almış kızı karşısına. Sormuş da sormuş bir sürü ipe sapa gelmez şeyleri. Bir Avrupa dergisinde yayınlandı resimleri de.

Sualler de sual olsa bari ! Sual öyle mi sorulur? Manşetteki resme bakın ablası, ağabeysi, amcası, teyzeleri. Ne kadar masumcuk, di mi? Öyle değil mi ablasının, amcasının editörleri… (Onlar da sevecek bu kızcağızı. İnşallah geri kalan resimlerini de çok bekletmezler).

Kümeslerde boy boy, tavuk çeşidi vardır hani. Bu, ’et tavuğu’. Bu, ‘köy tavuğu’. Bu, ‘yumurta tavuğu’. Bu, ‘Mudurnu’lu’. Bu, ‘Denizli’li’. Kızcağıza soru bile sorulmaz yahu. Bi bakışta ossaat anlaşılıyor zaten nereye ait olduğu... O ancak ‘Resimlik’ Bak bak, dal…Dal dal, bak. Aşağı kurtarmaz hani. Rahat bırakalım, aramızda dolaşsın, gezinsin. Eti ne, budu ne zaten. Yavrum !.. Bardağa dök de iç. Kalem yap, cebine koy ! Hiç konuşmasa da olur hani. Böyle başa, böyle tarak. ‘Rastık kaşa; sürme göze, allık yanağa, fes başa, iyi de, bu işte ben, şapkanın püskülü olmak istemem doğrusu.


Neymiş efendim, kız at biniyor muymuş. Motor kullanıyor muymuş. Ağaçlara tırmanıyor muymuş? Laf ola, torba dola.

Kız 14 yaşında keşfedilmiş. On senedir mankenlik yapıyor. Avustralya’lı bir inşaat ustasının kızı. Anası muhasebeci. Kızın mankenlik ajansı Victoria’s Secret. Hızlı ve başarılı bir mankenmiş. Eline su döken yokmuş. İşte sorulanlar bunlar. Buradan yak!

Ah, ah…Boş bulunduk, elimizi çabuk tutamadık. Kızı, ellere kaptırdık. Röportaj fırsatını kaçırdık. ‘He ya gardaş ! Ellere var da , bize yoh mi?!’ Diyerekten şarkısı kaldı bize.

Ağaca çıkar mıymış! Oldu olacak, ‘Düz duvara tırmanır mıydın ‘ diye de sorsaydınız bari. Ört ki, ölem!

Röportajlarda samimi ve sıcak davranmak lazımdır. İlkten bir ‘‘N’abersin?’ çekip, havayı yumuşatırsın. Ağaçmış, dağmış, tepeymiş. ‘Geçiniz!’ Bu konularda, usulüm başkadır. Barajı aşmak için, Kültür sualiyle başlardım ilkten: ‘Başbakanımız kim?’ diye. Bilirse, kültürlüdür, neme lazım. Fenerli Bücür’ ün adını da sorardım.

‘Issız bir adaya düşseydiniz, yanınıza alacağınız üç şey nedir?’ deyip, o’nu, ‘Düşünce’ moduna sokardınız ki, bu arada da ilk resmi patlatırdınız. ‘Düşünen güzel!’ diyerekten.

Eee, memleketimizi de tanıtmak gerek. Avustralya’da ‘Kanguri’ eti yiye yiye bıkmıştır garibim. Ona bir, ‘Ekmek arası kokereç’ ısmarladınız mı, karşısına geçip, keyiflenmesini izlerdiniz. Böylelikle de ‘ elin Avustralyalısı bile yiyor kokorecimizi, size halt etmek düşer’ diyerekten de AB’ ye mesaj da vermiş olurdunuz. Fena mı? A be kafam karıştı. Ha, unutmadan da sorayım bakayım: ‘ A be kız, kolestrolsüz kanguri eti yiye yiye mi kazandın sen bu güzellikleri?’

Vaktiyle bir mankene sormuştuk. ‘ Ütünün fişi, prizde unutulursa n’olur?’ diye.‘ Elinin körü olur!’ cevabını bekliyordum açıkcası. Manalı manalı yüzüme bakmasını unutamıyorum. ‘ Kontak yapar!’ diye cevaplamıştı. ‘Çaresi?’ dediğimde de iç bataryalar çalıştırılır, o da tükenince Kemer Barajından elektrik bağlanır, iş yine görülür!’ demişti. Tabi o zamanki editör: ‘ A be Cellek, bir ütü için çok değil mi baraj ceryanı’ diyerek bazı kelimeleri, pirinç ayıklar gibi ayıklamıştı.

Bu 24’ lük Miranda Kerr’in elektrik bilgisini yoklamadım. Türkiye’ de ceryan kesikliğinin bilinmesini istemedim.

Ah Miranda, vah Miranda / Açık mektubumdur bu sana / İki elin kanda olsa da, / Elma da desem, armut da / Bu yazıyı okuyunca / Çıkıp da geliver bana / Ah Miranda, ah Miranda / Her gördüğüne sakın kapılma / MB. numaram 496651, ara bloglarda / Kimselere kanma, yanılıp aldanma / Adresim belli, gelesin yanıma / Yapalım bu röportajı sana / Anla beni, anlasana / Ah güzel gözlü Miranda / Ah güzel isimli Miranda!

Çıkıp gidelim, ilkten Çeşme’lere / Modelim ol, hem gündüz, hem gece / Kaleden kaleye, uçalım delilerce / Diskolarda coşalım, söyleyelim ye, ye, ye / Bizi de ansınlar bilmece diye diye / Eh, acıkmışsındır Şevki’nin kumrusu nerede? / Tadına doyulmaz, ye Allah ye / Elin elimde, makineler boynumda / Vuralım biz seninle, dağ yoluna / Zıpla, koş, yuvarlan, bin salıncaklara / Çekeyim seni ben, kameralara / Geçsin günümüz Çeşme akşamlarında / Şiirler okuyuver, güzelim Miranda / Sesli sesli alalım seni kameralara.

İki kere vurdum kapını, bildin mi sen beni ? / O ben değildim, yüreciğimdi / Güzel gözlerindeyim, unutma beni / Beş bilinmeyenli denklem misin ki / Çözemedim ben seni / Şiirsel röportaj olsun, üstelik de sesli / Dökelim kurtları Çeşme’de, ah seni seni / Milattan önce de vardık, sonrası da dert mi? / Bir şarkı var plakta, kadifedendir kesesi / Arkası da ‘yarım kilo kaşarla, yiyeyim seni’

Röportaj bahane ya, buldum ben seni / Seneye yine bekleriz, sor yine halimizi / İyisi mi, dakika başı gel, ben buradayım / ‘Adda’ lara gidelim, kuş olalım / Röportajlar yapalım, hep beraber kalalım / Bu yazdıklarımı hanım okur bir bir ekrandan / Hem okuyor, hem söyleniyor öte yandan / ‘‘Beni şiirlerle tavladın, diyor, sıra Miranda’da anlaşılan’’ / Bu son dakika golünü de yedim, bildireyim / Hay ben bu kadının, aklını seveyim.

Röportaj böyle olur vallahi. Aşağı kurtarmaz!

RESİMLERİ: ( Azzzzzzz, sonra…)

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..