Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '09

 
Kategori
Edebiyat
 

AHMET GÜÇSAV ve TÜRKÇE / Abdülkadir Güler

AHMET GÜÇSAV ve TÜRKÇE (10)

Abdülkadir Güler

Ahmet GÜÇSAV’ın yazılarında kullandığı dil genel olarak sade Türk­çedir. Halkın anladığı, halkın yaşadığı daha doğrusu yaşayan Türkçe­den yanadır.

Bilindiği gibi Türk dili dünden bugüne büyük evreler geçirmiştir. Daha önce Farsça ve Arapça karışımı sözcüklerden oluşan Osmanlıca ağdalı cümleler pek rahat anlaşılamıyordu. Bu konuda ilk fermanı yayınlayan Karamanoğlu Mehmet Bey olmuştur. Karamanoğulları Beyliğine yaklaşık 230 yıl başkentlik yapmış olan Karaman’da 13 Mayıs 1277 tarihinde ünlü fermanını yayınlamıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey bu ünlü fermanında aynen şöyle diyordu:

«Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka hiçbir dil kullanılmayacaktır!» Bundan böyle Türk dili ve Türk kültürünü sade bir öz Türkçe ile yaymaya karar vermiştir. Türk dilinin Arapçadan ve Farsçadan ayrılmasına gayret sarf etmiştir. Türkçenin yeniden Türk dili olmasına dikkat ve özen göstermiştir... Bu amaçla her yıl Karaman’da 13-14 Mayıs günlerinde Türk Dili Bayramı olarak kutlanmaktadır. Bu gelenek 1277’den bu yana devam edip gelmektedir.

Türk dilinin sadeleşmesine, arılaşmasına büyük ölçüde Türk Dil Kurumunun da büyük hizmetleri olmuştur. Büyük önder Atatürk, bu konuda ayrıca şunları söylüyor:

«Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Bizim uyumlu zengin dilimiz, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendinizi kurtarmak, bunu anlamak zorundayız.»

İşte bu inançla Ahmet GÜÇSAV ışığını ve ilhamını bu sözlerden alarak yazılarında mümkün olduğu kadar öz Türkçeyi ve yaşayan dili kullanmaktadır. Yaptığımız araştırma ve incelemede Ahmet GÜÇSAV’ın yerel basında yazdığı makalelerde genel olarak arı, duru ve sade bir Türkçe kullanmaktadır. Özellikle Yeni Söke’de araştırıp bulduğumuz pek çok yazısında Türkçe ile ilgili görüşlerini okuyoruz.[1] Yine rahmetli Ord. Prof. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun çıkardığı Yeni Adam dergisinde yayımlanan makaleleri[2] söylediklerimize ışık tutuyor. Türk dili konusunda bu makaleleriyle dikkatlerimizi çekiyor.

Önemi bakımından, özellikle öğretmen ve öğrencilerimize yararlı gördüğüm bu değerli yazılarını aynen kitaba alıyorum. Okumakta yarar vardır diye düşünüyorum... Sevgili ve rahmetli Ahmet GÜÇSAV’ın Türk dili konusunda ne denli dikkatli ve titiz olduğunu bu yazılarından anlamak mümkün olacaktır.

Evet, şunu da vurgulamak istiyorum: Ahmet GÜÇSAV gerek konuş­ma­larında gerekse yazılarında hep sade, arı dilden ve yaşayan Türkçeden ya­­na idi. Gençlerin güzel ve sade Türkçe kullanmalarını teşvik ediyordu...

TÜRKÇENİN GÜZELLİĞİ
Ahmet GÜÇSAV, yazı ve konuşmalarında özellikle sade ve duru Türkçeye önem veriyordu. Türkçenin Zenginliği, Doğurgan Türkçe konularını işlerken Yeni Söke Gazetesindeki köşesinde Türkçenin Güzelliği başlıklı yazısında şunları yazıyor:

Büyük şairlerimizden Yahya Kemal Beyatlı anadilimiz için bakın neler yazıyor. «Türkçe ağzımda annemin sütü gibidir.» Ve bu Yahya Kemal ki Türkçeyi en iyi işleyen ve kullanan yazarlarımızdan biridir. Bunun şiirlerini okumayan, düz yazılarını incelemeyen bir kimse Türk kültürünün tadına varamaz. Türkçülüğü öğrenmek için nasıl ki Ziya Gökalp’i okumak şart ise, Türk Edebiyatının zevkine varmak için de Yahya Kemal’i incelemek ve onun kitaplarını ‘başucu kitabı’ yapmak o kadar gereklidir. Kaldı ki edebiyatımızda yetişmiş değerler çoktur. Fakat yeni kuşaklar bunlarla nasıl bağdaşıyor, bilemiyoruz. Onlar daha çok, kitapların içine değil de dışına bakıp değer veriyorlarsa çok şeyler kaybediyorlar, demektir. Çünkü insanlar önce ulusal, ondan sonra da uluslar arası değer olurlar. Kendinizden bir şey veremedikçe (yaratmadıkça) ilgi odağı olamazsınız.

Türkler on birinci yüzyılda Arap ve Acem dünyasına hâkim olmuşlar ama kendi kültürlerini pek koruyamamışlardır. Bu arada Türkistanlı Kaşgarlı Mahmut, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin zenginliğini ortaya koymak için ‘Divan-ı Lûgat’üt-Türk’ adlı sözlüğünü çıkarmış ise de dış dünyada etkili olamamıştır. Ama bu kitap, bir hazine olarak bugünkü Türkçeye çevrilmiştir. Buna benzer daha birçok denemeler –ki İran’da 900 yıldan beri Türk soyları hükümdar oldukları halde- yapılmış ise de edebiyat alanında büyük kalemlerin yetişmemiş ve yetişenlerin de ‘Mevlâna Celâlettin-i Rûmî gibi...’ eserlerini sanat olsun diye Farsça yazması tarihte büyük bir yanılgıdır. Oysa bir milleti millet yapan millî kültürüdür. Ve ne yazık ki toplum tabanında bu kültür işlenmiştir. Yunus Emreler, Karacaoğlanlar, Pir Sultan Abdallar, Köroğlular ve benzeri değerleri Türkçeyi bir halk dili olarak işleyip zenginleştirmişlerdir. İstanbul Türkçesi ise, biraz karışık olmakla birlikte Türkçeye bir musiki ahengi getirmiştir. Çünkü İstanbul’da bu dili işleyen Bakiler, Nef’îler, Nedimler, biraz ötede ‘Azerbaycan’da’ Fuzulîler büyük dil sanatçıları olarak Türkçeye güzellik ve zenginlik kazandırmışlardır.

Atalarımız dil konusunda da yaratıcı ruhlarını ve zevklerini göstermişlerdir. Sözgelimi, başlarının üstündeki uçsuz bucaksız maviliğe ‘gök’ demişlerdir ama bu ‘gök’ten Göksel, Gökmen, Gökay, Gökten, Gökçe, Gökşen, Göker, Göknar, Gök­alp, Gökçer, Gökcan, Gökbürü, Gökçek, Gökhan; Göksun, Gökçen, Gök­ben, Gökdel gibi güzel adlar çıkarmışlardır.[3]

GELİŞEN TÜRKÇE
Anadilimiz olan Türkçeyi geliştirmek her Türk’ün görevi ve dileği olmalıdır. Çünkü ana karnından dünyaya çıktığımız zaman ilk duyulan ses, annemizin sesidir. Bu yüzden olacak ki ünlü yazar ve şairlerimizden Yahya Kemal Beyatlı, “Türkçe ağzımda annemin sütü gibidir.” demiştir. Diyebiliriz ki Türk Dünyasında Türkçeyi en iyi işleyen ve kullanan ağız ve kalem ondadır. Atatürk bile, Yahya Kemal’in şiirlerindeki ses tonuna ve ahenge bayılırmış. Özellikle aruz vezni ile yazdığı şiirler dünya çapında bir değer taşımaktadır. Bir çokları şarkı olmuştur.

Türkçenin gelişmesi için Türk milletinde ulusal bilinç yaratılmalıdır. Sözde ve yazıda Türkçenin güzel ve akıcı olmasına özen göstermeliyiz. Tıpkı bir sanatçı gibi dilimizi işlemesini bilmeliyiz. Özellikle aydın kesim, bilimsel çalışmalar yanında Türkçenin mimarı olmalıdır. Bunun için eldeki kaynaklar yeterlidir sanıyoruz.

Bir gün Kuşadası’nda Ömer Tatil Köyünde rahmetli ünlü yazar Falih Rıfkı Atay ile yemek yemiştik. Davetliler arasında eski Aydın valisi rahmetli Muammer Ürgen Paşa da vardı. Gene rahmetli olan Kuşadası Kaymakamı (sonradan Muğla valisi) Özer Türk de yanımızda idi. Falih Rıfkı Atay’la görüşmek insana zevk veriyordu. Çünkü türkçeyi şiir gibi yazan ve konuşan bir romancımız idi. Ulus Gazetesinde de yıllarca başyazarlık yapmış ve Atatürk’ün yanından ayrılmamıştır... Sofrada bir hayli ilginç şeyler konuşuldu. Bu arada Türkçe konuları da açıldı. Rahmetli bize, “Akar yakıt sözünü bulan ve ortaya atan bendim. Önceleri yadırgandı ama sonradan kök saldı.” dedi. Eski Türkçesi ma-i mahrukat olan bu söz gibi daha nice buluntular vardır ki denenebilir. Yeter ki basın ve öteki iletişim araçları “medya” bunun üzerine eğilmiş olsun. Eli kalem tutan ve ağzı lâf yapanlar da Türkçeye özen göstersin. Akıcı ve güzel bir Türkçe yaratılsın. Hepimizin malı olsun.

Çoğu kez Atatürkçü olmakla göğüs kabartırız ama onun yolundan pek gitmeyiz. O büyük adam, bundan yıllarca önce, “Türkçe, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmalıdır.” dediği halde bu yolu izleyenlerimiz pek azdır. Nitekim geçen gün şu “gür” sözcüğü aklıma takıldı. Hani bir kayadan bol ve güçlü olarak çıkan, gürül gürül akan ve fışkıran sular vardır ya atalarımız bu “gür” sözcüğünden ne kadar isim yapmışlardır: “Gür, Gürel, Gürler, Gürsel, Gürkan, Güray, Gür­kay, Gürcan, Güriş, Gürbüz, Gürhan, Gürtan, Gürgün, Gürdal, Gürsan, Gür­ses, Gürtuna, Gürpınar, Güral; Gürsoy ve böyle...”[4]

TÜRKÇENİN ZENGİNLİĞİ
Türkçe, genelde zengin bir dildir ve dünyada en çok konuşulan diller arasındadır. Sayın Demirel bile bir zamanlar “Adriyatik’ten Çin Seddine kadar” Türklerden ve Türk kültüründen söz edince bazı devletleri korkutmuştur. “Demirel Dünya Türk birliğinden, yani Turancılıktan mı söz ediyor?” diye komşu devletlerde rahatsızlık başlamıştır. Oysa “Türk kültür birliği” başka “Turancılık” başkadır. Ama bunu her devlete anlatamazsınız.

Eczacı Halil Özşarlak dostumuzun beğendiği (ailece beğenilen) erk isminden öyle adlar çıkarmak mümkündür ki buna şaşmak gerektir. Sözgelimi bu kelimenin kökü er ise bundan Erkmen, Ersoy, Erman, Ertunç, Erdem, Erden, Erdinç, Ergenekon, Ergen, Ergin, Erkan, Erkal, Ertaç, Erol, Erbil, Eren, Erdil, Ertan, Ersan, Eriş, Ertürk, Erbay, Erhan, Eröz, Erker, Ercan, Ergun, Eray, Ersen, Erten, Ersin, Erbuğ gibi isimler pekâlâ yapılabilir, türetilir[5]. Çünkü dilimizin kaynakları zengindir. Yeter ki bu kaynaklara yetkili eller, ağızlar ve kalemler dokunmuş olsun.[6]

DOĞURGAN TÜRKÇE
Atatürk’ün “Türk Dil Kurumu” ve “Türk Tarih Kurumu” girişimleri ve bu arada Soyadı Yasası, Türkçe yeni yeni sözcükler kazandırmıştır. Ziya Gökalp ile başlayan Türkçülük hareketleri de bizi, kültür bakımından öz kaynaklarımıza indirmiştir. Bu yolda yapılan derin ve geniş çalışmalar Türkçeyi bugünkü zengin haline getirmiştir. Fakat ne yazıktır ki dil bilinci zayıf olan kimi yazarlarımız, temiz Türkçe yerine karmaşık bir yazı diline özenmişlerdir. Bu arada siyasete soyunanlar da dilimizi özlükten çıkarmaktadır. Radyo ve televizyonlarda gelen sesler “misyon”lar, “vizyon”lar ve benzeri sözcükler Türkçenin anlaşılır bir dil olmasını engellemektedir. Seçimlerde bunlardan hesap sormak gerektir. “Anadilimizi neden bu hale getiriyorsunuz?” diye...

Bu arada Evren Paşa zamanında Ankara’da kurulmuş bulunan “Atatürk, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”nu da eleştirmek gerekir. Bu kurum basınla işbirliği yapamadığı gibi zıpçıktı yeni sözcükleri de başıboş bırakmakta ve Türkçenin bozulmasına göz yummaktadır. Oysa bu kuruma bütçeden milyarlar akmaktadır. Bunun başka bir biçime sokulması ve ünlü yazarlardan oluşan bir kurul haline getirilmesi başlıca dileğimizdir.

Geçen gün Eczacı Halil Özşarlak dostumuzun torununa verilen “erk” sözünden bir sürü adlar çıkarmış ve Türkçenin türetken bir dil olduğunu belirtmeğe çalışmıştık. Bu kez de “öz” sözü aklımıza takıldı ve bundan yeni adlar çıktı: Öz, Özer, Özen, Özlü, Özker, Özmen, Öznur, Öztan, Özkan, Özdemir, Öztekin, Özbey, Özhan, Özkut, Özcan, Özgül, Özgen, Özlem, Özgür, Özden, Özal[7] ve böyle.[8]

TÜRKÇENİN TÜRETKENLİĞİ
Ahmet GÜÇSAV, Türkçenin Zenginliği, Doğurgan Türkçe, Türk­çenin Güzelliği konularını bir öğretmen ve aynı zamanda bir dilci gibi işlerken Türkçenin Türetkenliği konusunda da yine Yeni Söke Gazetesindeki kendi köşesinde şunları yazmadan geçemiyor. 22 Eylül 1994 tarihinde kaleme aldığı bu yazıdan bir alıntıyı sunuyoruz.

“Türkler aslı Farsça olduğu söylenen bu “han”[9] sıfatından o kadar hoşlanmışlar ki bundan birçok Zülfü Livaneli’nin bir yazısından öğrendiğime göre Yunanistan’da bu “hanım” sözü “leydi” anlamında kullanılırmış. Bizde de önce kral eşlerine “hanım” denmiş ve sonradan yaygınlaşarak “hatun” olmuştur. Nazik ve olgun kadınlar bu sıfatla anılmıştır. “Ayşe Hanım” veya “Hanım teyze” gibi...

Türk dilinin zengin kaynakları üzerinde duranlar çok güzel bulgular elde etmişler ise de bu dili bugünkü haliyle bırakmak ve üzerinde durmamak ülkemiz için büyük bir kayıptır. Radyo ve televizyon konuşmalarında ve özellikle yazı dilinde yeni sözcükler yaratmak zorundayız. Aksi halde Osmanlı İmparatorluğu zamanında düşülen yanlışlığa yeniden düşmüş oluruz ki bu kere de “Lâtince değil mi uydur uydur söyle” darbımeseli karşımıza çıkar. Nitekim öyle oluyor: Türkçesi zayıf olan kimi konuşmacılarımız sıkıştıkları zaman kökü Lâtince olan ve İngilizcede yaşayan bir kelimeyi ağızlarından hemen fırlatıyorlar. Ondan sonra da cümle anlaşılamıyor. Söyleyen anlasa da dinleyen anlamıyor. Politikacılarımız da konuşma yapıyor. kendilerini veya yaptıklarını anlatmak istiyorlar.

Şimdi konumuz olan “han” sözcüğüne gelecek olursak, bakınız atalarımız kökü Farsça olduğu söylenen bu kelimeyi Türkçeleştirerek ne gibi isimler yapmışlardır: Korhan, Orhan, Turhan, Tarhan, Kayhan, Bilhan, Dilhan, Seyhan, Ceyhan, Gökhan, Ayhan, İlhan, Beyhan, Birhan, Günhan, Gürhan, Gülhan, Özhan, Erhan, Karahan, İstemihan, Bilgehan... ve böyle... Dahası bulunabilir ama derinleştirmek gerektir.[10]

Yine bunlardan başka Ahmet GÜÇSAV’ın Yeni Söke gazetesinde yer alan “Gelişen Türkçe, Türkçenin Gülleri, Türkçenin Anlatım Gücü, Türkçenin Zenginliği, Türkçeyi Doğru Konuşmak” başlıklı yazılarından yaptığımız bazı alıntılarla Türk diline ne denli önem verdiğini hep birlikte göreceğiz.

TÜRKÇENİN GÜLLERİ
Anayurdu Hindistan ve Çin olduğu söylenen çeşitli güllerin bitki değeri dışında girmedik kapı yok gibidir Gerçekte bütün dünyaya yayılmış bulunan gülleri edebiyatta, sanatta ve öteki alanlarda görmek zor değildir. Bizde de Türk edebiyatı ve sanatı güllerle bezenmiş sayılır. O kadar ki Türk dilinde atasözü haline gelen “gül”­le­rin, sözgelimi “Gül dikensiz olmaz. Gülü seven dikenine katlanır.” gibi deyişleri çoktur. “Gül”ün bu manevî güzelliği (etkinliği) yanında suyu ve yağı da faydalıdır. Nitekim bugün Isparta ilimizde gül yağı fabrikaları ve bahçeleri vardır. Bu bakımdan Ispartalıları kutlamak gerektir. Çünkü gül kokan yerlerde ve bahçelerde yaşamaktadırlar.

“Gül”ün tarihini yazmak her halde ilginç olacaktır. O da bizim gibi vakti dar olanlara düşmez. Bugünlerde çevre konuları fazla işlendiğine göre Söke Belediyesinden bir fidanlık ve bu arada bir gül bahçesi beklemek hakkımızdır. Tarım Bakanlığı, şu “Her ilde ve elverişli ilçelerde bir Devlet Üretme Çiftliği” görüşünü benimsemez ve milletvekilleri de bu konuda yardımcı olmazlarsa Türkiye yeşil örtüsünden çok şey kaybeder. Geçenlerde bu konuya değinmiş ve bir yetkili ile konuşmuştum. O da bana “Hiç yorulma, bugün devletin elinde bulunan üretme çiftlikleri de zarar ediyor. Hükûmet bunları da öteki KİT’ler gibi elden çıkarmak istiyor.” demiştir. Hâl böyle ise memlekete çok yazıktır. Çünkü bu ülkenin yeşile ve üretime “tarımsal alanda” ihtiyacı çoktur. Bu çiftlikler zarar etse bile “ki açıkta veya masa başında faydasız oturan tarım elemanları fazladır.” insan bunları da düşünerek bu üretim alanlarını boş bırakmak istemez. Çünkü Türkiye’nin hemen her tarafında boş duran hazine arazileri çoktur. Boş insanı çoktur. Yetişmiş boş elemanlar çoktur. Özellikle kimsesiz başıboş dolaşan çocuklara, hapislik süresi azalan suçlulara ve hatta askerliğin kısa bir bölümünü tarımsal çalışmalara ayırıp ... (isteğe bağlı olarak) yurttaşlarımıza bu çiftliklerde bir şeyler öğretmek yararlı olabilir.

Neyse konuyu fazla uzattık. Şimdi de Türk dilinde, bu “gül”[11] adından türetilmiş isimlere bakalım: “Gül, Güler, Gülsün, Gülden, Gülgün, Gülseren, Gülderen, Gülay, Gülşen, Gülcan, Gülenay, Gülfidan, Güllü, Gülyüz, Gültekin, Gülbudak, Gülben, Güleç, Gülçin, Gülseven, Gülrenk, Gültek, Gülten, Gülen, Gülümser ve böyle...” [12]

TÜRKÇENİN ANLATIM GÜCÜ
Anadilimiz olan Türkçe üzerine bazı denemeler yapmış ve 75 yaşın verdiği bir birikimle bildiklerimizi aktarmağa çalışmıştık. Bu arada, yeterince derin olamadığımız için eksik yanlarımız da olmuştur sanıyorum. Bunların doğrularını yetkili kalemlerden “Derin Hocalardan” öğrenmekle mutluyuz. Nitekim geçenlerde “Türk­çenin Türetkenliği” üzerinde “han” sözcüğü ile ilgili görüşlerimizi belirtirken Türkçe Öğretmeni Ramazan Özenç dostumuzun bir eleştirisi ile karşılaştım. Yeni Söke

[1] Türkçenin Zenginliği (11 Ağustos 1994), Doğurgan Türkçe (2 Eylül 1994), Türkçenin Güzelliği (19 Eylül 1994), Türkçenin Türetkenliği (22 Eylül 1994), Gelişen Türkçe (6 Ekim 1994), Türkçenin Gülleri (!7 Kasım 1994), Türkçenin Anlatım Gücü (22 Aralık 1994), Türkçenin Egemenliği (23 Mart 1995), Türkçeyi Doğru Konuşmak (16 Haziran 1995)

[2] Dil Devrimi (Yeni Adam, Sayı. 915, 1977, s. 14), Dilimizi Düzeltmek (Yeni Adam, Sayı. 934, 1979)

[3] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke, 19 Eylül 1994.

[4] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi , 6 Ekim 1994.

[5] Sayın GÜÇSAV’ın türetme olarak bildirdiği bu kelimelerin yapıları şöyledir:

erk (güç, kuvvet, yetke) kökünden türetilen: erk-men. || Aynı kökten yapılan birleşik kelimeler: erk+al (er+kal biçimi de olabilir), erk+er (güç er; zor yenilir er).|| er (erkek, adam, yiğit) kökünden birleştirme yoluyla yapılanlar: er+soy, er+tunç, er+kan, er+kal, er+taç, er+dil, er+dinç, er+san, er+iş, er+türk, er+bay, er+han, er+öz, er+can, er+ay, er+ten, er+buğ. Aynı kökten türetilenler: er-man, er-den, er-en (erler).|| er (erken) kelimesinden birleştirilme yoluyla yapılan: er+gün (günün erken zamanı), er+tan.|| er-mek (olgunlaşmak) fiilinden türeyenler: er-gen, er-gin.|| Aynı fiilden geniş zaman çekimi ile yapılmış olan: er-sin (ek-fiil yardımıyla er (erkek) isminden yapılmış da olabilir).|| Eski bir kelimeden söyleyiş değişikliğine uğramış olan: irdem > erdem.|| ergene+kon [ergene (sarp) veya ir-mek (ulaşmak; varmak) > er-mek > er-ge-ne (maden yatağı; maden işletilen yer; ocak)+ kon (geçit)].

[6] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 2. Eylül 1994

[7] Bu kelimelerden birleştirme yoluyla yapılmış olanlar şunlardır: öz+er, öz+nur, öz+tan, öz+kan, öz+tekin, öz+bey, öz+han, öz+kut, öz+can, öz+gül, öz+al || türetme yoluyla yapılmış olanlar da şunlardır: öz-e-r [özemek (sulandırarak ezmek) > öz-e-mek > öze-r], öz-en, öz-lü, öz-men, öz-gü-l, öz-gen, öz-le-m, öz-gür.

[8] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 11 Ağustos 1994.

[9] Sayın GÜÇSAV’ın Farsça olduğunu söylediği bu kelime Türkçedir. Gerçekte Farsçada iki ayrı anlamda han kelimesi geçmektedir. Bunlar [Far. han] (konaklama yeri), [Far. kvan] (sofra, sini, yemek). Ama sözü geçen han kelimesi Türkçedir. kağan kelimesi iki ayrı biçimde gelişme ve değişmeye uğramıştır: hakan ve kaan. Kaan kelimesi daha da gelişme ile kan > han biçimine girmiştir. Bu anlamıyla han, hükümdar, bey anlamına gelmektedir. Hanım kelimesi de yazarın belirttiği gibi bu kelimeden gelmedir. Nasıl bugün sevdiğimiz kadına “sultanım” diye hitap ediyorsak o gün için de aynı anlamda ‘kağanım > kaanım > kanım > hanım” kelimesi oluşmuştur. Hatun kelimesinin gelişimi ise şöyledir: “katun (kadın) > hatun”.

[10] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke, 22 Eylül 1994

[11] Bu isimlerden bir kısmı bir çiçek adı olan”gül” ile ilgili değildir. Türkçe “gül-mek” fiilinden türemiştir: “gül-er, gül-sün, gül-en+ay, gül-ec, gül-ümse-r”

[12] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke, 17 Kasım 1994
( 13) Sökeli Bir Güzel Adam AHMET GÜÇSAV-Abdülkadir Güler Söke-2001.s.84-88.

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..