Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '11

 
Kategori
Şiir
 

Ahmet Günbaş'ın "Islık Borcu" adlı şiir kitabı

Ahmet Günbaş'ın "Islık Borcu" adlı şiir kitabı
 

ANADOLU’YA VE İNSANA “ISLIK BORCU”*NU ÖDEYEN ŞAİRİN ŞİİR KİTABI


ANADOLU’YA VE İNSANA “ISLIK BORCU”*NU ÖDEYEN ŞAİR:

AHMET GÜNBAŞ

Yıllar önce Bursa’da görüşmüştük. Alnına “Anadolu” yazıyormuş gibi bir duygu geçmişti içimden. Bu yüzden ona “Anadolu” adını yakıştırmıştım. Şiirleriyle yüzünün buluştuğu noktada duruyordu. Öznelliğimde evrensel boyutlarda şiir üretmelerinin yanında ülkemle özdeş birkaç şairimizden biri o. Kitabının adına bakar mısınız? Islık Borcu… Anadolu insanının yalnızlığının, hüznünün en doğal, en insani sazı ıslık izleğinde yalın ve vefalı.

İşte de ilk şiirindeki Anadolu: ”Memelerin pörsüyünceye kadar emzirdiğin /delişmen şarkıların dünyayı dolaşıyor.” (s.4) Verince, iliğine, kemiğine kadar veren… Tıpkı delişmen türkülerimizin dünyayı dolaşması gibi. Sebahat Akkiraz’ın, Arif Sağ’ın sesinden Afrika’da, Berlin Senfoni Orkestarsı eşliğinde Almanya’da çınlaması gibi. Ama yergisi de yanında. “Her gün bir güvercin ölüsü eşiğinde/ sürgit susuluyor, umursanmıyor”(s.5) İki yüzlü, teslimiyetçi, korkak kültürümüzün yüzyıllardan beri süregelen yaşanmışlıklarını imliyor. Bu toprakların insanı olmak aynı zamanda sürüp giden, bir türlü gerçekleşemeyen özlemlerin insanı olmakla özdeş. Ben de örneğin şairin şiirindeki gibi “Eşkin atlarını özlüyorum, toz bulutunu/ gecede çift yürek kükreyerek”(s.4)

Hazin olanlardan biri de insanın, kısacık yaşamında sayısız  ve saygısız sınırlamalarla karşı karşıya kalmasıdır. İnsan doğasına, var olmanın  gereğine aykırı, dizginlenmiş yaşam şairin sonsuzca özgür doğasının en büyük sorunsallarından biri. Ne ki dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman suyun yatağını bulması, geçici zamanlar ve koşullar dışında, engellenemedi. “Bir dağın intiharı gecikebilir”(s.6.-7), hepsi bu. Ve şiir biraz da “Dünyanın çitleri sökülsün diye!...”(s.8) yazılır.

Her toplumun, bireyin, her şairin, aslında ve sonunda aynı yere çıkmasına karşın birbirinden özge, büyük ve güzel düşleri var. O düşlerin gerçekleşmemesi için şu dört dizeye palazlananlar ellerinden geleni arkalarına koymayınca (“Suyun sözlüğüne karıştılar, buğdayın cömertliğine/ Ormanın nefti kucağına mevzilendiler, gecenin çatlağına/ Ayın dalgınlığından yararlandılar sinsi ve sapkın/ rüzgârım pışpışlarken düşlerin beşiğini”(s.9)) şiire ne düşer? Biraz da yenilenlerin, canı yananların ve bilenenlerin duygularına tercüman olarak: “Yenilgimi sevmedim bir türlü/ Nasıl da bilenmişim, her yanım kesiyor”(s.9) demek mi, dememek mi? Hem bu ülke, bu ülkenin bireyleri bütün bunları yaşamadı mı?

İnsanlığa, erdeme doğru uzayan yolların hiçbiri dümdüz ve sorunsuz değil ne yazık ki. “Uçurum yola dahil! Uçurum yola dahil!”(s.12)dir. Bu dizedeki izlek, bilincin hep üstünde olunca, yani bu bilinince kimileri yolculuktan vazgeçebilir. Yola ihanettir bu. Yolculara da… Çünkü bir şey daha biliniyordur: ”Onulmaz pençeleri var leşçinin/ linç saatine uyarlı keskin dişleri” (s.15) “Krank Milibu yüzden yazıldı ve Hırant Dink adlı yırtık ayakkabılı dünyalar güzeli barış oğula adandı: “Bir ceset nasıl ısıtırmış dünyayı/ cıscıbıl gördük!// Issızlığın gök gürültülü gülü de gördü/ Kalktı yürüdü”(s.19) Varsa orta yerde bir haksızlık, Ermeni’yse haksızlığa uğrayan, Kürt’se, Gürcü’yse kim dil olacak ona? Roman olmayacaksa, öykü, şiir, müzik, resim olmayacaksa, şair, yazar, ressam, müzik insanı olmayacaksa, kim olacak? Sanatın kulağı, gözü ve vicdanı yok mu? Onu mu demek istiyorsunuz? Kim bunu diyorsa bilsin ki gözü kör, kulağı sağır ve vicdanı yoktur. Yani sorun sanatta değil, sanatçımsıdadır.

Islık Borcu’nun yaşama ve yaşamın öte yüzüne dair dehlizlerinde dolaşırken, şiirlerin, dizelerin, hatta sözcüklerin her adımda yoğunlaştığını, yüklendikleri anlamlarla derinleştiğini, estetik katkıyla damağımda şiir tadı bıraktığını duyumsadım. İnsanlığın, toplumumuzun ve bireyin içinde debelendiği dehşet durumlarını dehşetli bir sanatsallıkla yoğurarak şiirselleştirdiğini; sık vurguladığım “sanatın içtenliği” sorunsalının da Islık Borcu’nda ödenmeye durduğunu gördüm. Yenikapı Önünde başlıklı “şiir”, ülkem eş’ar’ının kulağına küpe olsun: “…/// Han-ı Yağma’dan beri inim inim/ tuzukuru lapacıların elinden üzüm hoşafına talim//Ezelinden canı ucu, lokması helâl, sütü sebil/ çalakaşık kaymağına saldırılır/ Daha dün kargatulumba derdest eğlenmiştir Taksim’de/ sığınırken Sis’ine ketum İstanbul”(s.28) Bursa’da yaşayan bir Nâzım sevdalısı olarak tarihi haksızlığa ya da bilinçli inkâra dair bir nazire eklemeden yapamayacağım: “Ezelinden arkasız/pilavsızdır bu halk”/ Beş Şehir’den beri  inim inim/ sığınırken Bursa’da Zaman’a ketum Bursa.

Körfeneler, Mırılmevsim, Penceresiz, Islık Borcu, Sustuyduk ve Seyranlıkolmak üzere altı bölümden oluşan kitabın Körfeneler adlı ilk bölümündeki kılıç keskinliğindeki şiirlerden sonra gelen Mırılmevsim,adındaki çağrışımdan da anlaşılacağı gibi yumuşak başlı, buruk, kırık, ama harika aşk şiirlerine ayrılmış. “Tam ortasından  kırgın bir nehir geçiyor coğrafyamın/ Kuşlar bir tarafa sen bir tarafa/ Gecenin atlarıyla birlikte gidiyorsun/ Kirpiğinden doğacak güneşe belli ki ihtiyacım var/ Ayak izlerini öpüyorum delimsek göçünün”(.31) Aşk denen duygu karmaşasının bir yanı bu dizelerde olduğunca evren büyüklüğünde özlem, sevilmek gereksinmesi gibi umsuk duygular; öbür yanı abartı, kutsama ve “Ülkenden çıkılmıyor senin”(s.35) dizesinde olduğu gibi tutsaklık ya da “Sevgilim, erişilmez derinliğim”(s.39) söylemindeki gibi bilinemezlik, ulaşılamazlık… Bu şiirle Ahmet Günbaş’ın aşka dair bir betimlemesine de ulaşıyoruz. Aşk; âşık olunanın kirpiğinden güneş doğacağına inanma ve onun ayak izlerini bile öpme gereksinmesi duyma halidir.

Aşka dairlik Mırılmevsim’den taşarak, aşkın yaşama müdahalesinde nedenli aymaz, utanmaz ve sınır tanımaz olduğunun bir örneğiymiş gibi   Penceresiz şiirlere de sızmış. “İnsan aşklardan yapılırmış/ bir de ayrılıklardan/ Durup durup içlenmesi bundan/ bir deri bir kemik kalsa da hayali”(s.47) Demek ki aşka dair olanlar yalnızca insanın biyolojik- fiziki yapısını değil, hayallerini bile bir deri bir kemik haline getirebilecek şeylerdir.

Şair bu bölüme ikisi de son derece yetkin ve etkili iki divan şiiri (gazel) örneği de almış. Her beyti beyt-ül gazel (en güzel beyit) değerinde, matla (uyak ölçüsü aa olan ilk beyit) ve şairin adının geçtiği makta (taç) beyitleri de olan Kalır başlıklı gazelden bir örnek vermek gerekirse:“Kalır elbet, telkâri izlerimin hepsi kalır/ sulara sarmaş dolaş akışkan adresi kalır”(s.51). Issız Hanlar Gazeli başlıklı ikinci divan şiiri kıta türüne örnektir. Yani uyak ölçüsü aa biçiminde olan matla ve şairin adının geçtiği  makta beyti yoktur. Bence beyt-ül gazeli de şudur: “Çöle kaptırdığım o son patika/ yitik yıldız ağıtıyla eşdeğer”(s.52).  Bu iki dize Ahmet Günbaş şiirinin görsel niteliğinin nedenli güçlü ve büyüleyici olduğunun da kanıtıdır. Kolayca gözümüzde canlandırabiliriz: İncecik bir yolcuk olan patika uzayıp çölün koynuna sokulur ve o büyük gerçekliğin bütünlüğünde kaybolur. Bu bir yok oluş hali değil, yeni oluşumun nicelik ve nitelik olarak var oluşuna katkı yapmak, kendini yeniden var ediş halidir.

Vefa diye bir duygu da vardı değil mi? Eskiler daha iyi bilir. Aşkta, arkadaşlıkta, dostlukta, akrabalıkta vefa, yani bağlılık… Günümüz insanında, teknolojinin yönettiği yaşam ortamında böyle bir değer yargısı yok artık. Para, ego ve egemen ideolojinin kurallar var. Oysa Islık Borcu adlı bölümdeki  şiirlerin vefasına bakın ki hem şairin doğduğu sokağa, kente(İzmir), arkadaşlarına adanmış hem de bunu lirizmin en doygun tadıyla sunmuş: “Islık borcum birikmiş, gecikmişim/ sardunya günlüğü bağışlasın artık// sarı sabır tenhalıkta bekliyorum”(s.54) diyor. Kitabın en güzel şiirlerindenbiri olan Kastelli’de, şairin üç arkadaşıyla birlikte çıkardığı (1976) Dönemeç adlı dergiye gönderme yapılırken ona emek verenlere vefa borcu ödeniyor. Bu bölümdeki diğer şiirler de İzmir’e vefa borcunun ödendiği şiirler. Ne güzel! Bölümün son şiiri yine bir gazel. İzmir’i şiir güzelliği ve varsıllığıyla onore eden bir gazel: “Ancak şiirin ipiyle inilen bir çukurdur İzmir/…/ Aşkın iki yakasına birden tutunur İzmir”(s.67).

Sustuyduk adlı bölümde öbeklenen şiirlerin temel karakteristiği seçilmiş insanlara adanmış olmalarıdır. Sözün bittiği yerde de vefa var, acıların paylaşılmasında da.  Örneğin bölüme adını veren Çekirdek adlı şiir “Mehmet H. Doğan’ın anısına” adanmış: “Güzelbahçede ölmek/pek dokundu fıstıkçamlarının şanına// Sustuyduk/ göğü onaran kuşlardan habersiz// Sustuyduk/ Doğan/ın çekirdeğinden uzakta// Sustuyduk/ taş taşa vermiş fısıldaşırken…”(s.79)

Seyranlık bölümündeki şiirler de yine çağrışımının ele verdiği gibi daha çok mekânlara ve yine bazı dostlara adanmış şiirlerdir. Folklorik unsurların, hatta türkülerin şiire başarıyla sindirilebilindiğine, şiiri varsıllaştırdığına örnek sayılabilecek Seyhan gibi şiirlerin yer aldığı bu bölümde güzel şiirler kadar özellikle örneklenmesi gereken güzel dizeler(mısra-i berceste) de var: “Gönlübol renklerin kilimine bağdaş kuran/ alnında kuş biriktirmiş taşbaskısı sokakların/ telkari gölgesi”(s.93), “götürür de kondurur üryan kalesine aşkların”(s.94), “Demirden düdükleri de olsa ayrılığın/ bir kent en güzel şiirle eskitilir”(s.100), “Aynı yağmurdan tanışıyoruz demek/ içimiz dışımız dupduru”(s.103), “Aşk bu kadar yakın olmasaydı dayanmazdım uzağına!”(s.106).

Ahmet Günbaş şiirlerinin temel unsuru insan, doğa, kent; temel izleği de özgürlük ve vefadır. Bu yüzden olacak “rüzgâr”, “dağ”, “at”, “kuş”,  özellikle de “aşk” gibi sözcükleri sıklıkla ve  açıklıkla kullanmaktan; “ihanet,” “sömürü”, “baskı” gibi insan hallerine aykırı durumları da sezdirmekten geri durmuyor.  Ülkemizde yaşanan vahameti, şiddeti, acımasızlıkları ve acılarıysa büyülü ve tatlı bir dille şiirleştiriyor. Kısacası Ahmet Günbaş zoru başarıyor; ne sanatından ödün veriyor ne de sanatçılığından.

Şiiri toplumdan, sınıflardan, kentsoyludan ve insandan  soyut şairciklerin birbirine acı çektirmek pahasına, birbirinden etkilenerek iç çatışmalarını, içgüdüsel endişelerini açığa vurdukları oyunsal üretimler olarak değerlendirerek son kertede sömürücü  sınıfın değirmenine su taşıyan  Harold Bloom’un kemikleri sızlasın kiIslık Borcu, “şiirin meşruiyeti ve vicdanı” bağlamında, son yıllarda okuduğum en iyi  kitaplardan biridir.

*ISLIK BORCU, Ahmet Günbaş, şiir, Hayal Yayınları, 110 sayfa,2010.

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..