Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aidiyetsiz

Aidiyetsiz
 

Bir gündü; sokakta şuursuz bir amaçsızlıkla yürüyordum; ne nereye gideceğimi belirlemiştim, ne de ne yapmak istediğim ile ilgili bir fikir oluşturabilmiştim zihnimin kırıntı kıvrımları arasında. Mekan ? Mekan; Beyoğlu’ydu. Sanırım Beyoğlu’ydu; aslında ne önemi vardı ki ? Nasıl olsa nasıl biteceği çok ortada bir akşam başlangıcıydı. Yüzlerce fikir hücrelerimde önce vücuda geliyor; sonra Istiklalin o rengarenk ışıltısına inat bir grilik ile can buluyordu beynimde. Lakin kısa ömürleri dakikalara bile sığamıyacak kadar hazin birer öykü gibi sonlanıyordu attığım her adımda. İlginç olan, pek de bir iz bırakamıyorlardı olanca orjinalliklerine rağmen. Kar bile daha uzun zamanda erir, saçına düşen, yol düşkünü kaldırım yürüyücüsü gençlerin bile. Ama kar bile yavaş kalıyordu, yitip giderken aklımdan, vucuda getirdiğim düşünceler. Sadece yürüyordum oysa ki ve sanırım yürümem gerekiyordu boğucu kalabalıkların, şen kahkahaları ve arkadaş canılısı, sarmaşık bedenli, yüzleri bile aynılıktan okunmaz hale gelmiş akıp giden mutlu yığının arasında, yürümem ve bir yerlere ulaştırmam gerekiyordu sanki kendimi.

Yo evet evet öyleydi, en azından öyle olmalıydı. Çünki aksi taktirde çıkılan bu anlamsız, amaçsız ve hedefsiz yolculuğu anlamlamak da, değillemek de imkansız olacaktı. Yahut belki zaten olmuştu bile. Akan giden zaman ve yolun üstünde, yüzüm yığında, gözlerim özümde seyirtirken kulağıma bir ses takıldı. Öylesine yalın ve sıradandı ki, takılması bile son derece saçma ve hatta uzak bir tınıydı yankılanan kulağımda. Durduramadı, yahut durduramazdı sandığım sese ilerlemeye başladığımı farkettim çoktan durduğumu benimseyişimin son zerresinde. Yaklaştım sese, ağlıyordu bir kaval. Maviydi ve hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, gözleri üzgün öne düşmüş, paltosu deliklerle desenlenmiş, yaşlı adamın nefesinde. Bilindik bir şarkıydı besbelli ama adı yoktu, yeri de yoktu. O şarkı yaşlı adamındı hepimizin içindeki hüzünlü şarkıyı çalıyordu ama eksikti birşeyler eksikti şarkıda. Baka kaldım bir kaldırım bile yoktu ki oturaydım, ama vaktimi bu tip detaylara harcamak istemiyor, olanca hüznüne kaptırıp kendimi, iyiden iyiye koyvermek istiyordum yaşlı müzisyenin nefesine.

Üflüyordu, üfledikçe büyüyordu yaşlı adam gözlerimde, görüyordum hüznünü, her ne kadar yerde de olsa gözleri bana bakıyordu. Şaşkın kalabalık farkında bile değildi bu hüzünlü ama yılların verdiği olgunluk ve dinginlikle bakan gözlerin güzelliğinin. Tomurcuk oldu daha sonra yaşlar, gözlerim daha fazla direnemedi ısrarına bezlerimin. Aktı bir tane iken sel oldu, dondu sonra umarsızlığıyla yığının, kayıtsızlığı ile hiddetlendi çığ oldu göz yaşlarım. Akmıyordu artık; çağlıyordu hisli nefesin avazına eşlik ediyordu büyük bir saygı ve minnettarlıkla. Kimse görmüyor, kimse duymuyordu feryadımızı, ne nefesin, ne de kalbimin şaşkınlığını. Kitle akıp gidiyor biz ise gam çekiyorduk, dem çekiyorduk artık kararmış gökyüzündeki yıldızların hatrına, hüzn ediyorduk gelip geçenlerin umutsuzluğuna. Perdelerle örtülü yüzlerin ardındaki, dayatma bağımlısı çehrelere bakmaktansa, onlar namına acı çekiyor kendi içimizi acıtıyorduk, bile bile ve keyf ede ede. Bitmiyordu hiç şarkı, bir döngü tutturmuşcasına iç ağrılarının üzerine, durmadan, usanmadan çalıyordu yaşlı adam. Ne vakit geçmiş, kaç ömür yemiştim bilemiyorum mavi kavalın ve onu üfleyen yaşalı adamın önünde ama gitmem için bir işaret bekliyordum. Ufacık ama kendini belli eder bir dokunuş.

Bir andı sadece. Bir küçük an.; tüm yığın durmuş, tüm sesler donmuş, rüzgar bile ara vermişti esmesine ki, adam da durdu. O mağrur başını yerden kaldırıp yüzünü bana çevirdi, artık ağlamağa direnmekten yorgun düşmüş gözleriyle bana baktı ve anladın mı çocuk ? dedi. Başımı öne eğip onay verdim, öğreti ötesi hayat duruşuna bu yaşlı bilgenin. Hadi artık git, daha fazla içimi acıtma benim dedi. Rüzgar esti sonra, kükredi gökyüzü, baktı ve sordu, olur bekledi hışmını yeryüzüne indirmeye. Yaşlı bilge kavalı salladı sağa sola ve gökyüzüne rahat bırak onları, henüz hazır değiller ki dedi. Ben sustum, ama dik dik, ama sancı ile hınç ile baktım, gokyüzü sabret çocuğum, sabret dedi ve çekildi huzurdan. Hadi ne duruyorsun yolun uzun git ve yaşa dedi yaşlı bilge.

 
Toplam blog
: 58
: 795
Kayıt tarihi
: 14.01.08
 
 

1978'de dünyaya gelmişim şirin bir anne babanın ilk erkek evladı olarak. Istanbul'a göçmüşüz sonra k..