Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '07

 
Kategori
Eğitim
 

Akademisyenler neden susar

Akademisyenler neden susar
 

Her gün televizyonda, gazetelerde hepimizi ilgilendiren birçok konu var. Ben haberleri okuduktan sonra, önemli gördüğüm haberlerin her zaman yorumlar kısımlarını da okurum. Ama genelde cevap vermem, sonra düşündüm neden diye? Sonra yine düşündüm akademisyenler, ya da benim gibi akademisyen olmak isteyenler neden susar? Herkes sadece haberde duyduğu kadarı ile yetinip olayın doğruluğunu, gerçekliğini araştırmadan bol keseden sallarken, bilimsel araştırma yapmak için öğrenmiş olduğu düşünce geliştirme metotlarını toplumsal meselelerde neden kullanmaz ya da kullanmak istemez. Akademisyenler sadece bilim yapmak için mi vardır? Topluma örnek olmak, onların düşüncelerinin gelişimlerini sağlamak gibi bir hedefleri hiç mi yok? Ya da toplum kaosa sürüklenirken, hiç mi vicdanları yok da durun bir dakika neler oluyor, bilmeden öğrenmeden konuşuyorsunuz, olayları bir de bu yönden düşünün diye söyleyebilecek hiç mi fikirleri yok? Eğer öyleyse vay halimize değil mi?

Ancak işin asıl gerçek yüzü tamamen böyle değil. Şimdi ülkemizde genel olarak bir akademisyen nasıl yetiştirilir ona bakalım. Tabii istisnalar olabilir, o da direk olarak başta akademisyen olmak isteyen kişinin hocasına biraz da kendi karakterine bağlı.

Akademisyen olmak için önce üniversiteden mezun olmanız gerekir. Sonra yüklü miktarda para verip önce LES sınavına, sonra yüksek lisans sınavlarına girer yüksek lisansa kaydınızı yaptırırsınız. Eğer başarılı biri olarak göze çarparsanız, tabii bu durum lisans eğitimi sırasında da geçerli belki asistan olma şansınız doğar. Bir de şunu unuttum, eğer yabancı diliniz yoksa muhakkak dil eğitimi de almalısınız. Ona da yüklü miktarda para vermeli ki, ÜDS sınavından 50’yi geçebilmesiniz en azından ilk etapta elenmemeniz için. Evet, tüm bunları geçtikten sonra artık asistansınız, mutlu olabilirsiniz.

Mutluluk kısa sürer, çoğu zaman. Siz bilimsel düşünmeyi öğreneceğim diye girdiğiniz yerde gördüğünüz ve karşılaştığınız durumlar karşısında şok olursunuz. Burada sizin kişilik ve bilimsel gelişiminiz büyük ölçüde birlikte çalıştığınız hoca ve hocalara bağlıdır. Onlar size kapıların nasıl açıldığını göstermediği sürece sizin o kapıları açmanız mümkün değildir. Tabii hocalarınızın da o kapıların nasıl açıldığını bilmesi gerekir. Bilimsel kriterlerin dışında birçok kriterin de değerlendirildiği bu ortamda ayakta kalmayı başarmış ve artık bir şeyler yazma hevesine girmişseniz eğer bu sefer de maddi ve manevi bir takım sorunlarla baş etmek zorunda kalırsınız. Çünkü bilim yapmak için sizin elinize verilen maaşın yetmesi mümkün değildir. Hele hele uygulamalı, arazi çalışmalarının ağırlıkta olduğu bir bilimsel çalışma yapmak istiyorsanız o zaman vay halinize. Önce eş ve baba kaynaklarını kullanır, onlar size hala öğrenci gözüyle baktıkları için belki pek yadırgamazlar. Ama siz bak kaç yaşına geldim, çalışıyorum, maaş alıyorum katkım olacağı yerde hala cepten yiyorum baskısını onlar size hiç kurmasalar da, siz o baskıyı kendi üzerinizde çoktan kurmuşsunuzdur ve tüm hücrelerinizde bu baskıyı hissedersiniz.

Bu şartlar altında bir de kafanızı kaldırıp dünyada, ülkemde neler oluyor diye gündemi takip ettiğinizde, çok şey düşünürsünüz. Ama yazamazsınız, hem hevesiniz kırılmıştır bu zorluklardan sadece işinizle uğraşmak istersiniz; hem de şimdi birilerinin beğenmeyeceği yanlış bir şey söylerim başıma dert alırım korkusu ile söyleyeceklerinizi yutkunursunuz. Dersiniz ki daha erken. Eğer araştırma görevlisi ve yardımcı doçentseniz; kariyeriniz ve kaderiniz iki dudak arasında ise susmayı tercih edersiniz. Hele bir doçent, prof olayım o zaman konuşurum der, susmanıza da bahane bulursunuz.

Oysaki bir insanın, karakterinin, düşüncesinin en fazla geliştiği dönem; bence 20’li yaşlar. 20-30 yaş arası bir insanın karakteri oturuyor. Sonrasında ise iş işten geçmiş oluyor. Bu yaşlarda ise sürekli baskı altında tutulan, sürekli susması tercih edilen insanlardan yaşlarının ilerleyen zamanlarında nasıl özgün ve orijinal eserler, düşünceler üretmesi beklenir. Ya da zaten beklenmiyor mu? Yoksa yukarıdakilerin niyetleri de zaten bu mu? Bilim ve düşünce üretemeyen, bir üniversite mi yoksa hayaldeki…

İşte bu yüzden akademisyenler susar ve başlarına dert almak istemezler. Oysa ki bildiğini, öğrendiğini, gördüğünü paylaşmak, fikir üretmek değil midir onun asıl görevi yoksa ben mi yanlış biliyorum?

 
Toplam blog
: 27
: 2130
Kayıt tarihi
: 30.10.06
 
 

1979 Sakarya doğumluyum, 1,5 yıl Milli Eğitim' de öğretmenlik yaptıktan sonra,11 yıldır da üniver..