Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '15

 
Kategori
Futbol
 

AKP ve SPOR (yani Futbol)

AKP ve SPOR (yani Futbol)
 

Büyük bir toplumsal güç olan sporun tüm paydaşları (kulüpler, yöneticiler, basın-yayın, taraftarlar, ilgili kurumlar, yerel yönetimler) Türkiye’de bir eşgüdüm halinde çalışmamaktadırlar. Genel seçimlere çok az bir süre kaldı. Siyasi olarak ülkemize baktığımızda ülkemizde artık Cumhuriyet değerlerinin hepsinin yok edildiğini görmekteyiz. Adalet ad’a alet olmuş sadece adı kalmış, asker sindirilip eritilmiş, ekonomi TOKİ’ye bağlanmıştır. Uluslararası diplomasi çökmüş düşman olmadığımız ülke bırakılmamış, “barış-barış” diye diye barışık olanlar bile küstürülmüştür. Dava açılmadık çoluk çocuk bile kalmamış, boşanmalar ve uyuşturucu kullanımı artmış, laik eğitimin tam ortasına “tuğ” dikilmiştir. Kadınlar evlerine kapatılarak en az üç çocuk doğurmaları öğütlenmiş, eve kapanmayanlara ise adeta “oh olsun” dercesine uğradıkları cinsel saldırılara ve cinayetlere alkış tutulmuş, hırsızlık en kolay köşe dönme olarak kabul görürken “çalıyorlar ama iş de yapıyorlar” düsturu kabul gördürülmüştür. Spor ise hepten dibe vurmuştur. Bu yüzden önümüzdeki seçimler hem siyasi olarak hem de spor açısından çok önemli duruma gelmiştir.

Yıllardan beri uğraştığımız olimpiyatlara ev sahipliği yapma şansımızın çok yüksek olduğu 2013 yılında, 2020 yaz olimpiyatlarının ev sahipliğini yapma fırsatını (Arif Kızılyalın’ın sık sık belirttiğine ve doğru teşhisine göre) sporu “avukatların ve ziraat mühendislerinin” yönettiği bir AKP iktidarı yüzünden kaybettik (Olimpiyat Kınası, 15.09.2013 Cumhuriyet, Ertan Kılcıgil).  Şiddeti önlemenin sadece “passolig” çıkarmakla önleneceğini zannettiler, tribünlerden seyirciyi kaçırdılar. Şike sürecinde “suya da sabuna da dokunmam” dendiği halde elliyi aşkın yönetici ve sporcuya çeşitli cezalar verdiler. Özel yetkili mahkemelerin iptal edilmesiyle ülkemizdeki yargılama yeniden başladı (sadece bir örnek vereyim İbrahim Akın adlı futbolcuya tam iki sene futbolu yasakladılar, oynatmadılar).  Passolig’i Türkiye’de şubesi en az bir bankaya ihale açmadan teslim ettiler. Passolig’le fişlenen insanlar sözüm ona stadyumda herhangi bir şiddet olayı gösterirse anında belirlenecek ve bir daha maçlara alınmayacaktı. Ama bu insanları maça almamak yerine tüm tribünü maça almadılar (sporun iyi yönetilmediğine örnekler çoğaltılabilir ancak uzatmak istemem, değilse oynamayı bilirim, yerim dar değil, “gelin” değilim).

Türk spor sisteminin etkinliğini artıracak yapısal tedbirler alınmamıştır. Avrupa modeli mi, Anglosakson modeli mi yoksa gelişmekte olan ülkeler modeli mi olduğuna bir türlü karar verilememiştir. Bir oradan bir buradan “çorba” modeliyle çok katılımlı bir sözde spor modeli yıllardan beri uygulanmıştır. İşimize daha doğrusu menfaatimize neler uyuyorsa onlar “aha burada var bizde de olsun” denilerek bir “Türk tipi” yaratılmaya çalışılmış, o da bugünkü sporumuzun hazin durumunu ortaya çıkarmıştır (gerçi bu “Türk tipi sistem” mi "Meksika tipi sistem" mi “Başkanlık” alanında da dillendiriliyor ama neyse, konuyu yine dağıtmayalım). Ulusal ve küresel düzeyde spor alanındaki gelişmelere ayak uydurulamamıştır. Yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının rol ve fonksiyonları belirlenememiştir. Spor kulüplerinin yönetim-finans ve personel konularındaki prensipler hiçbir zaman saptanmamıştır. Spordaki şiddetin önlenmesindeki etkin kurumlar devreye sokulmamış, hoşgörülü yaklaşımlar fair play oyun davranışları geliştirilememiştir. Spor branşları çeşitlendirilememiş, çeşitlendirilmesine adımlar dahi atılmamış, her şey futbol üzerine kurgulanmıştır. Yayıncı kuruluş adeta sporu yönetmeye  ve yönlendirmeye soyunmuştur. Parayı ben veririm, düdüğü de ben çalmalıyım zihniyeti, futbol maçlarının yayın gün ve saatini bile belirlemeye başlamıştır.

Teslimiyet zihniyeti, spor yapmaya teşvik edecek projeler üretilmesini engellemiş, ilk-orta ve lise öğrenimindeki beden eğitimi ders saatleri en aza indirilmiştir. Oyun-gelişim ve ergen çağındaki çocukların spora yönlenmesinde en önemli etken olan beden eğitimi ders saatlerinin artırılması düşünülmediği gibi, branş eğitimcisi yetiştiren Üniversitelerin Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları’ndan yeterince yararlanmaya yoluna hiçbir zaman gidilmemiştir. Bireylerin ve toplumun spor kültürü ve etik değerleri öğrenmesi geliştirilmemiştir. Olimpik dallardaki sporcu sayısı ve kalitesinin artırılması için gerekli tedbirler alınmamıştır. Spor tesislerinin branş çeşitliliğine önem verilmemiş, yapılan tek tük tesisler de Erzurum kayakla atlama pisti gibi ya çürümeye ya da bir süre sonra bakımsızlıktan yıkılmaya terk edilmişlerdir. Sporu (o da sadece futbolu) izlemeye yönelik sözde tedbirler alınırken, sporun yaygınlaştırılarak yapılmasına yönelik tedbirler hiçbir zaman alınmamıştır.

Oysa çağdaş ülke ve çağdaş eğitim demek, sporun izleyeninden çok yapılmasına ve yaptırılmasına olanak sağlayan ülke demektir. Ama çağdaşlıktan anlaşılan bugünkü ortam ise, vay halimize.

Sporun ideolojik öneminin değerlendirilmesinde sorabileceğimiz en yaşamsal soru; sporun yapılarının, faaliyetlerinin ve anlamlarının toplumsal eşitsizliğe meydan okumaya ya da eşitsizliği onaylamaya ne ölçüde eğilimli olduğuyla ilgilidir (anlayana).

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..