Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '11

 
Kategori
Deneme
 

Albenisiz yazı okunur mu?

Albenisiz yazı okunur mu?
 

(www.bilgivadisi.biz/kitap) Eserleri , biraz da albenili olmaları okutur.(Sabahattin Gencal)


Her zaman, özellikle de bu son dönemlerde en çok yakındığımız konuların başında çocuklarımızın, geçlerimizin ders dışı kitap okumadığı konusudur. Bu konuyu çözülmesi gereken bir sorun olarak görüyoruz; ancak sorunu çözmek için nedense herhangi bir araştırma inceleme yapmıyoruz. Ne bekliyoruz? Batılılar araştırma yapsın da biz hazır bulguları toplumumuzla ilgili olup olmadığına hiç bakmadan ‘Falan üniversitede yapılan araştırmaya göre…” diye başlayarak sayıp dökelim. ‘Bu da, hiç yoktan iyidir.’diyebilir miyiz. 

 

Ülkemizde kitap okuma ile ilgili hiç araştırma yok dersek haksızlık yaparız. Yeterli, bilimsel çalışmalarımız yok demek daha doğru olacak. 

Emekli öğretmen, rahmetli Sabahattin Öztürk 5 yıllık tecrübe sonundaki tespitlerini 10 madde halinde sıralamıştır. (Bkn. http://www.hayrettinkaraman.net/makale/0536.htm) Bir maddeyi aktarıyorum: 

 

Eserlerin basımında albenisi, konunun sadeliği, akıcılığı, dizaynı son derece önemli. 

 

Doğru söze ne denir. Eser basma durumunda olmadığım için bu tespiti duyurmakla yetiniyoruz. 

 

Burada dikkatimi çeken, hatta bu yazıyı yazmama neden olan ‘albenisi olmak’ deyimidir. Bu deyim sadece kitaplarla sınırlanamaz. Sadece satışa sunulan mallarla da sınırlanamaz. Bu deyim herhangi bir yazı için de geçerlidir. Her yazının albenisi olmalıdır

 

Okuma alışkanlığının kazandırılmasında dış görünüş, dış albenisi kadar içeriğin de albenisi olmalı. Zaten rahmetli hocamız da bunun üzerinde duruyor. Sadelikten, akıcılıktan, dizayndan da söz ediyor. Bu dizayn kelimesi de yerleşti. Artık tasarlamak, uygun bölümlere ayırmak, planlamak, düzenlemek… vb. anlamlarını da karartıyoruz. 

 

‘Yarası olan gocunur.’derler ya bu konuları ele alışımız biraz da bundan olsa gerek. Bu günler fazla kitap okuyamıyorum. Öğrencilerim duymasın. Yazamıyorum da üstelik. Daha doğrusu dizayn edemiyorum. Valla, planlı kompozisyon üzerinde dururduk. Ancak bırakın dizayn etmeyi bu kelimenin anlamını da doğru dürüst bilmiyoruz. Akıcı da değil yazılarımız. Öyle su gibi akıp gitmesi de doğru olmaz değil mi? Yazı akıp gitmemeli biraz yapışmalı. 

“Öğrencilerim, duymasın, okumasın” gibi sözlerle sizi kırmadım inşallah. İzahını, başka deyişle savunmamı yazayım: 

Öğretmenken açık açık yazardık. Açıkça belirtilen müfredat doğrultusunda çabalar dururduk. Şimdiki yazılarımızda açık müfredat yok. Hep saklı anlamlar var. Hep dolaylı bir öğretim var. Böyle de olmak zorunlu mu? Onu da bilmiyorum. Aşağı yukarı her yazar böyle yapıyor. Ben de böyle yazayım diyorum; ama yine de kendimi açığa veriyorum. Oysa ne gerek var öğretmen olduğumu, şu ya da bu olduğumu belirtmeye… 

 

İşte, neden okumadığımızın bir sebebi de ortaya çıkmış oluyor. Topluma ders vermeye kalkıyoruz, sanki bir şey bilir mişiz gibi. Beterin beteri de var. Bazı yazarlar da bir yerlerden aldıkları müfredatı işliyorlar. Biz hiç değilse kafalara bir şeyler işlemeğe çalışmıyoruz. Kendi derdimize yanıyoruz. Artık eskisi gibi okuyup yazamadığımızdan söz ediyoruz. Sanki eskiden öyle fazla okuyup yazarmışız gibi konuşmamız da uygun düşüyor mu bilmem. 

 

Yine, neyse deyip konuya dönüyoruz. Çocuklarımızın, gençlerimizin hatta büyüklerimiz eser okuyamadıklarından söz ediyorduk. Sonra albeniden falan… Böyle albenili eser yok mu hiç? Böyle bir liste verebilir miyiz? Ben böyle bir liste yapamam. Liste yapabilseydim çekinmeden listeyi açıklayabilir miydim. Doğrusu bu ortamda biraz zor. Hey Allah yine ortama dayattık konuyu. Oysa, ortamı yaratan biz değil miyiz? 

Hep ortamdan, şundan bundan yakınacağımıza görevimizi en iyi biçimde yapmak için uğraşmalıyız.  

 

Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 28. 04. 2011 

 

 

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..