Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '12

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Alex’in ardından…

Alex’in ardından…
 

Alex'in Ardından...


En son futbolla ilgilendiğim yıllar çok uzun zaman önceydi. Sıkı bir Beşiktaş taraftarıydım. Maçları yakından takip eder, maçların ardından sıkı tartışmalar yapar, kazanılan maçların ardından iki bina arasına bayrak asardım. Benim ilgilendiğim dönemlerde kızlar takımı, şalvar takımı yoktu.  Futbol erkek adamın işiydi, kızlardan takım olmazdı, kızlar takımının hayali bile şimdiki benim futbola uzaklığım kadar uzaktı… Spor alanına büyük bir hizmet olarak düşündüğüm ilk spor gazetesi, (Sanıyorum  adı Foto Spor) futbolu yorumluyor, futbol kültürümüzü zenginleştiriyordu. Büyüdükçe ilgi alanlarım değişmiş, futbolun yerini sanatsal ve kültürel faaliyetler almıştı. Bir gün futbolu takip etmediğimi farketmiş, hatta buna şaşırmıştım...

Heyecanlı milli maçlar, Bursaspor şampiyonluğu, şike davası dışında, son günlerde Alex haberleri en öncelikli takip ettiğim haberler arasında… Ofiste iş arkadaşlarımla dünyadan konuşmaya çalışsam birkaç kesik kesik ses dışında bir sessizlik, iş hayatındaki sorunları konuşmaya çalışsam büyük bir sessizlikle karşılaşırdım... Onların  futbol konuşurken yüksek ses tercih etmelerini, hararetli tartışmalarını ise hayretle izlerdim… İnsanlar en çok neyi düşünüyor, neyle ilgileniyorsa o konuda sesleri çok yüksek çıkıyor, zaman zaman bünyeleri hararet yapabiliyor, hararet derecesine göre bazen motoru bile bozabiliyorlardı…

 Alex vakasını profesyonel ve gönüllü kavramlarını gözden geçirmek adına önemsiyorum. Bu konuda bir farkındalık sağlayacağını düşünüyor ve olaya bu açıdan bakmaya çalışıyorum.

Bu olayın kişileri, Fenerbahçe Kurumunda çalışan sözleşmeli bir işçi Alex, bir müdür Aykut ve patron Aziz Yıldırım üçlüsü...

Alex çalışan işçi olarak çalıştığı kuruma gönülden bağlanmış, hedef kitle müşteriler ile bir gönül bağı kurmuş bir kişi.. Bu sevgi o kadar gözler önünde yaşanıyormuş ki, hedef kitle bunu ölümsüzleştirmek için heykelini bile dikmiş. Bu durumdan çok rahatsız olan müdür, zaman zaman tepkisini göstermiş patronla durumu değerlendirmiş, soyut güç ile somut güç arasında ki fark sonucu belirlemiş.. Yaşanılanlar soyut güç ile somut güç arasındaki farkı göstermek için önemli bir örnek... Güçler savaşı içerisinde kimisi yetki gücünü, kimisi, para gücünü işine geldiği gibi kullanabiliyor. Güçlerden biri sevgi ise o güç o an etki etmiyor. Zaten sorunu o güç oluşturuyor... Bir şirkette yetki gücü en önemli güç olarak karşımıza çıkıyor...  Şimdi yetkililerin, yöneticilerin, hatta sen git önce yönetilmeyi öğren diyebilecek kadar yönetmeyi bilmeyen yöneticiler açısından bu kavramları değerlendirelim.

TDK’ya baktığımızda Profesyonel’in tanımı; bir işi kazanç sağlamak amacıyla yapan (kimse), amatör karşıtı. Gönüllü’nün ise; bir işi yapmayı hiçbir yükümlülüğü yokken isteyerek üstlenen olarak tanımlanmış.

Çalışma hayatında, görev tanımlarımız dışında hiçbir yükümlülüğümüz olmadan bir çok sorumluluklar aldığımız halde sanki ikisi iş hayatında tamamen ayrı gibi algılanıyor. Yani gönüllü olan çalışırken para kazanmaz, profesyonel olan çalışken gönüllü olamaz gibi Profesyonelliği duygulardan arındıran bunlar yokmuş gibi değerlendiren birçok yönetici ile karşı karşıya kalabiliyoruz... Peki bu kavramlar iş hayatında birlikte yaşamaz mı? Benim iyi bir çalışan tanımım şöyle; para karşılığı olsa bile gönülden amatör ruhla profesyonel işlerin yapılması olarak da değerlendiriyorum. Yani bir amatör, bir profesyonel, gönüllü bir ruhla tek bir bedende olabilir. Buna en önemli örnek Alex… Yönetici yetki gücüne dayanarak, kurum için en iyi kararı saniyede alabiliriz diyebiliyor ve bunun sağlıklı bir karar olabileceğini belirtiyor.…

Bunun adı Güçler Savaşı ya da EGO savaşı...

Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla sözüm tüm patronlara…

Özlem Süer

 
Toplam blog
: 2
: 120
Kayıt tarihi
: 09.05.12
 
 

Varım. Nefes alıyorum, konuşuyorum, soruyorum, düşünüyorum, araştırıyorum, tecrübe ediyorum, öğre..