Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '08

 
Kategori
Haber
 

Amaçlar ortaya dökülüyor…

Amaçlar ortaya dökülüyor…
 

"Kara Farma" adına, Erzurum Tabya'larda bulunan anıt. (Kendi objektifimden)


Bugüne kadar saman altından yürüttükleri su, yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Bizler (Yani benim gibi düşünenler ki ne düşündüğüm tüm yazılarımda açıkça ortada) iyi niyetli düşüncelerimizi öne çıkararak “Hayır… Böyle bir düşünce olmaz, olmamalı” derken, çeşitli televizyon kanallarına çıkan bazı konuşmacılar, amaçlarının ne olduğunu “Yavaş yavaş” ortaya koyuyorlar…

Önceki gece bir televizyon programında yine “Türban” tartışılıyor. Stüdyoda üçünün başı açık, biri örtülü dört bayan var. Bunlardan birinin ismi önünde “Prof” bir diğerinin isminin önünde “Doç” üçüncü ve tesettürlü hanımın isminin önünde de “Dr” eklentisi var. Dördüncü ise gazeteci… Ankara stüdyosunda ise bir siyasetçi ve öğretim görevlisi…

Tartışmada, dört bayan katılımcı, Türkiye Üniversitelerindeki “Türban yasağı”nın kaldırılmasını savunuyorlar. Siyasetçi de, gelecekte olabilecek sakıncalarını ortaya koyuyor.

Buraya kadar her şey normal… Düşüncedir, “herkes istediğini ifade etmekte ve savunmakta elbette özgürdür” diyerek izlemeye devam ediyoruz.

Tartışmanın bir yerinde tesettürlü ve isminin önünde “Dr” tanımlaması olan hanım öyle bir laf ediyor ki, dilim damağıma yapışıyor, aklım uçuyor ve aklımı yerine oturtmakta zorluk çekiyorum.

Tesettürlü ve isminin başında “Dr” eklentisi olan hanımın “Yasağın her alanda kalkmasını” savunmasını yadırgamıyorum. Diğer hanımların da savunmasını yadırgamıyorum. Ama bu dakikada söylenen laf, içimi sızlatıyor…

Tesettürlü “Dr” hanım (Ne doktoru, bilmiyorum) konuşmasının bu bölümünde, 1400 yıllık Türk geleneğinden söz ederek, bu geleneğin Cumhuriyet dönemindeki baskılar sonucu etkilendiğini savunuyor.

Dahası…

Aklımda kalabildiği kadarıyla, “Daha Osmanlı imparatorluğunun yasını tutamadan, savaşta ölenlerimizin yasını tutamadan, baskılar sonucu…” diye bir cümle kuruyor ve devam ediyor konuşmasına…

Ne talihsizlik!...

Hem de adının önünde “Dr” tanımlaması olan birisi için.

Oysa bu gün adının önünde “Dr” tanımlaması olmasını, Cumhuriyete ve “Tu kaka” dediği yönetim biçimine borçlu olduğunun farkında bile değil.

19 Mayıs 1919 tarihinden evvel, Türkiye’nin dört bir yanı işgal edilmiş, millet Anadolu toprakları üzerinde var olma, tutunabilme kaygısına düşmüş. Bu arada, ülkesini ve milletini seven bir gurup insan ki, başlarında Mustafa Kemal Paşa var, kurtuluşun ve var oluşun tek yolunun “Kurtuluş savaşı” olduğunu görerek, bu amaçla Samsun’a, yani Anadolu’nun bağrına koşuyorlar.

Bu “Koşu” karşılıksız bırakılmıyor ve sonunda “Kurtuluş savaşı” her şeye rağmen askeri güç ve zekâ ile kazanılıyor, “Mandacılığı” dahi savunanlara rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluyor.

Elbette devlet kurmak “Kurdum” demekle bitmiyor. Esas mesele, o tarihten sonra nasıl ve hangi koşullar altında dünya var oldukça, devlet de var olacaktır, sıra onu düzenlemeye geliyor.

Gerekli olan hedef de, uygar medeniyetler seviyesine ulaşmaktır.

Bir taraftan “Uygar medeniyetler seviyesine” çıkabilmek için ilimi ön plana çıkaracak çalışacaksınız, öte taraftan da “Kendi uygarlığınızı” yani “Özünüzü” de unutmayacaksınız. Unuttuklarınızı da tekrar öğrenmeye başlayacaksınız.

Devleti kurmanın ve yaşatmanın, ardından da sonsuza kadar devam ettirmenin yolu, uyanmaktır. Yani “Devrim” yapmak, korumak ve yaşatmaktır. Bu konudaki yazım için (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=33823) sayfasını öneririm.

Genç Türkiye Cumhuriyeti de bunu yapmaya başlamış, devrimlerini de gerçekleştirmiştir.

Genç devletin şeklini belirlerken, “Uygar” olmanın ve savaşın askerlikten öte tarafını da ortaya koymuştur. Bu cümleden olarak ilk yapılanlardan birisi de, o güne kadar “İnsan yerine” konmayan “KADIN”a olabildiğince özgürlükler, dünyanın birçok “Medeni(!)” ülkesinden önce verilmiştir.

Kim olduğunu ve özünü öğrenmesi için “Türk Dil Kurumu” ve “Türk Tarih Kurumu” kurulmuştur.

Bütün bu olana bitene rağmen isminin başında ”Dr” tanımlaması olan bir “Kadın”ın “Daha Osmanlı imparatorluğunun yasını tutamadan, savaşta ölenlerimizin yasını tutamadan, baskılar sonucu…” diye konuşmasını anlamakta zorluk çekiyorum…

Tarih okumadan, özellikle bilmedikleri halde “Din” perdesi arkasına sığınarak ahkâm kesen kadınlar lütfen darılmasınlar ve kırılmasınlar ama benim bildiğiniz “anam” (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=55314 deki yazımdan tanıyorsunuz) ne de “Eşim” ve de “Türk Kadını”[1] sizin tanımladığınız gibi, davrandığınız gibi değil.

Benim “Tarih okuyun” dememdeki amaç, tarih içinde “Türk Kadını”nı görmeniz içindir. Erkeği ile omuz omuza, yuvasının üzerinde “Kartal” gibi dolanan… Erkeği ile her alanda çalışan, gerektiğinde savaşan… Demokratik hakları için savaşan, ama medeniyetten uzak kalmayan… Ve de inançlarını, bu çizgide yaşayan…

Türk kadınına “Her türlü özgürlüğü” tanıyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni karalarken, Osmanlı’ya yas tutmaya kalkıyor…

Akıllara zarar veren bir düşünce değil mi sizce?

Ancak sandığınız gibi değil. Amaç, “Karşı devrim” gerçekleştirme hayalleri…

Artık saklamaya gizlemeye de gerek duymuyorlar. Arkalarındaki %46 sayısına güvenerek…

19 OCAK 2008

[1] İşte tarihe geçen “Türk Kadın”larından bazılarının isimleri… Rahmetle ve minnetle anarak: NENE HATUN (1857-1955), HALİDE ONBAŞI (EDİP ADIVAR, 1884-1964), NEZAHAT ONBAŞI, ŞERİFE BACI, FATMA SEHER ERDEN, (ERZURUMLU KARA FATMA), HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK), HAFIZ SELMAN İZBELİ, GÖRDESLİ MAKBULE HANIM, ÇETE EMİR AYŞE, TAYYAR RAHMİYE, TARSUSLU KARA FATMA (ADİLE ONBAŞI), KILAVUZ HATİCE, SAİME HANIM, YİRİK FATMA, NACİYE HANIM, FAİKA HAKKI, SULTAN HANIM, SÜREYYA SÜLÜN HANIM, NAZİFE KADIN, DOMANİÇLİ HABİBE, SATI ÇIRPAN, BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..