Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '14

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Amat

Amat
 

'Kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. Yelkenlerin sarılı olduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. Esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu İsrâfil’le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı. Kalyonun dikmesinin palangalarına asılan ve tıraka tutan gemicilere vardiyan, “Yisa, sizi gidi sütü bozuk sünepeler! Yisa beraber! Varda ruhsuzlar! Varda! Bre aman! Laşka! Laşka!” diye feryat ediyor ve hurçların, sandıkların ve fıçıların ambarlara usûlünce istifine nezaret ediyordu.' Kitaptan.

İhsan Oktay Anar, okuruna bir kötülük kalyonu olan Amat’ın isyan ve vebaların yaşanacağı bir serüvene yelken açıyormuş hissi vererek romana başlıyor. Navarin’in kuzeyinde yer alan ve Hisli Baba Tepesi’nin yamaçlarında bulunan gemici mezarlığında 247 adet meşe ağacı biter. Eğer yanlış sayılmadıysa kesesinde 247 gümüş akçesi olan Diyavol Paşa, karısını yangında öldürdüğü için Deli Marangoz diye bilinen Nuh Usta’ya bu meşelerden bir gemi yaptırır. Ona, kimilerine göre ölümsüz, kimilerine göre de gerçek anlamına gelen Amat adını verir. Bir gayrimüslim adı olan Diyavol Paşa Hazretleri Amat’ın kaptanı, Nuh Usta da onun odacısı olur. 247 Mürettebatı olan kalyon, Osmanlının hükümranlık alanına giren Venedikli korsanlarla savaşmak için Akdeniz’in sıcak sularına iner.

Ölümsüzlük hastalığı, gizemli bir iklim yaratılarak biraz da trajik yönler beslenerek insanın nasıl şeytani oyunlara kalkışacağı ve bu uğurda neler yapabileceği zaman ve mekana bağlı kalınarak anlatılmış, tabi bunlar birer ayrıntı olarak işlenmiş. Yalnız Anar’ın esas öne çıkarmak istediği İbni Meymun’un Diriliş Risalesi’nde yer alan şu metni okurun gözüne sokmak ister gibi iki kez tam olarak vermesi ve romanı da bu temel üzerine kurması yaşanılanları daha da ilginç hale getiriyor. “İyilerin ödülü ahiret hayatının güzelliklerini yaşamaya uygun olmalıdır. Günahkârların cezası ise onların ölüp ortadan kalkmalarıdır. Çünkü onlar ahiret hayatının güzelliklerine lâyık değildirler. Günahkârlar kötülüklerinden dolayı öte dünyadan mahrum olurlar ve tıpkı hayvanlar gibi yok olup giderler.” (s.29-90) Yukarıdaki alıntıdan anlaşıldığı gibi bir akıllı davranış yapmaya çalışan ve aklın ışığını bir adım ileri götüren kişi ölümsüzlüğü yakalar, diğerleri ise ahiret yurduna bile gidemez felsefesiyle örtüşüyor. Yazarın bu motifleri Amat’ta (ölümsüz) nasıl işlediğine bir göz atalım. ‘Ancak nedense, ortalıkta ceset kokusu yoktu. …alnında birtakım harfler var gibiydi. Vebâlıların soluklarından hastalığı kapan ve daha dün ruhunu teslim eden İbrahim Bey’in de alnında aynı yazı vardı :   AMAT   Süleyman irkilip yerinden doğrulurken (o da vebadan ölen biri) ayaklarının dibinde bir çocuk cesedi gördü. İsrâfil’di bu. Bir eliyle borusunu sımsıkı tutuyordu. Aynı yazı onunda alnında görünüyordu. Derken İsrâfil, gözlerini açıverdi! Alacakaranlık vaktinde Amat’ta kulakları sağır eden bir boru sesi işitildi.’ (s.223) İhsan Oktay Anar, Amat’ı bir dünya olarak düşünüyor. Gemide vebadan ölen insanların alınlarında ‘Amat’ ölümsüz yazıyor. Adını kıyamet günü ‘sur’ düdüğünü üfleyecek İsrâfil’den alan teyakkuzcu borusunu öttürüyor. İbni Meymun’un Diriliş Risalesi’nden alıntı yapılan metin, Tanrı’nın semavi dinlerinde yazılı olanlarla tam örtüşmüyor. 

     Yazar, olay örgüsü kurarken iki kutupluluk yaratmış, Okur sürekli bu çatışma alanında tutulduğu için kitabı elinden bırakamıyor. Saten dantelanın yükselme açısı iyi ayarlayamadığı veya ilmek kaçırdığından kurguda bırakılan boşluklar örgüde sırıtıyor. Cellat belirli saatlerde kırbaçladığı mahkumları almak için geminin burun kısmında bulunan hücreye iniyor, mahkumların ‘kaygusuz’ dediği şeyden içtiklerini görüyor. Israrlara dayanamayıp iki nefes de kendisi çekiyor, kafayı buluyor. Aşağı doğru indikçe cehennemin ‘Saîr’, ‘Cahîm’, ‘Hutema’, katlarına iniyor. ‘Fakat gördükleri cellâtın yüreğini ağzına getirmişti. Üç kulhuvallu ve bir elham okuduktan sonra, kesesindeki bütün parayı ahrette kendisini gözetsinler diye bu iki zavallıya sadaka olarak verdi.’ (s.54) Dedikten sonra diğer bir paragrafta başka bir konuya geçiyor. Yazar, cellatın bu durumda iki mahkumu güverteye nasıl çıkardığı, kırbaçlayıp kırbaçlayamadığı yazılmamış. Romanda gerçekçilik ilkesine bağlı kalınmadığı görülüyor. Bir başka kapıyı aralayarak kurgudaki boşluğa birlikte göz atalım. Gecenin ilerleyen geç saatlerinde ortalıktan el ayak çekilince ölümsüzlük iksiri peşine düşen Süleyman Reis, ‘Kaptan Efendimizin kamarası önüne gelip kapıyı tıklattı. İçerden ses gelmemişti. Kapıya tekrar vurdu. Bu hâlde birkaç dakika bekledi ve içeride kimsenin olmadığına kanaat getirince mandalı kaldırıp kapıyı açtı.’ (s.221) Kapıda birileri olsa kaptanın istirahat halinde olduğunu ve gecenin bu saatinde içeri girmesine mani olacaklardı. Gemi kaptanı kamarasına gizlice giren Süleyman Reis’i yakalar. ‘Elindeki çıngırağı çaldıktan az bir süre sonra kamaranın kapısı vuruldu. Alicengiz ile o iri adam, yani ‘Kelle’ kapı önündeydi.’ (s.222) Süleyman Reis, içeri girerken kimse yokken çıngırağın sesiyle iki koruma içeri giriyor. Önemsiz gibi görünen bu hatayı yazar gözden kaçırmamalıydı.

     İhsan Oktay Anar, Amat da kendine has bir dil oluşturmuş. Denizcilikle ilgili terimlerin çokluğu ve roman 1600-1700’lü yılların dili ile anlatıldığı için okur, anlatıcının hızına yetişemiyor. Bu teknik terimlere yabancılığı nedeniyle okuru zaman zaman topallıyor. Tabi bunda yazarın eleştirilecek bir yanı yok. Romanın yüzde on altsı diyaloglarla geçiyor, bu oran düşük sayılır.

     Anar, kötülerle savaşan kötülerden ve ölümsüzlük iksiri peşinden koşarken bile öne çıkıp kendini gösteren ve olaylara hükmedebilen karakterler yaratmış. Yaratılan kimliklerin geçmişleri karanlık, okunmuyor. Geçmişten gelen sırları henüz su yüzüne çıkmamış, bu da öyküye gizem katmış. ‘onun aslında, gaipten haber veren bir mübarek kişi, remil atan nefesi kuvvetli bir rüya tâbircisi olduğu söylendiğinden, adama saygıda kusur edilmiyordu.’ (s.67) Bir başka karakter için bakın yazar ne diyor. ‘dünya ahret, kara ve deniz hakkındaki o derya gibi bilgisi ta 41 ulemâ tarafından kabul ve tasdik edilmiş o mütebahhir zât’ (s.70)

     Anar’ın yukarıda bir filozof gibi felsefe yapmış. Gülümsemeleri gevreten ve okuru düşünmeye iten soruları sayfada ortalama 0.4 kez kullanmış, bu oldukça düşük bir oran. Sunumda ‘Lisans, master ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Felsefe Bölümünde yaptı. Halen aynı okulda öğretim görevlisi.’ yazan biriyle çelişiyor. ‘Şairler mersiye, destan, gazel yazacak. Ne ile mi? Mürekkeple değil elbette! Kanla yazacaklar ve ünlerini ebediyete kadar sürdürecekler!’ (s.36) Her şeyi sana ben mi söyleyeceğim? Baban gerdeğe girerken ne yapacağını ona ben mi söyleyeceğim!’ (s.65) Bellek yoklatan sorular, çok güzel.

    İhsan Oktay Anar, birçok sözcüğün gerçek anlamlarından uzaklaşıp, çekici anlatım özellikleri sergileyen söz grupları, deyimleri sayfada ortalama 1.4 kez kullanmış. ‘çatışmaya hazır olun. Postu pahalıya satacağız’ (s.212) ‘anlaşılan anası onu kadir gecesinde doğurmuş!’ (s.149) ‘Göbelez içti mi mangalda kül bırakmaz.’ (s.84) ‘söz söyleyenin anlını karışlarım!’ (s.82)

     Uzun deneyimler sonucu bilgece ortaya çıkan kalıplaşmış sözvarlıkları, atasözlerimizi Anar, Amat’ta yaşayanlar bizim insanımız değilmiş gibi romanında bir kez olsun kullanmamış.

     Sözcüklere yan anlam katarak belleklerimizde resim çizen imgeyi de yazar az kullanmış. Maymunun ‘en büyük zevki, hilesiz altın ve sikkeleri akide şekeri gibi ağzında emmekti. Ayarı düşük paraları ise, sanki ağzında kurtlu bir hurma varmış gibi tükürüp atmaktaydı.’ (s.233) ‘yemeğim lezzetinden gözleri süzülmüştü.’ (s.131)

     Elimize yakışan kalem, mermer aklığındaki kâğıtta, eğreti gelin gibi salınırken parıltılı güzel sözler dizer. ‘gözlerinde nefret parıltıları oynaşmaya başlamıştı.’ (s.94) ‘uğul uğul uğuldayan rüzgâra’ (s.100) Kalemin sözü olur da ruhun sesi olmaz mı? ‘ney üfleyenlerdeki gibi bu üfürüğün bir sesi de varmış. Bu ses de muhayyer ile sümbüle arasında meçhul bir sesmiş.’ (s.93) Yazarın cümlelerde kullandığı absürt ve sevimsiz sözlerini gelin birlikte okuyalım. ‘99’luk tespihinin imamesi meşhur cellât Kara Ali’nin köpek dişiydi.’ (s.77) ’10-15 ciğersizin canını cehenneme yollayacak kısa namlulu bir karabina asılıydı.’ Anar, sayıları rakamla yazıyor. Bir de kullandığı argolu sözlere göz atalım. ‘kirli eller zuladaki bıçaklara uzanırdı.’ (s.45) ‘hasmına fika yapıyordu.’ (s.83) ‘Ama racon ehli’ (s.85) İsimlerle birlikte sayfada ortalama 21.4 kez yabancı sözcük kullanmış.

     Oktay Anar, okuruna kahramanların iç sesini duyurduğu pek söylenemez. “kamarasında kendi kendine ‘Hoppala! Nereden çıktı bu saçmalık!’ diye mırıldanmıştı.” (s.210) Yazar, sayfada ortalama 4.5 kez ünlem işareti kullanmış.

     Şimdi de romana zaman zaman heyecan, zaman zaman da işlevsellik katan ayrıntıları okuyalım. ‘piştov ipeği delemez. Kurşun ipek kumaşla birlikte gövdenin içine girer. …gömleğin yara üzerindeki kısmını tutup çekti ve kurşun, sanki bir torba içindeymiş gibi kolayca çıkıverdi.’ (s.149) ‘geniş dolapların açık bırakılmış kapakları yalpanın etkisiyle menteşelerinde dönüp dururken gıcırdıyor, cinlerin fısıltılarına benzeyen bu ses de insanın yüreğini cız ettirip gönüle gam ve kasvet salıyordu.’ (s.25)

     Kavramları zenginleştiren ve dilin anlatım gücünü artıran, ayrıca kullanıldığı yere bir güzellik de veren yazarın ikilemelerine bir göz atalım. ‘kantar kantar çividen fıçı fıçı don yağına, çuval çuval üstüpüden kangal kangal halata’ (s.223) ‘yarası zonk zonk zonklayan bu biçâre avaz avaz bağırmaya’ (s.79) Anar, sayfada ortalama 1.5 kez ikileme yapmış.

     Olayların geçtiği mekanların betimlemesi yapılırken yazılmamışı kalmış ve betimlemeler benzetmeler şahit gösterilerek güçlendirilmemişse, o betimleme eksik kalmış demektir. ‘İskele tarafındaki sedirde işe, önünde sırma göğüs atkıları bulunan kızıl bir cüppe, kara bir mintan, kızıl bir çizme ve kara bir çakşır giymiş, beline kızıl bir kuşak ve kızıl Cezayir fesine dekara destar sarmış kızıl dudaklı ve cüzâmlılar gibi bembeyaz suratlı bir şahıs, yani Kaptan Efendimiz oturmaktaydı.’ (s.26) Anar, altı satıra oturmuş ‘bir’ ile ‘ve’ sözcükleri dikkati çeken betimleme cümlesi kurmuş ve sayfada ortalama 3.8 satır betimleme yapmış. Sayfada yaklaşık 4 kez de ‘bir’ sözcüğü kullanıyor. Gelin bir kez de birlikte zamana uygun kullandığı benzetmeleri okuyalım. ‘onca koç koçak gibi ekşi çehreli’ (s.130) ‘gebergâh gibi yerde bile süslerini’ (s.132) ‘şalupa gibi seren armalı gemiler’ (s.82) ‘perdahlı baruta benziyor’ (s.33)  Yazar, sayfalarda yaklaşık 1.4 kez benzetme yapmış.

     İhsan Oktay Anar, yazının izinde gizemin kokusunu alıp onun peşine düşen okurunu merak ve heyecan içinde tutabiliyor. Yalnız kitabın son, final bölümünde yok yere Amat’ın geçmişi ve onun için söylenenlere yer vermesi gerçekçilik kazandırmasına karşın roman formatından uzaklaştırmış. / Amat / İhsan Oktay Anar ‘ İletişim / 235 s.

Ali Akdemir

Aralık/2005

Kayseri

 
Toplam blog
: 172
: 425
Kayıt tarihi
: 15.07.09
 
 

Ali Akdemir, Adana tarihinin en büyük sel felaketini yaşadığı 21. 02. 1948 tarihinde doğdu. Edebi..