- Kategori
- Haber
Amerikalı Celal
Nur Baba Camii ve Talebe yurdu
Yazar , gözlemlediklerine duygularını katarak sunabilendir! Sait Faik'i, Dostoveyski'yi, Yaşar Kemal'i ...okunur yapan bu meziyetleridir ! Gorki'nin "üniversiteleri, " seni beni anlattığı için makbuldür ! Yapıtları " mutlaka okurum inansın," kaygısından uzak , herkesin kendince benzerlik bulduğu samimiyetle dizilmiş harf topluluklarıdır. İşte bundan dolayı o yazma işçileri okunur!
Burhaniye ,Beylerbeyi'yle Altunizade arasına sıkışmış ,Üsküdar'ın Çamlıca eteklerindeki mahallesidir. Adını Sultan Abülmecit'in oğlu Burhanettin'den almış. Kentsel dönüşüm (!) furyasına uğramamış yeşil alanlı bir alandır. Tır şoförü Amerikalı Celal'i orada tanıdım.
Varlığını "sosyal medyadaki "iletileriyle hissettiren arkadaşımın annesi hastaydı, kişisel sorunlarımdan dolayı da zaman bulup hastanede ziyaret edememiştim.Sonra annesi vefat etti. Son yolculuğuna uğurlayanlar arasında bulunmalıydım.Cenaze namazı Nur Baba Camii'nde kılınacaktı.
Otomobilimle Kısıklı'dan Burhaniye yoluna girdiğimde sorduğum hiç kimse "Nur Baba Camii'nin " yerini bilmiyordu.Yolda esmer bir adamla karşılaştım adresi sordum. Dedi ki :
-Nedim Bey'in arkadaşı mısınız ?
-Evet," dedim , caminin adresini tarif etti.
Öğle vaktine çok vardı. Dolandım, çevreyi inceledim . Gizemli bir yerdi burası" Emniyet Mahallesi " diyorlarmış.Bir yanda modern bir hastane, ötede 1960'ların anlayışına uygun yapılmış , sanki aynı ustanın , mesela Rizeli Recep Kalfa'nın planladığı konutlar... üzerinde Türk devrimine inat, Arapça kocaman "Kelime-i Tevhid" yazılı laik devletin trafo binası ...
Nur Baba Tekkesi , Bektaşi dergâhlarındandı. Bir zamanlar gürül gürül akan İstavroz Deresi yakınlarındaydı. İstanbul'un önemli siyasal ve kültürel merkezlerinden biriydi.
Yakup Kadri'nin "Nur Baba "romanına konu olmuştu. Yazar bu romanında şu konuyu işlemişti ;
"Nur Baba denilen Bektaşi şeyhi , kendini ünlendiren Boğaziçi'nin varsıllarından sevgilisi Ziba Hanım'ın yeğeni ve bir sefirin karısı olan Nigar Hanım'a da sevdalanır. Birlikte İstanbul'u gezer, eğlenir, yeniden keşfederler! Altı yıl birlikte yaşarlar. Nigar Hanım onun tutkusundan zamanından önce yaşlanır. Ancak yakışıklı Nur Baba'nın doyumsuz istekleri vardır. Müritlerinden Süheyla'yla evlenmek ister...
Artık bu tekke dinsel bir kurum olmaktan çıkmış, Nur Baba'nın kişisel isteklerini karşılayan zevk eğlence içki ,sohbetleri yapılan, aşklar yaşanılan kurum haline gelmiştir...Yazar bu durumun yanlışlığını bir kahramanının ağzından şöyle tasvir eder :
“Allah’ı severseniz siz bari böyle demeyin. Siz ki dergâh nedir bilirsiniz, tarikatın erkanına benden ziyade vakıfsınız. Bana söyleyin; böyle meydan, böyle muhabbet nerede gördünüz? Baba kendinden geçmiş, evlatlar her istediğini yapar. Rapt yok, zapt yok, lokma zamanı ise hiç belli değil. Bunun sonu nereye varır böyle” " falan !
Yakup Kadri'nin romanına göre : bir dönem ihtişamlı aşk ilişkilerinin yaşandığı bu yerler günümüzde ilahi bir görüntüye bürünmüş. Gerçi bu roman 1921'de Akşam Gazetesi'nde yayımlamaya başladığında yer yerinden oynamış, büyük tepkiler görmüş. 1922'de kitap haline getirildiğinde de aynı sosyal eleştirilerle karşılaşmış.
Kitap, şiir , karikatür , resim ya da heykel kişinin duygularını yansıttığı araçlardır. Hayatta var olan gerçeklerin sanat yoluyla ortaya konması niçin tepki görür. Hoşgörüsüzlüğün nedeni acaba kişilerin değer verdiği anlayışları koruma isteği midir yoksa düşünceyi önleyerek olayları itirazsız kabul eden kitleler yaratarak var olan çıkarları koruma isteği midir? Sanırım Orta Doğu'da bu ikinci varsayım daha uzun yıllar kalacaktır.
Günümüzde bu tekkeden geriye onlarca mezar, bir namazgâh , bostan olduğu anlaşılan bahçe ve hiçbir masraftan kaçınılmayarak onun yakınlarında yapılan Nur Baba Camii ve Talebe Yurdu bulunmaktadır.
Ötelerde , Çamlıca Tepesi eteklerinde Selami Baba Türbe ve Tekkesi ...talebe yurtları ve o yurtlarda barınan farklı dilden tenden gençler...
İstanbul'un göbeğinde farklı bir İstanbul'daydım.
Yoruldum, biri uzaktan el etti, tavuk dönerli dürüm yiyordu , bana el etti :"Buyurun !"
Teşekkür edip yandaki börekçiye yöneldim... o da sonradan masama geldi, Nedim'in amcasının oğlu, bana yolu tarif eden Celal'miş .
Celal , bitirdiğim kırk küsur yıl önce sadece erkek öğrencilerin alındığı Altunizade Ortaokulu'nda benden altı yıl sonra okumuş.
Öğretmenlerimizi sıralıyoruz : Müdür Sefer Oksal'ı, Fizikçi Kemal Yazıcıoğlu ve kardeşi Selahattin'i,- attığı destekli tokatlarından ötürü biraz da gülümseyerek anımsadığımız - Bedenci Zeki Güngör'ü... sonra Resimci Perihan Hanım'ı, İngilizceci Seniye öğretmeni...Tabiatçı Meziyet Hanımı... o birini söylüyor ben tamamlıyorum , ya da aklımıza isminin sonradan geleceği düşüncemizle tarihin karanlığına öylece bırakıyoruz.
Kapı önündeki bol soğanlı acılı lahmacun satıcısını filan...anlatıyoruz.Şimdiki Üsküdar Hafize Özel İlkokulu'nun çevresindeki uçsuz bucaksız yemyeşil alana konan yaban ördeklerinden söz ediyorum,Erzurum Sitesindeki Hulusi Baba'nın " Hulusi Kentmen " hoş sohbet simasından söz ederken ruhumuz geri gelmez o güzelliklere dalıyor.
Celal'e ben soruyorum o anlatıyor, susuyorum o yine anlatıyor.
-Buralar bostandı, Çamlıca'dan gelen suların künkleri halen duruyor ve suların depolandığı "Kırk Kuyular "adı yaşıyor, diyor. Bostanları genellikle Rum arkadaşlarımız ekerdi. Yunanistan'a göç ettiler-ettirildiler... Buradan Beylerbeyi'ne inerken Yorgo, Vangel, Tanaş, Dimitri denilen yerlerin ismi, onlardan hatıra kaldı!
Gümülcine, Dedeağaç, Ferai ...Batı Trakya'yı adım adım gezmiş, Dimitri'yi gidip Atina'da bulmuş , sarılmışlar uzun uzun .
-Bana evini açtı Dimitri, yol yorgunuyum üstüm kir pas, umursamadılar. Banyo...tertemiz havlu ve bembeyaz don fanila ...giymem , dedim, eşi dedi ki : 'seni memnun edemediğimizi düşünürüz sonra!' Giydim.
Dünyayı gezmiş Celal, Amerika'ya gitmiş,bana bundan dolayı " Amerikalı " derler, dedi.
Gürcistana çok gitmiş, orayı öve öve bitiremiyor. Ermenistan'da kalmış ,tırındaki Türk bayrağını kaldırmamış, övünerek anlattı.
Azerbaycan'da bir gece tırın kapısını açan hırsızlar ne var ne yok çalmışlar, hâlâ Azerilere öfkeli!
İlahiyata giriyoruz. İstanbul'a ilk giren Eyüp el Ensari, sonra Ashab-ı Keyf'ten söz ediyoruz. Yani ,Yedi Uyurlar'dan , Roma'nın baskısından mağaraya sığınıp iki yüz- üç yüz yıl orada yaşayan yedi Hristiyan ve köpekleri Kıtmir'in efsanesinden ...
Bu tır şoförü bilgi ve söylemleriyle beni çok etkiliyor.Görüntüsüyle dünyaya bakışı o kadar farklı ki! İnanç sahibi ancak tutucu değil. Yeğenleri de denizci olmuş , cenaze töreninde onlarla da tanıştım, efendi insanlar!
-Onlar mektepli, diyor; bense alaylıyım! Tır şoförüyüm ancak denizler aşığıyım, diyor Amerikalı!
Sohbet derin, cenaze namazı vakti de yaklaşıyor. Celal lafı araya sıkıştırıyor:
-Ben küçükken birçok zenci komşumuz da vardı.Hadım Ağalar Konağı deriz, orada yaşarlardı.Afrika kökenliydiler. Halifelik kaldırılıp saraylar TBMM'nin olunca ve Osmanlı soyu yurt dışına çıkartılınca barınmak için Burhaniye'ye göçmüşler.
-Biliyor musunuz hocam, burada artık hiç zenci kalmadı,diyor ; çünkü o saraylılar hadım edilmiş insandı...ölümleriyle soyları tükendi.
Amerikalı Celal'le vedalaşırken geri gelmesi mümkünsüz İstanbul gibi kaybedilen o güzelim dostlarını arar gibiydi ...
Foto& Deneme
M.Selçuk Gazioğlu
25 Mart 2016