- Kategori
- Haber
Ayı Ahmet'in Yeri
Bazıları kendini vazgeçilmez sanır. Onunla işlerin olağanüstü güç kazanacağına inancı tamdır.İşte onlardan biri de altmış altı yaşındaki sarışın Trakyalıydı... Kendince çok önemli olan ama işverenlerince hiç de önemsenmediğini düşündüğü çabalarını sağ elinin son dört parmağını gözlerime doğru uzatarak nefes almadan sıralıyordu.
-Hüsnü abi, dedi ; sen nasıl adamsın yahu! Girdim mutfağa tam üç gün temizledim abi, dolapları, örtüleri ne varsa hepsini. Geçende arnavutciğeri pişirdim bir yiyen bir daha ister oldu! Bir köfte yaptım ,oğlak pişirdim, yiyen bir porsiyonla kanmadı...
Laf lafı açıyordu ; tanışlar, göçenler, meşhur balıkçılar filan!
-Aslında yıllarca Sağmalcılar'da kahvecilik yaptım. O zamanla bira da vardı kahvede. Bir gün o geldi , içmiş fitil gibi... elle avladığı turnalardan dem vuruyordu. 'Bira istedi , otur hele!'dedim.Yaptım ona bir bardak çay 'İç ve git yat ,sabahleyin de köye dön! Abi, İstanbul burası kim tanır bizim balıkçıyı, ileri geri konuşur köşede yok ederler adamı !
Hüsnü , şevkle anlatıyordu...aslında ismi Hasan imiş!
-Sonra Manika'ya döndüm, bir emlakçıda çalıştım . Bir gün Karlıköy'den biri geldi. 'Yer arıyorum , dedi ... tarla arsa fark etmez! ' Aldım onu büroya götürdüm, çay söyledim . Neyse,istediği arazileri ona aldırdım. Emlakçıya yirmi bin kazandırdım, çıkarttı bana altı yüz lira verdi. Hâlbuki benim içimden geçen en azından bin lira vermesiydi, vermedi , çok zoruma gitti. Ayrılmasam ne paralar kazandırırdım onlara.
-Nihayet bu lokantaya girmek nasip oldu. Gittim dayımın oğluna , o da bir adam arıyormuş zaten...Şimdi çok şey kafamda , hele bir yıl geçsin bak daha neler yapacağım? diyordu.Menemen'de bir bahçe gördüm ,Eskişehirli futbolcu Ahmet orayı kiralamış. Her masaya bir ufak mangal koymuş, gelen müşterilere tavuk, balık, bonfile... satıyor , göreceksin tıklım tıklımdı ora , ben de burada yapacağım.
***
Trakya'da da bahar, sevinç demektir. Zümrüt yeşili çimenlerden kendiliğinden fışkıran dede sakalı, bicibici, kuzukulağı, kara hindibağ, toklubaşı, gerdeme, burçalak, kekik , mantar harika sebzelerdir.
Dere kıyılarında sıralanmış söğüt, kavak ağaçlarına yuvalanan kara kargaların müthiş korosunu şaşkınlıkla dinleyebilir, telefon veya elektrik direkleri tepesine inşa ettikleri yuvalarında yavrularını besleyen leylek çiftinin sohbetine tanık olmanın hazzını büyük şehirlerde yaşayamazsınız!
Genelde tek katlı, iki odalı ,önünde sundurması olan o dönemin evlerinin bahçesi kuyudan çekilen ya da dereden motorla veya çeşmeden kovayla su taşınarak cennete döner. Karanfil , sümbül, ortanca, lale ,hanımeli ,aslanağzı, gül görüntü ve kokularıyla gözünüze ve burnunuza ziyafet çeker.
Soğan ,maydanoz , nane, biber, domates, fasulye, patlıcan , patates ,mısır, salatalık, kabak, karpuz ve hele ki bal kabağı ekmenin, yetiştirip yemenin, bunlardan turşu, tarhana yapmanın ve evlatlara , akrabalara küçük torbacıklara tıkıştırıp illaki gönderip tattırmanın tadına doyulmaz. Erik, armut, kayısı ,ceviz, kiraz, ayva, dut az da olsa vişne, ıhlamur ağaçları, asma fideleri dikilmiştir. Baharda açtıkları çiçeklerinin görmenin, lezzetlerini tatmanın güzelliğini ancak orada yaşayan, orada çayını yudumlayan bilir!
Manika'nın resmi adı Büyükyoncalı'dır. Saray Büyükyoncalı İlkokulu kökenli tıp profesörü , doktor, öğretmen, avukat , mühendis...fabrikalarda müdür olmuş yüzlerce "Manikalı Kadın " vardır. Onlar , mesleklerinin yanında annelerinden öğrendikleri yemekleri, tatlıları, örgü ve nakışları da bilir ve uygularlar .
İnsan ve hayvan gücüyle üretim yapılırdı. Gündöndü , buğday, hatta tütün ekilirdi. Bunların çapalanması, hasatı, harmanı, depolanması , saman balyalarının dizilmesi, hayvanların bakımı, beslenmesi,sağılması, süt , tereyağ , yoğurt yapılması, ahır temizliği her ne kadar erkeklerin yaptığı işlerdense de kadınlar ve tüm aile seferber olurdu.İşler köy düğünü olan güne denk geldiyse gençlerin suratları asılır , hissettirmeden ve sonra işitilecek azarlara şimdiden razı olarak , oradan sıvışmanın yolları arar, bulurlardı.
Tütün üretimi tamamen insan emeğine bağlıydı. Fidelerinin tek tek dikilmesi, sabahın köründe tarlalara giderek hasat zamanının saptanması, güneşin doğmasına yakın el el kırılması,boy boy ayrılması, iğneyle ipe geçirilmesi, kargılara asılması , kuruyuncaya kadar her gün özenle güneşe çıkartılıp içeriye alınması sadece işler dizisi değil, ailenin sabrını zorlayan , sosyal bir olaydı.
Çerkezköy'de Yünsa, Narin , Profilo, AEG v.b. fabrikaların kurulması,tarımın makinalaşması ve Almanya macerası gençleri oralara yöneltti. Büyük kısmı da öğretim için köyden ayrıldı. Tütün ekimi öldü. Köy artık bayram günlerinde anımsanan , ölümde ve düğünde uğranılan, emekli olunca dönülen yer haline geldi.
Fabrika işçileri, Bulgaristan muhacirleri ,Kars'tan, Ağrı'dan , Van'dan ,Kastamonu'dan, Giresun'dan buralara göçenler temeli Manika kültürü olan toplumsal ekonomik düzen kurdular .
***
Hüsnü, umut dünyasından kopamayan bu iki büklüm adamdı.Bana Türk kahvesi pişiririp getirince de sohbeti sürdürüyordu.
O anlatırken ben mazi yolculuğuma başlamıştım yine! İnsan hep öyle olur zaten, birini dinlerken farkına varmadan nerelere gidip gelir, dinlediğiyle düşündüğü arasındaki ilişkisini koparıp geçmişine yönelir. Gözlerim onun dudak hareketlerine, beynimse yıllar öncesine kilitlenmişti.
Sakin ortama hayran olduğumu yeni fark ediyorum! Nerede ıssız bir yer bulsam ora benim mekânım olmuş. Kuş cıvıltısı, akarsu şırıltısı, çekirge uğultusu duymayayım , sivrisineği filan da umursamamış, kurulmuşum oraya.
Oralar kişisel hırstan uzak duygular yaratmış, sakinleştirmiş, doğayla özdeşleştirmiş beni. Çılgınca kucaklaşan bitkilerin kokuları benliğimi sarmış, beni bağırlarına basmış. O zaman anladım ki kimi insan emlakı servetine katarken ben, resmi belgeleri ellerimle itmiş, sadece doğayı tapulamışım beynimde. Biliyorum ki gidilecek yer ancak gövdemi sığdırabilecekleri minnacık bir mekândır.
Ergene'den Uzun Hacılar'da vedalaşan Sefaalan Deresi beni mutlu kılan böyle bir yerdi işte. Ay ışığında ay parçası gibi tombul turnaların hoplayıp dev gövdelerinin suya çarpışını kulaklarımla izlerdim. Sıcakta kavak altında serinlerken ekmek parçalarını serin maviye attığımda lokmalara pıtrak gibi üşüşen balıkların anında lüpletmesinin seyrine doyamazdım.
Bayramda, tatilde köyün gençleriyle elle, ağla balık avlamanın peşine düşerdik.Rahmetli Dümbüllü ve Hüseyin öğretmenle Çolak, usta avcılardı.İbrahim'de gelir miydi, olabilir! Ben belime kadar suya girer onların önerdiği yerde durur, balıkların önünü keserdim. Su yılanlarından çekinmezdim. Onlar, derede söğüt kökleri arasındaki balık yuvalarına bacaklarını sokar kocaman turnaları , sazanları yakalayıp kıyıya atarlardı. Çocuklar da birer kamışta sinek oltasıyla akşama kadar karabalık, sazan, tirsi peşine takılırlardı .
***
Buralarda zamanla bir gürültü peydahlandı . Oturağı gövdesine sabitlenmiş kocaman piknik masalar, Saray Çerkezköy duble yolunun işi bitmez yapım şantiyesinden dolayı bulanıklaşan suyun kıyısındaki söğütlere iliştirilen ışıldaklar , çatal, bıçak , tabak tıngırtıları, hafif arabesk ve sarhoşların ince kalın kahkahaları birbirine karışır oldu...İnsan yine harika büyüyü gebertmişti!
İşletmecisi yanıma geldi. Cüsseli adamdı rahmetli . Tatlı bir Trakya şivesi ve dolgun dudaklarındaki gülümsemesiyle :
-Hoş geldiniz , dedi. Ben Ayı Ahmet!..
Zaman geçti ,ben de oralara uğradıkça "Ayı Ahmet'in Yeri'ne" usulca takılıp, bir duble Tekirdağ , az peynir , üstüne de sade kahveyle buğulu hayalimdeki hesaplaşmalarımı yazıverir oldum.
"Bir içimlik kahveye
Sığıverir koskoca ömrüm,
Özlemlerim hesapsızca,
Pelte pelte dökülür! "
Manika'lı vefalıdır. Dünyayı dolanır ve bir gün babaevine döner...vakti gelince de bir vücutluk mermer mekânına yerleşir.
Ardında, dikmişse - ki mutlaka dikmiştir- harika kokulu çiçekleri kalır!..
FoTo & Deneme
M.Selçuk Gazioğlu
21.Mart.2016
.