Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '17

 
Kategori
Anılar
 

An Olur, Anı Kalır

An Olur, Anı Kalır
 

Sıcak ancak hafifçe rüzgârın da olduğu bir yaz günüydü. Okulların kapanmasına bir hafta kalmış, Haziran ayının ikinci hafta sonuydu. Sıcak bir yandan mevsime uygun bir şekilde bedenleri ısıtırken, çiçekler için de tozlanma için mükemmel bir hafif rüzgârla birlikte tozla karışan egzoz karışımı kokusu, sıcakla birleşince insan için nefes almak daha bir güç hale geliyordu. Tepedeki güneş beyinleri haşlamak için fırsat kollarken, çevredeki ıhlamur ağaçlarının dalları devreye girerek bir nebze insanların serinlemesine vesile olurken, ıhlamurun çiçekleri de enfes kokular yayıyordu.

On üç, on beş yaşlarında bir genç babasıyla geldiği o gün için ihtiyaçlarını giderecekler ve gerisin geriye evlerine döneceklerdi. Köylü insanları genelde kaba saba bulunur ancak birçoğu şehre gelince yolunu kaybetmiş ürkek bir ceylana dönerler. Kıyafetlerinin farklı oluşu, şehirdeki havanın kokusu, kalabalık, gürültü, yapaylık daha birçok şey köy insanını tezek kokusu, yollardaki hayvan dışkıları nasıl rahatsız ederse işte öyle rahatsız eder.
Çocukla babasının bindiği araba inecekleri yerde durdu. Çocuğun babası araçla yolculuğun verdiği hareketsizlikten ötürü oldukça rahatsız olmuş, bir miktar da sıkışmış olmalıydı. Arabadan iner, inmez oğluna “ Yavrum sen beni şurada biraz bekleyiver de, bir ihtiyaç gidereyim. Namazımı da eda eder dönerim. Sen beni biraz bekleyiver” dedi ve hızlıca adımlarla caminin yanında bulunan erkekler tuvaletine doğru yönelirken çocuk da babasının nasihati gereğince söylediği yere gidip oturarak babasını beklemeye koyuldu.

Hava oldukça sıcaktı. Burası küçük bir Anadolu kasabasıydı. İnsanlar telaşla otobüs, minibüsten iniyorlar, biniyorlar karınca gibi bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar. Seyyar satıcılar simitlerinin taze olduğunu, hatta el yaktığını bangır bangır bağırarak satmaya çalışıyor, limonata satıcıları, yolcuları, sıcaktan bunalan insanları serinletmek için kan ter içinde sağa sola doğru koşuşturuyorlar. Sanki tüm insanlığı serinletecekmişler gibi bir halleri var. Farkındalar ki, gölgeler büyümeye başlayınca güneşin etkisi azalacak, güneşin etkisi azalınca susayanların susuzluğu azalacak. Limonatalar satılamayacak, yeterince kar edilmeyecek bu imkansızdı, kesinlikle olamazdı. Dükkânların önleri bir sergi gibi. Bir pazar yerini andırıyor. Satıcılar bir yandan satış yapmaya çalışırken diğer yandan dağılan, denen ancak alınmayan giysileri katlayıp düzeltiyorlar. Tüm dükkân sahipleri satış, yapmak için bağrışıp duruyorlar. İnsanlar arılar gibi bir sağa bir sola koşuşturup duruyorlar. Araçların hemen biraz ilerisinde yaklaşık yüz metre sonra fazla gösterişli olmayan bir çocuk parkına çocuklar toz toprak içinde oynuyorlar. Parkın hemen kenarında çimenler güneşin yakıcı etkisine boyun eğmişçesine yeşilden kahverengiye dönmüşler. Çevresinde olup bitenlere yoğunlaşan lise öğrencisi ya da adayı genç hayranlık, şaşkınlık karışımı duygularla çevresinde olup bitenleri izliyordu. Yüzünde belli belirsiz endişe göze çarpmaktaydı. Orta boylu açık kahverengi saçları ve kahverenginden yeşile dönen gözleri vardı. Kaşları güneşten sararmış belli belirsiz ve zayıftı. Buğday tenli sıradan bir yüz. Kalabalıklar arasında dikkat çekmeyecek bir görüntüsü vardı. Aslında fiziksel olarak milyonlarca benzerinden benzemez bir karakter. Hemen önünde bir anne ilkokula gitmekte olan kızını hızlı hızlı sürüklercesine elinden tutmuş kaldırımda ilerliyorlardı. Anne cıvıl cıvıl mutlu bir yüz ifadesi ancak tez canlı aceleci bir anne olduğu yürüyüşünden belliydi. Küçük kız annesine bir şeyler anlatıyor, anneyi ikna etmeye çalışıyor bir hali vardı. Kızın tıpkı annesine benzeyen çenesi ışık saçan gözleri vardı. Gelecekte ağına düşen erkeklerin canın yanacağı şimdiden alenen belli oluyordu. Yanlarından geçerken kız “Anne öğretmenim sigara kokuyor, derse girdiğinde sınıfta midem bulanıyor” diye sızlanırken annesi “kızım bize ne öğretmenin içtiği sigaradan, hoş sınıfta da içmiyor ya” diye küçük kızını belli ki okula gitmeye razı etmeye çalışıyordu. Küçük kızın seçkin hassas koku duyuları onu öğretmeninden de okuldan da soğutmaya yetmiş de artmıştı bile. İnsanlar isteklerini en net en korkusuzca bu yaşlarda yaparlar. Bu durum; çocuğun güvenli, sevgi dolu bir ailede yetiştiğinin de en önemli belirtisidir. Başka çocuklar öğretmenin sigara içmesini sorun etmezken öğretmeninin sigara kokması, küçük kızı okuldan da öğretmenden de soğutmaya yetmişti.

 İnsanlar vardır, burunları tazının burnu gibi hassas, gözleri bir şahinin gözleri kadar keskin, kulakları sesteki en ince ton değişikliğini ayırt eder. Tıpkı parmak izi gibi, kulak izi, koku izi, tat alma izi ve seviyesi insandan insana farklıdır. Farklılığını erken yaşta fark edip uygun yer ve zamanda kullanabilmek için ehil olmak gerekir. Bu da doğrusu her yiğidin harcı değildir. Bazıları bunu gayri resmi olarak algılar ve hayatında uygularken bazıları ise bu duygularının farkında bile olmazlar. Farkına vardıklarında ise eyvah! Felaket. Hayatın ne anlamı kalır ne de söylenecek sözü. Gerçi kim farklılığının farkını algılama şansına sahip oluyor ya da farklılığının zenginlik vesilesi değil de utanma vesilesi yapmamayı başarabiliyor ki.Zaman göstermiştir ki, bir meyve bir yerde yetişiyorsa başka bir yerde de yetişebilir. Ancak kardeş iki meyve fidanı farklı yerlerde farklı lezzetlerde olmaktalar. Yerlerin konumu, güneşi, havası, rüzgâr hızı ve cinsi, suyu meyvelerin aynı cins olmalarına rağmen tatlarını değiştirir. Dalgın dalgın tedirgin gözlerle olup biteni izleyen delikanlı bir kamyonun acı kornasıyla kendine geldi. Babası hala gelmemiş, beklemekten sıkılmış genç bulunduğu yerin de fazla kalabalık olmasından da bunalarak daha sakin olan ilerideki parka yöneldi. Kaldırımdan ilerleyerek, parka ulaştı. Oturacak dinlenecek bir yer ararken kenarda parkın biraz ilerisinde çınar ağacının altı oturup dinlenmek için fena bir yer sayılmazdı. Hem eski durduğu noktayı da oradan gözlerini kısarsa görebiliyordu. Miyop olmasına miyoptu ama ne ailesi miyop olduğundan kendisi haberdardı ne de ailesi. Hoş haberi olsa da dört göz olmayı o yaşlarda kim isterdi ki? Ağacın altındaki çimler zaten güneş göremedikleri için zayıf kalmışlar, bir de sıcağın etkisiyle iyice yanmışlardı. Kenarda kurumuş otların arasından çekirgeler zıplıyor, ileride bir karınca grubu buldukları ne varsa hızlı hızlı çekiştirerek götürüyorlardı. Otlar temiz sayılmazdı. Belli ki az önce otların yanından geçen fino otalara imzasını atmış hafif bir amonyak salgılamıştı. Bunu hisseden ve rahatsız olan genç “orada egzoz kokusu, burayı da sen mi be finocuk” diye aklından geçirdi. Hem üzerine üzerine gelen kalabalıktan sıyrılmış hem de bir nebze olsun gürültüden kurtulmuştu. Bu da ona bir rahatlama hissi vermişti. Yan tarafta arabanın içinde aşağı yukarı kendisiyle aynı yaşlarda bir kız oturmakta elindeki kitaplarla oyalanmakta idi. Kız kafasını kaldırdı, camdan parka doğru baktı. Delikanlıyla göz göze geldiler, kız tatlı tatlı gülümsüyordu. Bu bakış ve gülümseme üç belki de beş saniye sürmüştü ki, kız başını diğer tarafa çevirdi. O beş saniyelik bakış gencimizin kırılgan yüreğini delen geçen bir bakış.

Mecburen genç de bakışını parka paralel kaldırıma doğru çevirdi. Tam bu sırada karşıdan atletik yapılı bir başka kız, küçük kız kardeşi ile kaldırımdan yürüyordu. Kız kumral beyaz tenli sivri çeneli kararlı adımlarla yürüyor bir yandan da kız kardeşi ile sohbet edip gülerek kaldırımda ilerliyorlardı. Çekingen genç arabadaki kıza bakmayı tercih etti. Ne de olsa kaldırımda yürüyen kız birazdan yanından geçip kız kardeşiyle gidecekti. Arabada oturan kız ise en azından ailesi gelene kadar oradaydı ve kitap okuyan kızın görünürde kendisine baktığı yoktu. Bakacak gibi de görünmüyordu. Aslında bu da onu daha da alımlı yapıyordu. Belli ki, utanmıştı. Ya da ailesinin tepkisinden korkuyordu. Elma ağacının en üstündeki elma nasıl insanlara alımlı geliyor da onu arzuluyorlarsa, delikanlı da kızın bir an kendisini görmesini istiyordu. Derken, kaldırımda yürüyen kızın omzuna bir kelebek kondu. Kelebeği kovan genç kız yine de kelebeğin ensesine konmasına mani olamamıştı. Ensesinde saçlarını toplamış kızın çok ince terler süzülüyordu. Kız iyice huylanmıştı. Küçük kız kardeşinin elini bıraktı, ensesindeki kelebeğe doğru bir hamle yaptı. Kelebek kıza yakalanmamak için pır diye uçuverdi. Kelebeğin peşi sıra bakakalan kız, ağacın altında oturan genç kızla göz göze geldi. Ancak aynı anda kızdan kurtulan kelebek ağır çekimde uçuyormuşçasına uçtu, uçtu, uçtu ve delikanlının üst dudağı ile burnunun tam ortasına kondu. Oldukça komik duruma düşen gence kız hınzırca gülümsedi ve kız kardeşinin elini tutarak kaldırımdan hızla uzaklaştı. Kendisini çok komik duruma düşüren kelebeğe çok kızan genç sağ eliyle kendi suratına bir tokat attı. Eline baktı, elinde hafif bir kan lekesi. Kelebeği öldürmüştü. Bu arada babası kızgın gözlerle başında bitivermiş “bekle dediğim yerde neden beklemedin” der gibi burnundan soluyordu. Elinde kelebeğin minicik cesedinden parçalar kalan genç avucunu açarak babasına “kelebeği hakladım galiba” dedi. Babası aldırmadan “sanki aslan hakladın, hadi hadi miskinliği bırak da şu alışverişi tamamlayalım, yolumuz uzun eve döneceğiz daha” diye söylendi. Babasını ikiletmeyen genç ayağa fırladı. Son bir kez arabada oturan kıza baktı. Kız bir prenses edasıyla oturmuş Nilüfer’den bir şarkı dinliyordu. Tam arabanın yanından geçerken kızın elleri ile kabartma harflerin olduğu bir kitap elinde tuttuğunu gördü. Koltukta oturan, aslında baktığını görmeyen bir prenses. Bu hengâmede yürümekten ya da yürütülmektense arabada ailesini beklemeyi tercih ettiği açıktı. Körler genelde anlamsız bakarlar. Elleriyle gören insanlar çok iyi duyarlar.

Genellikle görme işlevini kulakları ile yaptığından gözlerinin aksine kulaklar göz olur adeta. Odaklanmaları sesleri algılamak üzerine olduğundan aslında bir görme engelli bakarken göremediği için engellidir. Miyoplar ise ayrıntıları seçemediklerinden yanılırlar. Hele bir de miyop, miyop olduğundan haberdar bile değilse. Genç delikanlımız aslında arabada oturan kızın görmediğini ve aslında kendisine gülümsemediğini anladığında kendini babasının peşinde ve süngüsü düşmüş ağlamaklı bir yüz ifadesine bürünmüştü.

Alışverişlerinin bitmesinden sonra köy yoluna revan oldular baba oğul. O gün genç bir koku hissetti. Ancak koku arabadan gelen parfüm kokusu muydu yoldan geçen birinin ter kokusu ya da vücut kokusu olduğundan emin olamadan. Arabadaki kızın yüzünü aradığını zannederek. Arabadaki yüz ve koku. Ne kız delikanlıyı gördü. Belki de ne de delikanlı kızı. Koku kaldı yadigâr. Hangi yüze ait olduğu anlaşılmadan. 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..