Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '09

 
Kategori
Tarih
 

Anadolu köylüsü son silahını nasıl kullandı?

Anadolu köylüsü son silahını nasıl kullandı?
 

http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://img67.imageshack.us/img67/7972/00151gr.jpg&imgrefur


Anadolu coğrafyasında bırakın mal güvenliğini yüzlerce yıl can güvenliği bile sağlanamamıştır. Köylüler düz ovadaki ve yollar üzerindeki köylerini bırakarak resmi sıfatlı kişilerin erişemeyeceği yerlere kaçmışlar ya da merkezi şehirlere sığınmışlardır. Tabi her hangi bir üretim ve zanaati olmayan kitleler in şehir yaşantısında çok da fazla yeri olamayacağı için daha ziyade kuş uçmaz kervan geçmez yerler tercih edilmiştir.5-10 Hanelik yerleşim bölgeleri tercih edilmiştir. 16. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır Şehir Demografisine Göçlerin Etkisi isimli çalışmasında Alpaslan Demir , Tahrir defterleri çerçevesinde Anadolu’nun çeşitli şehir ve sancaklarını çalışan araştırmacıların hem fikir olduğu konu 16. yüzyıl Anadolu’sunda şehirlerde olağanüstü bir nüfus artışı yaşandığıdır tespitinde bulunuyor. Tarihimizde buna ‘büyük kaçgun’ denilmiştir. İnsanlar darma duman olmuşlardır. Buna köylüler ‘parekende olmak‘ diyorlardı. Bu gün bile halen bu söylem Anadoluda kullanılmaktadır.

İlgili blog için: http://blog.milliyet.com.tr/Anadoluda_eskiyaligin_temelleri_-_Koylu_bu_hale_nasil_geldi_/Blog/?BlogNo=217666 Örnek: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=117594 örnek: http://blog.milliyet.com.tr/Hani_eskiyalar_basardi_dogdugun_yerleri/Blog/?BlogNo=217818

Doğan Avcıoğlu Türkiye’nin Düzeni adlı eserinde bu kaçışı şöyle anlatıyor; ‘’Anadolu’nun bu gün en elverişsiz yerlerinde 74 bin yerleşme noktasında toplanmış akıl dışı dağınık köy yapısı, merkeziyetçi Osmanlı düzeninin batı üstünlüğü karşısında sürüklendiği buhranın eseridir. Bu buhran sonucudur ki, kamyondan düşüş çuvaldan saçılan patatesleri hatırlatan yeni Osmanlı köy düzeni, Asya üretim tarzı taraftarlarına hak verdirecek biçimde, dünya ile ilişkisini kesmiş, içine kapalı, ufak, bağımsız hücreler haline gelmiştir.

Bu parçalanma tesirlerini evvela tarla kültürlerinin gerilemesine, hatta çok yerde hiç yapılamamasına kadar götürmüş, köylerini terk edip dağlara çekilenler ise ancak geçimlerini sağlayacak kadar hayvan besleyen çoban haline gelmişlerdir. Bu tertibin en karakteristik tarafı, hayat tarzlarının seçilmesinde, her şeyden evvel gizlenmek ve nispeten yollardan uzak kalmak prensibinin hakim olmasıdır.’’ İşte bu tablo bu günkü Anadolu gerçeğinin temellerinin yalın bir şekilde ifadesidir.

Prof. Hasan Reşit Tankut ise ‘köylerimiz’ adlı eserinde dönemi şöyle anlatıyor; ‘’Zavallı köylüler sahipsizdi. Mallarından vazgeçmişler, canlarını düşünüyorlardı. Hürriyete kavuşabilmek için açlığa, sefalete razı idiler. Zorbaların gelemeyecekleri yerlere çekiliyorlar, onların katlanamayacağı hayata intibak ediyorlardı. Böylece köyler, beşer onar evlere dağılmıştı. Ovalarda sular yatağını bırakmış, köylüler gibi serseri olmuştu.

Kervansaray ıssız kalmıştı. Şenlikli kervan yolları artık mamur köylere uğramıyordu. Onlar çöl ortalarından geçip gidiyordu. Bu çölün ortasında en korkunç bulut, silahlı kuvvet karaltısı idi. Atlının tırmanamadığı ve barınamadığı taş içleri, çıplak dağ dorukları, yol vermeyen orman izbeleri, susuz step ortaları… Ah, bunlar ne mukaddes yerlerdi! Oralarda ne sipahi, ne celali, ne levent, ne saruca, ne ‘deli’ vardı. Çünkü şehirlerin ve hükümetin bulunduğu yerlerde hayat boğucu ve öldürücü idi. Zulmün yetişemediği yerde hayat ne tatlı oluyordu!

Bu sefil göçün ne zaman dindiğini bilmiyorum Fakat Anadolu köylüsünün bu hayata asırlarca katlandığını kayıtlar ispat ediyor. ‘’

Vergilere can dayanacak gibi değildi. Hele birde salma denilen vergi herkesi mal sahibi olmaktan nefret ettirdi. Köylüler en yakın 3-4 aile şeklinde dağ başlarında, orman kuytularında hem tabiata hem de silahlı kuvvetlere karşı yaşam mücadelesine girişiyorlardı. Meskenlerin mühim bir parçası toprak içinde idi. Diğer yarısı öbürüne yaslanıyordu. İç içe geçmiş damlar kapısı belli değil penceresi belli değil. Zaten ışık ve hava görevi çoğunlukla bacalara bırakılmıştır. Bu köyler bu gün dahi aynı hallerini muhafaza etmektedirler. Rumların yaptıkları taş evlerle bizim köylerimizdeki damları karşılaştırırız ve ulaştığımız sonuç hep kendimizi aşağılamak yönündedir. Oysa hiç bu koşulları düşünmeden vardığımız kanı bizi ne kadar da yanlış sonuçlara ulaştırıyor değil mi?

Vaziyet bu olduğu halde Türk köylüsünün insafsız düşmanları oralara dahi yetişir. İşte o zaman türk köylüsü Doğan Avcıoğlu’nun deyimiyle en son müdafaa silahını yani yoksulluğu kullanır.

_Ne istiyorsunuz ağalar? Para mı? Yok.

_At, pustat mı? Yok.

_Giyim kuşam mı? Yok

_Yatacak, yakacak mı? Yok.

_Size konak, hayvana ahır mı? Yok.

_Yiyecek mi, hayvana yem mi? Allaha şükür o da yok….

 
Toplam blog
: 166
: 1969
Kayıt tarihi
: 30.09.06
 
 

Sıcak bir Ankara yazında, 1975 yılında doğmuşum. İlk gençliğim Ankarada geçti. Üniversite yılları..