Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '10

 
Kategori
Güncel
 

Anayasa ve yargı reformu, “saf hukukçular”a karşı

Anayasa ve yargı reformu, “saf hukukçular”a karşı
 

Adalet, "tokmak" değildir!


Ülkemiz gündemini işgal eden en önemli konulardan biri olan Anayasa Reformu sürecinin temel amaçlarından biri de “Yargı” organlarının mevhum politik amaçların aracı olmaktan çıkarılarak Yargı Bağımsızlığı"nın güvence altına alınmasıdır. Ancak, bu sürecin “Yargı Reformu” boyutunda “bilgi tabanı”nın yetersiz kaldığı ve “kavramsal referans”larının bazı eksikliklerle malul olduğu görülmektedir. Bir kere, Türkiye"nin bir çok alanında olduğu gibi, yargı alanında da yeterli ve tutarlı istatistikler ne yazık ki yoktur. Örneğin, en alt kademesinden en yükseğine kadar “yargı organları”nın performansının ve etkinliğinin analiz edilmesini, güçlü ve zayıf noktalarının belirlenmesini sağlayıcı “suç istatistikleri” son derece yetersizdir. Bu noktada bir soru sormak kaçınılmaz olmaktadır: İstatistiği dahi bulunmayan bir alanda, hangi gerekçeyle ne tür reformlar önerilebilecek, ne tür politikalar geliştirilebilecektir ki?.. Bu eksiklik Türkiye"deki ceza yasalarının, polis, hakim ve savcı istihdamının, iç güvenlik bütçelerinin, mahkemelerin yapısının, cezaevi sisteminin, yargı reformu tartışmalarının bilimsel bir dayanağı bulunup bulunmadığı sorusunu da gündeme getirmektedir.

Nitekim, küresel ölçekte ve Türkiye"de “Yargı Reformu”, bilimsel ve teknik bir konu olmaktan çok “mitlerin ve ideolojilerin” konusu olarak ele alınmaktadır. İktisatçılar ve diğer sosyal bilimcilerin katılımıyla tartışılan bir konu olmaktan çok “saf hukukçular” arasında tartışılmaktadır. Bu “saf hukukçular”, yargı reformu söz konusu olduğunda hemen tekelci bir pozisyon almakta, aralarına kimseyi kabul etmemekte; hasbelkader tartışma platformuna sızan işadamları, politikacılar ve diğer sosyal bilimciler ise “lütfen söz verilen” konu mankenleri rolüyle kifayet etmek zorunda kalmaktadır. Yargı mensupları kendi konumlarının, etkinliklerinin ya da yeterliklerinin sorgulanmasına sıcak bakmamaktadır. Bu süreçte yargı çalışanlarının (yargıçların, savcıların, avukatların ve diğerlerinin) mesleki yeterliliklerinin sorgulanmasından olabildiğince kaçınılmaktadır. Reform önerilerinin genel toplumsal yapıyla, ekonomi ve politikayla bağlantıları, ekonomik refah ve ekonomik büyüme üzerindeki etkileri bütünüyle yadsınmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan “reform önerileri”, “malûmun ilâmı”ndan ya da bilinenlerin tekrarlanmasından öteye gidememekte, meslek terminolojisiyle ve ideolojik önyargılarla sınırlandırılmış ve büyük ölçüde mevzuat içi maddelere atıflardan ibaret dar bir perspektifle sınırlı kalmaktadır. Öte yandan, yasa uygulayıcıların tasarımlar geliştirme çabasından çok “vaka odaklı” olması nedeniyle, yargı reformu sürecinde bir dizi problemle karşılaşılması kaçınılmaz olmaktadır. Yasa uygulayıcıların “vaka odaklı” sapmalarından kaynaklanan problemler, yargı reformunun kısa ve uzun dönemde fayda sağlamasını ve sürdürülebilirliğini de önlemektedir.
Sonuçta, yargı reformu dar bir alanda, mevcut ulusal ve/veya uluslar arası mevzuat ve kendinden menkul soyut prensipler bağlamında ele alınmaktadır. Bu alanda atılabilen en büyük adım "doktrin"e, uluslararası hukuk metinlerine ya da diğer ülkelerin hukuk metinlerine yönelmek olmaktadır. Pratikte ise “Yargı Reformu”, sadece yasaların gözden geçirilmesi ve yeniden ifade edilmesi ile özdeş görülmektedir. Bu çerçevede, küresel ölçekte ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerde gerçekleştirilen yargı reformları, “Yasa-Yönelimli Reform Modelleri”ne dayanmaktadır .

Yargı Reformu"nu kod ya da yasa revizyonu ile özdeş gören bu modellerin temelinde iki varsayım yer almaktadır: Birincisi, yargı organlarının zayıf performansın temel nedeninin yargı (adalet) süreci olduğudur; ikincisi ise adli sürecin iyileştirilmesi için onu biçimlendiren özsel (substantive) ve prosedürel (usule ait) kodların yeniden yazılmasının gerektiğidir. Analitik olarak “model”, dört aşamadan oluşmaktadır: Bunlar sırasıyla mevcut yasaların yol açtığı engellerin teşhis edilmesi, yasa taslağının hazırlanması, yasaların çıkarılması ve yasa uygulaması aşamalarıdır. “Model”, başlangıçta sadece ceza yasalarının reformasyonuna uygulanırken günümüzde aile, ticaret, anayasa ve idare hukukuna da uygulanmaktadır. “Model”e göre yasaların sadece yeniden yazılması yeterli değildir; uygulanması da gereklidir. Ancak yasa-yönelimli yargı reformunun beklenen değişimi gerçekleştirmesini sınırlandıran içsel bazı sınırlamalar vardır: Şöyle ki, “Yargı Reformu”ndan sadece yasaların yeniden yazılmasını anlayan bir hukuk geleneğine sahip olan ülkelerde modelin ikinci kısmı, yani uygulama boyutu genellikle aksamaktadır. Örneğin USAID tarafından Latin Amerika"da uygulanan Yargı Reformu projelerinde yasaların yeniden yazılması alanında büyük ilerlemeler kaydedilmiş olsa da uygulamaların hala problemli ve kaotik bir görünüm arzettiği vurgulanmaktadır. Buradaki en önemli problemin yetersiz planlama ve hazırlık olduğu öngörülmektedir. Yasal mevzuat değişimi üzerindeki aşırı vurgu, uygulayıcıların daha iyi yasalar yapmaya yeterli bilgiye sahip oldukları varsayımı ve kurumsal kapasiteye olan ilginin eksikliği reform stratejilerinin temel zaaflarını oluşturmaktadır.

Öte yandan yasa-yönelimli yargı reformu, yargı kurumları üzerinde odaklaştığından dolayı, yargı performansını sınırlandıran dışsal faktörlerden (politik müdahaleler, kurumsal yetkiler üzerindeki formel ve enformel sınırlamalar, yetersiz fonlar) kaynaklanan engellemeleri gidermeye katkıda bulunmamaktadır. Bu ve benzeri aksaklıklar nedeniyle yasa-yönelimli yargı reformu süreçlerinde bir dizi aksaklık ortaya çıkmakta ve hedeften sapmalar meydana gelmektedir. Her yeni disiplin ve ülke deneyimi yeni problemler dayatmaktadır. Örneğin çeşitli kurumların koordinasyonunu gerektirdiğinden dolayı bir reform programına başlamanın son derece güç olduğu Ceza Hukuku alanında, kurumların yasal düzenlemelere uyum sağlamasındaki gecikmeler nedeniyle geçiş sürecinde suç oranları belirgin biçimde artabilmektedir. Bu zaafların giderilmesi için yasaların bir gelişim politikası olarak görülmesi, içsel tutarlılık ve mantık yanında belirli kurumsal ve kültürel koşullara uygun olup olmadığının değerlendirilmesi de gerekli görülmektedir. Bu ve benzeri aksaklık ve sapmalar nedeniyle günümüzde bir yargı reformunun sadece mitler ve ideolojiler, hukuk doktrinleri, soyut hukuk prensipleri, ulusal ve uluslararası mevzuat içeriği bağlamında tartışılması yeterli değildir. Bu bağlamda, yargı reformu da sadece “saf hukukçulara” bırakılamayacak kadar karmaşık bir iştir. Yargı reformunun çok daha kapsamlı bir ekonomik, sosyal ve politik kurumsal kontekst içinde ele alınması zorunludur.

Bu gerekliliklerin sonucu olarak günümüzde, Yargı Reformu, saf hukuktan çok daha kapsamlı ve enterdisipliner bir çerçeve içinde ele alınmaktadır. Adeta yargı reformu, giderek bağımsız bir disiplin niteliği kazanma yönünde ilerlemektedir. Öyle ki günümüzde “Yargı Reformu, “deneyimler aracılığıyla gelişen bir uzmanlık alanı” hatta “saf hukuk”un ötesine uzanan “yeni ve bağımsız bir disiplin” olarak nitelendirilmektedir. Bu çerçeve içinde, soyut hukuk doktrinlerinin ve geleneksel bilgeliğin ötesine geçilerek yargı reformunun bilgi ve enformasyon temellerinin oluşturulması ve zenginleştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yöndeki çalışmalar günümüzde büyük ölçüde farklı disiplinlerin (iktisat, sosyoloji, tarih, psikoloji, hukuk v.s.) çatısı altında faaliyet gösteren araştırmacıların katkıları ile gerçekleştirilmektedir. Disiplin farklılıkları nedeniyle bu alandaki çalışmaların izlenmesi, sınıflandırılması, ortak bir kuramsal ve metodolojik bir çerçeveye dayandırılması güç görünmektedir. Bu nedenle günümüzde yargı reformunun bütün boyutlarını kuşatabilen bir “genel kuram” ve uygulamalara yol gösterebilecek örnek bir ülke deneyimi yoktur. Dolayısıyla yargı reformu sürecinde en iyi sistemin evrensel bir standardı da yoktur.

Yargı Reformu"nun “bilgi ve enformasyon temellerinin zayıflığı”ndan kaynaklanan bu “entelektüel boşluk”, “yargı reformu disiplini”nin gelişimini ve reel problemlere çözüm üretmesini sınırlandırmaktadır. Yargı Reformu alanındaki projeler bu “entelektüel boşluk” içinde uygulanmakta, test edilebilir kuramsal modellere ve stratejilere dayanmamaktadır. Reform önerilerine temel alınan bilgi olanağı büyük ölçüde hatta bütünüyle geçmiş deneyimlerin, uygulayıcılar tarafından yapılan yüzeysel bir eleştirisinden ibaret kalmaktadır.

Hammergen (2002)"e göre yargı reformu uygulayıcılarının kendi bireysel aktivitelerinin bilgi ve enformasyon tabanını iyileştirebilmelerini ve bu enformasyonu reform süreciyle ilgili bilgiye (knowledge) dönüştürebilmelerini sağlayacak sürecin birbiriyle yakından ilintili dört anahtar aşaması vardır. Bunlar “teşhis, izleme, değerlendirme ve araştırma”dır. Bu dört aşama, “uygulamaya geçmeden önce gerçekte neyin, ne kadar ve nasıl yapılacağının bilinmesine; ilgili enformasyonun nasıl belirleneceğine, toplanacağına ve kullanılacağına katkıda bulunarak” bireysel projelerin ve bir bütün olarak “Yargı Reformu Disiplini”nin bilgi tabanını iyileştirmeyi sağlayacaktır. Bu aşamalar izlenerek ve çeşitli disiplinlerden katılımcıların katkılarıyla gerçekleştirilecek yargı reformlarında geliştirilen önerilerin, uygulayıcıların (hakim, savcı, avukat ve diğer yargı çalışanlarının) karşılaştığı problemleri daha etkin çözebileceği ve toplumda adaletin tesis edilmesine katkıda bulunacağı öngörülmektedir. Doğal olarak bu kuramsal açıklamalar ve bilgi tabanının iyileştirilmesi, yargı reformu sürecini tek başına belirlemeye yeterli olamayacaktır. En az bu kadar önemli ve oldukça güç bir adım da uygulayıcıların bu iyileştirilmiş bilgi tabanını kullanmalarını sağlayacak teşvikler geliştirilmesidir.

Sonuç olarak, Yargı Reformu, sadece yasa revizyonu ile özdeş değildir. Öte yandan, Yargı Reformu, sadece “saf hukukçulara” ve “yasa uygulayıcılara” bırakılamayacak kadar karmaşık bir iştir. “Saf hukukçular”ın başı çektiği yargı reformu girişimleri bir dizi sapma ile malul olmakta ve sonuçta da başarısız olmaktadır. Bu sapmaların başında, “saf hukukçular”ın reformu büyük ölçüde hatta bütünüyle soyut hukuk doktrinlerinin, mevhum bir geleneksel bilgeliğin ya da ideolojilerinin referans çerçevesi bağlamında gerçekleştirmeye çalışmaları gelmektedir. Bir diğer sapma ise “saf hukukçular”ın, reform sürecinin merkezine kendilerini yerleştirmesi ve yargı reformunu, yargı çalışanları için yapılan bir reforma dönüştürme çabası içine girmeleridir. Bu çerçevede yargı reformunun asıl amacı olan adaletin sağlanması çabası geri planda kalmakta, hatta bütünüyle gözden kaybolmaktadır. Yargı Reformu, “yasa revizyonu”na ve yargı çalışanlarının özlük haklarının iyileştirilmesine indirgenmektedir. Yargı çalışanlarının yeterlilikleri, karar alma mekanizmaları ve alınan kararların ne kadar ve hangi adaleti temsil ettiği göz ardı edilmektedir. Geliştirilen öneriler (yasaların revizyonu, eğitim, ücretler, iş yükü, fiziksel donanım, binalar, özlük haklar, bağımsızlık vs.) de büyük ölçüde daha önce bilinenlerin mekanik bir tekrarından ibaret kalmaktadır. Bu çerçevede günümüzde Yargı Reformu"nun bağımsız bir akademik disiplinin olarak güçlü bir içeriğe sahip olamamasının ve Yargı Reformu süreçlerinin sürdürülememesinin gerisindeki en büyük sorumluların da bilgiye ve yeniliklere kapalı yasa uygulayıcılar olduğu öngörülebilecektir.

Her ne kadar Yargı Reformu sürecinde en iyi sistemin evrensel bir standardı olmasa da, bu sürecin bir kısır döngüden kurtarılması ve sürdürülebilir olması, bilgi ve enformasyon temellerinin çeşitlendirilmesine ve güçlendirilmesine bağlıdır. Bu da Yargı Reformu"nun sadece “saf hukukçuların” söz sahibi olduğu “saf hukuksal bir süreç olmaktan çıkarılmasına, ekonomik, sosyal ve politik boyutlarının da sürece içselleştirilmesine, her politik ve toplumsal kesimden ve farklı disiplinlerden katılımların sağlanmasına, ülkeye özgü spesifik bilgilerin toplamasına ve bunlar arasındaki ilişkilerin gözetilmesine, ülke bünyesinde ortaya çıkan özgün problemlere ağırlık verilmesine bağlıdır. Bu problemlerin çözümüne en uygun yöntemin bir anda bulunamayacağı, sürecin bir deneme yanılma süreci olduğu, problemleri çözmede başarısızlıklar yaşanabileceği, çözümlerin arzulanan sonuçları gerçekleştirememe olasılığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak, “mükemmel”i bir anda bulup gerçekleştirme saplantısından kurtulup, yargı sistemini geliştirme arayışından kesinlikle vazgeçilmemeli ve Yargı Reformu süreci, her defasında bilgi ve enformasyon tabanı daha da çeşitlendirilerek ve güçlendirilerek, uluslararası deneyimlerden de yararlanılarak işletilmeye devam edilmelidir. Bu çerçevede, Türkiye"deki “saf hukukçular”ın büyük ölçüde mesleki ve ideolojik sapmalarından kaynaklanan tüm çekincelerine ve bazı politikacıların kendilerince paket içeriğini eksik bulmasına rağmen, iddia edildiği gibi eksiklikleri olsa dahi Anayasa ve Yargı Reformu sürecinin desteklenmesi, ülkemizin geleceği açısından daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

 
Toplam blog
: 19
: 1025
Kayıt tarihi
: 01.05.10
 
 

Mülkiye ..