Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '10

 
Kategori
Güncel
 

Ankara’da “Kurtuluş parkı”

Ankara’da “Kurtuluş parkı”
 

17 Nisan 2010 Eğitim sen Ankara Buluşması.


“Ankara! Ankara!

Seni görmek ister her bahtı kara.”

Ankara, başkent olduğu için söylemişler bu sözü kesinlikle.

Yoksa “bahtı karaların” derdine derman olduğu için değil.

Bu zamanda hiç değil.

Mustafa Kemal’in kurtuluş savaşı verdiği dönemde, gerçekten bahtı kara Türk Milletinin dertlerine derman olunan yermiş Ankara.

Şimdi öyle mi?

Dertlerinize derman mı arıyorsunuz?

Yoksa kırk satırlık ferman mı?

Gelin bakalım Ankara’ya.

Kaşığınıza ne çıkacak? Görün.

*

17 Nisan, köy enstitülerinin kuruluş yıldönümüdür.

!7 Nisan’da, Ankara’da Eğitim Sen’in (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) düzenlediği eyleme katıldık. Demokratik ve Çağdaş Eğitim Hakkı/Kadrolu Çalışma/Öğretmen Açığının Kapatılması/Parasız Bilimsel ve Laik Eğitim istemek… ve bir çok sorunumuzu haykırmak, sesimizi duyurmak için Ankara’da buluştuk. 81 ilin öğretmenler, Ankara’nın bağrında, bahtı kara öğretmenlerin sorunlarını haykırdı. Milli Eğitim Bakanına sunduk, isteklerimizi. Sorunlarımızı anlattık. İsteklerimiz yerine getirilmezse, haykırmaya devam edeceğimizi belirttik.

Sesimiz duyulana kadar haykıracağız.

Dört yıl eğitim fakültesinde okumuş bir eğitimcinin, lise mezunu bir imamdan, bir lira daha fazla bir maaş alana kadar bu haksızlığı her yerde dillendireceğiz.

Bu arada imam hatip arkadaşların aldığı parada gözümüz yok. Adalet istiyoruz.

Biliyoruz ki bu ülkede ilkokul mezunu bir şoför, müdüründen daha iyi maaş alıyor.

Bir ücret adaletsizliği var.

Eeee! Bir ülkenin öğretmeni ne kadar mutsuzsa, eğitimin kalitesi de o kadar düşük olur. Eğitimsiz toplumları idare etmekte kolaydır.

Hak aramak için düştük yollara.

Ankara yollarına.

Bahtımızın karalığını ağartmak için.

*

800 bine yaklaştı öğretmen sayısı. Örgütlü öğretmen sayısı, 300 bin kadar. Öğretmenlerin çoğunluğu örgütlü değil. Tam yürek olsak hakkımızı alacağız. Hâlâ eski tüfekler mücadele veriyor. Örgütlenmenin önemini bilen öğretmenler düşüyor yollara. Tansiyon, şeker, hastalık demeden. Bir çok genç öğretmen pısırıklaşmış. Sendika dedin mi kaçıyor. Öğretmenler “leptop” olmuş. En geçerli olan, sorumluluktan kaçmak. Sonra da bağırıyorlar. “Biz ne olacağız?”

Halfeti’ye vali olursunuz, bu gidişle.

Hak verilmez alınır.

Hak alma yolu da, örgütlü mücadeleden geçer.

Bu böyle biline.

*

Bir köy çocuğu olmamdan kaynaklanan özelliğim ve alışkanlığımla büyük kentleri hiç sevmiyorum.

Aşağıdaki yazdıklarım ve yazmadıklarım beni etkisi altına alıyor, bunaltıyor.

Bir gün sonra diyorum ki; ”Hadi oğlum, seni Yenice temizler.”

*

Yenice’den Ankara’ya kadar olan yolculuğumuzda, yollar tuzaklarla dolu.

Yollardaki trafik kazaları ölüm satarken, almak istemeyenler ölüm denizine dip dalıp, çekip gidiveriyorlar bu âlemden. Belki de kurtuluveriyorlar, bu adaletsiz Dünya’dan. Baksanıza, umulmadık intiharlara.

Yol kenarlarına kurulan işletmeler; “Nasılsa yiyecekler içecekler deyip katlayıveriyor, sattıkları her şeyin fiyatını”

Yaşadığımız kasabanın kahvelerinde çay 25 krş. Simit 30 krş

Yola çıktık.

Her şey katlandı.

Sivrihisar’da “Nasrettin Hoca” tesisleri var. Otobüs bu tesiste uzunca sayılacak bir süre mola verdi. “Tuvaletteki adam” köşeyi dönmüştür kesinlikle.

Eskiden jeton atıp üstüne çıktığımız aletler vardı. Bursa garajında çoktu. Jeton atıyorsun, adamı titretiyor rahatlama sağlıyordu. Şimdilerde masaj yapan koltuklar çıkmış. Bu koltuklar daha iyi ırgalıyor insanı. Koltuğa oturan, kaykılıp gidiyor rahattan.

Nasrettin Hoca, tesisin girişinde eşeğe ters binmiş yoluna devam ediyor. Eşek nereye götürürse gidecek. Hoca eşeğine güveniyor. Biz güvenecek ”adam” bulamıyoruz. Eşeğe binmekte terslik var. Eşeğin gittiği yolda terslik var mı? Bu sorunun cevabını Hoca biliyor. Hoca’ya “Niçin eşeğe ters biniyorsun? Diye sormuşlar. ”Geriden gelenleri görmek için” diye cevap vermiş. Demek ki Hoca, hep önde gidiyor. Nerde, şimdiki zamanda öyle Hoca?

Hoca bir tesiste yaşıyor da. Hoca’nın hayat felsefesine uyan yok. Her tarafta, ”Aracınızda bıraktığınız kıymetli eşyalarınızdan sorumlu değiliz” levhaları var.

Herkes cebine sahip çıksın.

Yoksa soyup soğana çevirirler adamı. Hoca’da kurtaramaz sizi. Yorgan döşek hırsızlığına benzemiyor, şimdiki çarpmalar. Nasrettin hoca ile vedalaştık.

On km gittik gitmedik, arabamızın lastiği patladı. Meğerse tesiste patlakmış. Şoför sonradan fark etmiş.

Bir petrolün lastik tamircisine çektik otobüsü. Lastikçinin yanı başı mescid. Çirkin bir yazı ile “mescid” yazılmış.

Petrol satıcısı açmış bir de lokanta. Bir de çaycısı var. Çaycı baktı otobüsten inenler var. Bir tepsi çayla daldı aramıza. Ben çay alırken “kaç para çay?” diye sordum. Çaycı genç, gülüyor gibi yaparak; ”1 lira” dedi.

Ses etmedik. İki çay aldık. Biraz söylendik çaycıya.1, 5 lira verdik.

Millet alıyor çayı. Çekiyor çayı. Kimse “bu ne fiyat?” demiyor.

Dedim ki gence;

Fırsatçılık yapıyorsunuz. Bir kilo şeker 2 lira, bir çay bir lira. Yakışmıyor bizlere. Gel sen bizim kasabaya. Sana bir sene çay bedava. Çay fiyatını aşağı çeksen de, çekmesen de seni yazacağım.”

Çaycı çocuk utandı herhalde. Mescid, yazısını okumuştur belki de. Çay indi, 50 kuruşa. Bir lira verenler, birer çay daha içti. Her şey telafi edildi.

Tetik Petrol’de, çaycı çocuk tetiği bir çekti. Eğilmesek bizi delip geçecekti.

Tuvaletler, 75 krş. olmuş. Tuvaletlerde sabun yok. Lavabolar pislik içinde. Tuvalet kâğıdı ve peçete yok. İyi yaktım, bu tuvalet parasına. Aklından çıkmıyor.

Para iyi. Hizmet yok. Zihniyet değişmemiş. Tokatla vatandaşı. Nasıl olsa sesini çıkaran yok.

Bir büyük ekmek 75.krş. Tuvalette 75 krş.

Yersen 75 krş. Çıkarırsan 75 krş. İşine gelirse.

Biga’da oto garajda bile tuvalet 75 krş.

Birde tuvaletlerde bekleyen adamların çoğu, feleğin çemberinden geçmiş, beceriksiz kişiler. Kara kuru tipsiz adamlar. Adam hayatta şeytana çarpılmış. Adama bir şey söylesen kavga hazır. Nerden bulurlar böyle adamları. Her yerde aynı tip. Tornadan çıkmış gibi. İnsanları küçümsüyorum zannetmeyim. Belki konuşsam, hepsi çok iyi insanlardır. Ne bileyim.

Bizi çok iyi, ”tepkisiz toplum, etkisiz toplum” durumlarına getirdiler ya.

Herkes “bana ne” demeye alışmış, robot gibi.

Tuvalet işletenler bile bizi sömürüyor.

*

Ankara’nın içinden, geldim geçtim. Her gün televizyonlarda Ankara’yı görmekten kanıksamışız. Çok ilgimizi çekmiyor. Ankara’nın cadde ve sokakları çok geniş.

Kurtuluş Parkı, ağaçlandırılmış, zemini yeşil güzel bir yer.

Kurtuluş Parkı önünden başlayan yürüyüş, Ziya Gökalp Caddesi’nden Kızılay’a doğru giderken, Selanik Caddesi girişinde panzerler ve polis barikatıyla kesilmişti. Konuşmalar bu noktada yapıldı.

Yol boyunca yürüyüş sırasında, yolun iki yanındaki binaları da gözledim. Tabelaları okudum.

Bir kuaförün tabelasında, ”Tesettürlü bayanlara özel yerimiz vardır” yazmakta. Amerika’nın bizi bölmek için uydurduğu bir türban meselesi ve kapanma isteği kendini bir kuaförün salonunda da göstermiş. Kadınları, güzel bir şekilde kapatmak için özel yer.

Tesettürlülere özel yer, tesettürsüzlere genel yer.

Tesettür giyim.

Ayakta vücut hatlarını ortaya çıkaran bir pantolon, kafa sımsıkı sarılı. Makyaj o biçim. Güneş gözlüğü marka. Elbiseler marka. Örtü marka. Aşağısı Karaköy, üst tarafı Şişhane. Bir tel saç görünürse, günah olur. Cehennemlik olur. Görünen saçlarının her teli bir yılan olur, falan filan(!)

Yersen.

Gerçek Müslümanlar, bana gücenmesinler.

Memlekette bir tesettür rantiye/şantiyesi var.

*

Bir kafenin camında, büyük harflerle bir ilan.

“Ünlü Falcı Kafemizde”

“Aklın ve bilimin” ışığından uzaklaşanlar, falcılara sığınmaya başladılar. Medyumlar arttı. Cinci hocalar arttı.

Adam artık tedavi için hastaneye değil, pastaneye gidiyor. Şimdi de kafelere.

Adamlar, kocaman harflerle falcılık reklamı yapıyor. Hem de Ankara’nın göbeğinde.

Gören yok, duyan yok. “Neci bu Falcı?” Diye soran yok.

Demek ki falcılık yasal olmayan bir şey değil. Emekli olunca bende falcılık mı yapsam acaba? Ağzım laf yapar ha! Kafa kel bende, birde sakal bıraktık mı, al sana yeni bir “gabak imam.” Vur tırpanı akılsızlara. Parayı çayır gibi biçerim artık.

Kurtuluş Parkı’nda bile oturun bir yere. Beş dakika arayla fal bakıcı kadınlar geçiyor önünüzden. Hem de helva satar gibi bağıra bağıra.

*

Kurtuluş Parkı’nda bir tur arttım.

Gitar çalan şarkı söyleyen gençler… Bir ağaç dibinde bir birine sıkı sıkı sarılıp öpüşenler… Birbirlerine kur yapan asalak güvercinler. Kimsenin dikkatini çekmeyen, yerli kavak ağaçlarını delip yuva yapan ağaçkakanlar. Muzip saksağanlar. Galiba parkın en mutlu canlıları kuşlar. Kedilerde var, ağaçların tepelerini gözleyen.

Gezinti yapan ihtiyarlar. Müşteri beklediği yüzünden belli olan fahişeler. Bellerinde bir metrelik copları ile dolaşan güvenlikçiler.

Çekirdek satmak için durmadan gezen çekirdekçiler. Can sıkıntısından, “çekirdeeeekkkkk” diye bağırırken, çekirdekleri kendisi yiyenler.

Bir yere geldim. Yaldızlı giysileri olan bir genç bir çocuğu kovalıyor. Yakalasa dövecek. Çocuk aradaki mesafeyi koruyarak, ”Hadi Gel! Gel” diye bağırıyor. Süslü adam çocuğu tam yakalayacak, çocuk yine kaçıyor. Çocuğun yakalanması mümkün değil. Birden çocuk sayısı sekiz oluyor. Yaldızlı elbisesi olana yaklaşan bir çocuk, senin ananı s… diye küfredip, geri çekiliyor. Başka bir çocuk aynı sözleri, yaklaşıp tekrar ediyor. Çıldırmak üzere olan adam damatmış. Düğün salonuna gelmiş. Çocuklara bahşiş vermemiş. Bu küfürler ondan. Gözlüyorum çocukları. Çocuk bir adama yaklaşıyor. Sigara istiyor. Alamazsa, kalıplaşmış küfrünü yapıştırıyor. Yaşlı çekirdekçiye yaklaşan bir çocuk, çekirdek alıp parasını veriyor. Çekirdekçinin başına toplanana çocuklar, aradan ellerini uzatıp çekirdek çalıyorlar. Çekirdekçi kızıyor. Çekirdekçide az değil. Çocuklara, okkalı küfürler ediyor. Çocuklar oralı bile değil.

Ankara’da her şey mükemmel zannetmeyin. Bir yerde, yere çakılı demir direkleri kırarak kaldırmışlar. Direklerin yerde kalan kısmı tam yol üstünde, geçen insanlar ya üstünü basıyor ya da ayağını çarpıyor. Düşenler bile var. Bir araba fark etmeden lastiği ile üstünden geçerse, lastik parçalanabilir. Belediye görevleri bu durumu gördükleri halde önlem almıyorlar. Bu sorumsuzluk yurdumuzun her yanında var.

Ben otobüslerin kalkış saatine kadar, Kurtuluş Parkı’nda oturdum, gezindim. Bir ağacın altında iki genç gitar çalıyorlardı. Gitarı birbirleriyle alıp vererek, bildikleri şarkıları çalıp söylüyorlar. Ben yanlarına, “dinlemek bedava mı?” diye sorup oturdum. Hep dinledim. Gençlerden iyi gitar çalan övünmeden şarkısını söylese de, diğer genç bayağı bir ukalalık ediyor. Hatta bir ara çalıştığı işkolu ile ilgili bilgi verirken, bazı tıbbi uygulamaları anlatırken, yanlışlar yaptığının farkında değildi. Meğerse bir medikal yanında çalışırmış. Neyse yanımıza iki çocuk geldi. Ellerinde tespihler. Tespih satıyor çocuklar. Tespihler bir lira. 75 kuruşa alıp 1 liraya satıyorlarmış. Çocuklar, daha ilköğretim 2.sınıf öğrencisi. Oynaması gereken çocuklar, ekmek peşine düşmüşler. Bir tespihten ne kadar kâr ettiklerinin bilincinde bile değiller. Çocuğun birisi, çocukluğa yakışır bir istekte bulundu.

“Abi oyun havası çalsana”

Hayat bir oyun, yaşamaya beş dakika mola.

Bu küçücük çocuklar, ne olacak ileride?

Damada küfür eden çocuklar ne olacak?

Biz öğretmenler, onlarca yıl hak mücadelesi veriyoruz.

Ankara’da yolları aşındırdık yıllarca.

“Yürümekle aşınmaz” denilen yolları…

Daha küçücük çocuklar aşındırmaya başlamışlar hayatlarını, aşındırılamayan Ankara yollarında.

“Altta kalanın canı çıksın” felsefesine dayalı kapitalist toplumun içinde hayata merhaba diyenler…

Şanslı zengin çocukları.

Şanssız fakir çocukları.

5-0 hayata galip başlayanlara karşı ne yapılabilir ki?

Biz, doğmak için anne babamızı seçmedik ki! Öyle bir şansımız yoktu ki.

Doğduk işte.

Çocukların çalışması çalıştırılması yasaktır.

Yasak! Peeeh! Aç mı kalsın? Çalsın mı?

Çocukların çocukluklarını yaşaması için sözde önlemler alınmış. Yasalar var.

Çocuk çocukluğunu yaşamalı.

Yaşıyor mu çocuklar?

Öğretmenleri yaşamıyor ki insanca…

Analar babalar yaşamıyor ki…

Çocuklar yaşasın. Mavi göklerde uçurtmalar uçursunlar. Sabah yiyecekleri ekmeğin kaygısı olmasın çocukların.

Bu çocukları gördükten sonra, “üç çocuk” yapın diyenlere uyun da, görün Hanya’yı Konya’yı. Bir mendilci çocuk daha, görürsünüz sokaklarda.

Ankara’nın Kurtuluş Parkı’nda kurtulmamış, insanlar yaşıyor. Çocuklar yaşıyor.

Kurtulmamış, sırtlan sürüsü gibi saldıran çocuklar.

Aslında gülerek yaklaşıldığında, büyük sözü dinleyen çocuklar. Unuttuğumuz bir eşyayı bilmediğimiz bir yerden bulup gelen, adını bilmediğimiz çocuk.

Emeği karşılığı verdiğimiz parayı almak istemeyen çocuk.

Zorla verdiğimiz paraya, teşekkür eden çocuk.

Damadın yakasına yapışan, küfür eden çocuk.

Bir çocuğa nasıl davranırsanız, karşılığı da öyle olur.

Sokak çocuklarını, döverek kötü sözlerle elde edemezsiniz.

*

Kurtuluş Parkı’nda, Ankara’da.75 kuruşa hizmet verdiği düşünülen parkın tuvaletinde, sıvı sabun yoktu. Tuvalet kağıdı ve peçete de yoktu. Merkezde(Ankara’da) olmayan bir şeyi taşrada aramanın anla mı var mı?

Ancak, suratı bozuk tipsiz adam 75 kuruşu almasını biliyordu.

“Sabun ve peçeteniz yok” dediğimde neredeyse adam bana dalacaktı. Bakışıyla tokatladı beni.

Yoksa bu adam ”Bilumum Tuvalet ve Helâlar Konfederasyonu Genel Başkanı” olmasın.

“Medeniyetler Müzesi” kurduğumuz bir kentte, medeniyet göstergesi tuvalete bak.

Ankara, daha “kurtulmamış” aslında.

*

Ankara’nın haline ağlarsınız.

Ankara’nın çocuklarına ağlarsınız.

Ankara’da bir yer sizi daha çok ağlatır.

Gidersiniz Anıt Kabir’e.

M.Kemal Atatürk’ün mumdan heykelinin karşısında ağlarsınız.

M.Kemal ATATÜRK’e duyduğunuz saygıdan ağlarsınız.

Bu vatanını kurtuluş öyküsü geçer gözünüzün önünden, bu günlere bakıp bakıp ağlarsınız.

Kurtuluş Parkı’ndaki “çırpı bacaklı bakımsız çocuk” gelir aklınıza. Ağlarsınız.

Cumhuriyet öğretmenlerinin ayaklar altına alınmış onurları gelir aklınıza ağlarsınız.

Kurtuluş Parkı önünden geçen trenin, vagonların sayarsınız ağlarsınız.

Kaybolan öğretmenlere ağlarsınız.

İntihar eden öğretmenlere ağlarsınız.

Atanamayan binlerce öğretmene ağlarsınız.

Ekonomik ve sosyal yönden örselenen bütün öğretmenlere ağlarsınız.

Atam siz, ”Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” demiştiniz.

“Olmadı” der ağlarsınız.

Kurtuluş Parkı’na tespih satan çocuktan utanırsınız, ağlarsınız.

*

“Ankara’nın taşına bak

Gözlerimin yaşına bak.” Marşındaki gözyaşını dindiremediğinize ağlarsın.

“Ankara'nın taştır yolu
Her tarafı asker dolu
Artık yetiş Kemal Paşa
Kan ağlıyor Anadolu”

*

Dünden bu güne ne değişti?

Çok şey değişti.

Arabalar, marabalar değişti.

Telefonlar, melefonlar değişti.

Siyah beyaz televizyonlar, renkli oldu.

Hayatımız leptop oldu.

Bir şey değişmedi.

Hep aynı üzülüyor insanlar, hep aynı ağlıyorlar.

Gözyaşları hep aynı.

Yasaklar hep aynı.

Üzüntüler hep aynı.

Sorunlar hep aynı.

Haksızlıklar... geçim derdi… mutsuzluklar…

Tespih satan çocuk, bin yıldan beri değişmedi, aynı yerde.

Ne zaman güldü, tespih satan çocuk.

Dünya kurtuldu.

Bizim Dünyamız, hala tutsak.

Ankara’da ağlanır ancak.

Nerde mi?

Dedim ya.

“Sarı saçlı, mavi gözlünün” yanında.

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..