Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '17

 
Kategori
Sosyoloji
 

Anlamsızlık...

Anlamsızlık...
 

Size anlatabileceklerim bildiklerim, düşünüp hayal edebildiklerimle sınırlı. Ancak bugün işittiğim cümleleri, birinin düşünebileceğini hayal edemezdim. Cahilliğin bir sınırı olmalıydı! Yaşadığımız çağda, cahilliğin sınırlarının aşıldığına şahit olmak nasıl bir duygu; sanırım kelimelere dökebilmem mümkün değil.

 

"Çevre felaketi varmış. Doğa ölüyormuş. Neden doğaya ihtiyacımız olsun ki! Bizler, şehirlerde yaşıyoruz. Doğaya ihtiyacımız yok! İhtiyacımız olan her şeyi üretir ve tüketiriz."

 

İnanabiliyor musunuz? Biri, kendi kendine böyle derin bir cahilliğe ulaşamaz. Demek ki; böyle bir cahillik kültürü oluşmuş ki bunu ifade edebilen kişi bu kültürden etkilenmiş.

 

Uzun yıllar birçok konuda eğitim almış; uluslararası projeleri yönetmiş biri olarak topluma hatta insanlığa borcum olduğunu hissetmeme neden oldu. Dilim döndüğünce yalnızca sorunların kökenlerini değil ancak olası çözüm yollarını da sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Sorunların kökenlerini ve olası çözüm önerilerini ilk kez okuyor olacaksınız. Belki ilk seferinde ütopik, saçma, anlamsız gelebilir. Çünkü bizzat bunu bildiğimi söylemeliyim. Bu ve benzeri modeller oldukça yüksek eğitimli insanlar arasında paylaşılıp, anlaşılmasına karşın; toplumla yeterince paylaşılmış değiller.

 

Dün gece, dokümantasyon filmler yapan yabancı bir yönetmenle ilk kez paylaştım. Böylece ilk kez email kanalıyla; artistik çevrede tartışılabilecek şeklini aldı.Belki anlaşılmadı. Belki garipsendi. Belki etkileyici bulundu. Duygusal tepkilerin bu aşamada bir önemi yok bence. Aksine, düşünsel olarak bir fikri tetikleyebilmesi önemli.

 

Evet, makalenin nedenlerini Türkçe olarak sizlerle; kendi ana dilimde açıkladıktan sonra; anlatmaya başlıyayım.

 

Konuya, ilk insanların (homo sapiens) Afrika'dan, Mezopotamya'ya ve oradan gezegene yayılmasını anlatmakla başlamayacağım. Bu oldukça uzun bir makale olurdu. Fakat; günümüz sorunlarının sosyolojik, psikolojik kökenlerine vurgu yaparak başlamayı tercih edeceğim. Anlaşılabilmesi için mecburen bilimsel terimlerden uzak kalmaya çalışarak, sade bir dille anlatmalıyım.

 

   ***************************************************************************

 

Bizler, üretenler ve tüketenler. İşçiler, işverenler. Bizler kimiz? İnsan! Evet ama aslında neyiz?

 

İnsan, diğer birçok hayvan türü gibi zaman içinde evrimleşmiş bir canlı türü. Tek başına yaşayamayan; tıpkı birçok hayvan türü gibi sürüler, topluluklar halinde yaşayan canlı türü. Bizi, diğer hayvan türlerinden ayıranın ne olduğunun bir önemi yok. Daha zeki veya daha çalışkan olmamız ya da aletler, icatlar yapabilmemizin de bir önemi yok. Sonuçta, tüm canlılarla birlikte aynı gezegende, aynı manto'da (topraklarda), aynı atmosfer (gökyüzü) altında yaşıyoruz. Evet, üretiyor ve tüketiyoruz. Bitkiler de üretiyor ve tüketiyorlar. Geri kalanlar, avlanıyor ve tüketiyorlar. Tüm eko-sistem içindeki canlı topluluklarını incelediğimizde; öğrendiğimiz şey : bir bölgeyi sahiplenip kontrol etmeleri; fakat toplam sistem içerisinde ortaklaşa bir denge içinde yaşıyor olmalarıdır. Aynı tür topluluklar arasında bir yarışma yoktur. Savaşmazlar. Aksine, şartlar zorlaştığında veya yiyecek azaldığında ortaklaşa çalıştıklarına şahit olursunuz. Diğer bir deyişle, birbirlerine destek olurlar veya ortak bir amaç için çalışır, ortaklıklar kurarlar. Bu ilginçtir. İnsan kültürlerinde imece, ortaklaşa çalışmalar olabildiği gibi, bir amaç adına birliktelikler kurulmuştur. Cern, Birleşmiş Milletler, ESA, Holdingler, Global Şirketler, Global Vakıflar, Dünya Sağlık Örgütü, bir anlamda internet vb. sayılabilir. Bu yapılar içinde veya arasında rekabet veya kendilerine dönük kazanma amaçlı hedefler yalnızca şirketlerde görülür. Peki yalnızca bu durum şirketlerle veya diğer bir deyişle ticaret alanında mı sınırlıdır? Dünya kültürlerinin toplamında beşikten mezara her bir insana sesli veya sessizce (subliminal) kanına, aklına enjekte edilen öğreti nedir? Rekabet! Rekabet et, en iyisi ol ve sen kazan!

 

Oldukça zararsız olarak gördüğümüz okul sınavlarından, sportif faaliyetlere kadar her gün ruhumuza enjekte edilen ana kültür budur! Olimpiyatlardan, mahalle sportif faaliyetlerine kadar yaygınlaşmış ve içimize işlemiştir. Hayatlarımızı, hayallerimizi etkileyen ana etmen haline gelen tek şey; Kazanmak! Başarmak! Kazanmak ve başarmak için olabildiğince iyi çalış, hazırlan, en iyi ol, en çok kazanan ol, en iyi yaşantıya erişen ol. Rekabet içinde bulundukların, (sessizce) senin düşmanlarındır. Onları yenmek ve başarmak senin hedefindir. Bunu yaparken; çevrendeki tüm olanakları kullanmak senin hakkındır. Düşman, düşmandır ve ölmelerinde bir sakınca yoktur. Gerektiğinde yardımlaşacağın topluluklar kurabilirsin. Böylece, bir elin nesi var, iki elin sesi var özdeyişi ortaya çıkar. Takımlar kurulur. Rekabet derinleşir. Zorlaşır. Ülkeler kurulur. Rekabet daha da derinleşir. Ordular kurulur. Savaşlar yapılır. Rekabette en güçlü olanlar kazanır.

 

Bu öykünün detayları sosyolojik desende böylece sürer giderken; insanlar birbirlerine düşmanlaşırken; en iyiler ve en kötüler; en güçlüler ve en zayıflar belirlenirken... gezegenin diğer canlı türleri ve hatta gezegenin kendisini öldürmeye başlarız. Rekabet içinde insanın, ne diğer canlıları fark etme imkanı kalmıştır ne de rekabet savaşlarının neden olduğu aç, yoksul kitleleri. Adeta tüm bu olumsuz görüntüler güçlü sistemin rahatsız edici, gereksiz atıklarıdır.

 

Bu durumu ilk fark edenlerden biri Muzaffer Şerif olmuştur. 1949 - 1964 yılları arasında Oklahoma'da "Realistic Conflict Theory"  https://en.wikipedia.org/wiki/Realistic_conflict_theory#Robbers_cave_study  (Gerçekçi Çatışma Teorisi) üzerinde çalışmalar yapmıştır. Amaç, Gruplar arası ve grup içi çatışmaların nasıl oluştuğunu gözlemlemektir. Ardından farklı çalışmalar da gelmiştir. Örneğin Algısal Uyumsuzluk deneyi, Solomon Asch'in uyum - riayet deneyi, Stanley Milgram'ın otorite deneyi vb. Bu ve benzeri sosyal psikoloji çalışmaların ortaya koyduğu gerçekler; milletlerin, ülkelerin, takımların, grupların ve ardından ise, gruplar arası çatışmaların, ülkeler arası savaşların, takımlar, partiler arası ayrışma ve çatışmaların nasıl oluştuğunu açıklamıştır.

 

Yalın bir dille ifade edecek olursak; yaştan bağımsız olarak insanlar arası rekabet bugünün dünyasının durumunu anlatır. Rekabet öğretisi ile yetiştirilen her birey potansiyel bir ayrışmacı, saldırgan, bencili temsil eder. En kökende bulunan rekabet bilgisi üzerine eklenen diğer tüm olumlu ya da olumsuz öğretiler; gruplaşma - kazanma ve en bencil olma başarısı olarak şekil alırlar.

 

Diğer bir deyişle; DNA kodumuzda, "hayatta kalma" temel içgüdüsü, ayrışma-gruplaşma-takımlaşma, rekabet ve yaşamın her alanında savaş halinde olma iç dürtüsüne dönüştürülmüştür. Bu sebeple eğitimin verebileceği iyileştirme kısıtlıdır.

 

Çözüm için yapılması gerekenler nettir. Rekabete sebep olan nedenlerin tümü rekabetsiz hale getirilmelidir. Kazanma ve en bencil olma bir başarı değil; utanılacak bir davranış modeli olarak kültüre dönüştürülmelidir. Yardımlaşma, bir sineğin yaşamından insanın yaşamına dek her canlının çok değerli olduğunun ve değer verme davranışının doğru ve övülecek bir davranış modeli olduğunun dünya kültürüne dönüştürülmesi aşamalarının adım adım devreye alınmasıdır.

 

Sanırım ütopik ve saçma buldunuz!

 

O halde bir derbi maçına gidiniz ve takımınız maçı kaybettiğinde; kendi takımınızın formasıyla, karşı takımın taraftarlarına çiçek dağıtmayı deneyiniz...

 

İlk başta ifade ettiğim; bu makalenin yazılmasına ve Çek yönetmenle iletişim kurmama neden olan ve cehaletin sınırlarını zorlayan önermeye dönecek olursak; son cümlelerim şöyle olsun isterdim. Gezegenimizin eko-sistemini reboot etmesine neden olacak her şeyi yaptık. Gezegen kendi yapısını korumak için gerekenleri yapmaya başladığında (ki başladı) gerçekte; gezegenin bize ihtiyacı olmadığını ve kendi ellerimizle, türümüzü yeryüzünden silmek üzere olduğumuzu anlayacağız!

 

Her birimiz şu gerçeği anlamak zorundayız. Eğer kendimizi, yaşam tarzımızı, kültürümüzü, teknolojimizi bugün değiştirmezsek; önce hayatta kalmaya çalışan on milyonları bulan göçmenlerle ve ardından kalıcı bir kuraklık ve dondurucu soğuklarla baş edemeyiz! Çok zamanımız kalmadı! Atmosferdeki sıcaklık +2 dereceyi aştığında tüm bunlar, dizi filmler ya da akşam haberleri olmayacak. Hepimizin katı gerçeklerine dönüşecekler.

 

 

***  Ana fikir olarak aktardıklarım; aşağıdaki farklı deneylerin korele edilmiş çıkarımsal sonucudur.

Anlattıklarımdan, çılgın ya da önemli biri olduğum anlamı çıkmasını istemem.Aksine, sıradan ve herhangi birinden farklı değilim. Eğer bir farkım varsa; belki fazla düşünüp, çok soru soran ve çok okuyan insanlardan olduğum söylenebilir. Eskilerin deyimiyle; kütüphane müptelası! ****

 

 

Muzafer Sherif (Muzaffer Şerif Başoğlu)

https://tr.wikipedia.org/wiki/Muzafer_Sherif

 

Robbers Cave Experiment

https://www.youtube.com/watch?v=8PRuxMprSDQ&t=18s

 

Robbers Cave Experiment

https://www.youtube.com/watch?v=6QGNxRGgBwM&t=13s

 

Cognitive Dissonance (Algısal Uyumsuzluk)

https://www.youtube.com/watch?v=gN-6nBs7sbI

 

Otokinetik etki deneyi

https://tr.wikipedia.org/wiki/Otokinetik_etki_deneyi

 

Asch deneyi

https://tr.wikipedia.org/wiki/Asch_deneyi

 

Sosyal Psikoloji: Conformity Deneyi (Ash Deneyi)

https://www.youtube.com/watch?v=h8-yzpjMdFs

 

Asch Experiment

http://www.simplypsychology.org/asch-conformity.html

  

 
Toplam blog
: 87
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.08.10
 
 

Gökyüzünüz mavi, aklınız bilimle olsun. ..