Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '08

 
Kategori
Mimarlık
 

Antoni Gaudi i Cornet yaşamı eserleri 3

Antoni Gaudi i Cornet yaşamı eserleri 3
 

2. CASA BATLLÓ
Belki de, halkın taktığı adla “Casa dels ossos” (kemikler apartmanı) için kurulabilecek tek tartışmasız cümle: “ustanın tamamen bitirdiği tek işidir...” olmalı.

19. yüzyılın başında, Barselona'da hızla varlıklılaşanlardan birisi de Josep Batlló i Casanovas idi. O da Kont Güell gibi bir tekstil fabrikatörüydü. Ve servetini arttırmak için sürekli arayışlar içindeydi. Batlló 1900 yılında Barselona'nın gözde caddesi, Passeig de Gràcia üzerinde bulunan ve 1875-1877 yılları arasında yapılmış olan 43 numaralı evi satın aldı. Amacı bu binayı yıkarak yeni bir bina yapmak ve bunu da kiraya vermekti.

Binayı tanıtmadan önce bugün Barselona'nın ticaret merkezi olan Passeig de Gràcia'dan çok az da olsa söz etmeliyiz.

Passeig de Gràcia, o günlerde modernist mimarlara ev tasarlatmak isteyen yeni zenginlerin sürekli yatırım yaptığı bir yerdi. Hatta zenginler arasında rekabet o kadar fazlaydı ki, yüz yılı aşkın zamandır buradaki üç bina, “la manzana de la discordia” (elma rekabeti) olarak anılır.

Mimar Lluís Domènech i Montaner'in tasarımı olan casa lleó morera, mimar Josep Puig i Cadafalch'ın tasarımı olan casa amatller ve nihayet “usta”nın tasarımı olan casa batlló büyük bir rekabet yaratır caddede.

Peki “elma” nereden çıktı?
İspanyolca'da “manzana” elma demektir. Katalan dilinde ise manzana hem elma ve hem de “blok/bina” anlamına gelmektedir. Ve işte bu sözcük “oyunu” ile Barselona'lılar, Afroditin gönlünü almak için Paris'in verdiği “altın elmaya” atıf yaparak, o elmayı bulmak için verilen rekabeti anlatırlar. (Meraklısı için: bu arada mitolojiye göre bu altın elmayı Paris, Afrodite, Balıkesir yakınların'daki Antandros kentinde vermiştir.)

Hoş değil mi? Yani, kent sadece üzerine basılan değil “uğraşılan” bir yer aslında...

Evet... Gaudi bu teklifi şüphesiz büyük bir mutlulukla karşıladı ancak, bu binanın yıkılmasına da çok direndi. Batlló'ya sunduğu öneri ise: bu binayı “kendi çizgisi ile değiştirmek ve içindeki tüm bileşenlerini tasarlamak” idi.

Batlló bu öneriye direndi mi, yoksa hemen kabullendi mi bilemeyeceğim ama sonunda Gaudi'nin bu ısrarını kırmadığı belli. Batlló, Gaudi'ye sadece, binanın alt katlarını ailesi tarafından kullanacağını ve üst katlarını da kiraya vereceğini söyleyerek işin başlamasını ondan istedi.

Bina 1904-1906 yılları arasında süren büyük bir “tadilat” ve "tasarım" süreci yaşadı. Gaudi, Yardımcısı Josep Maria Jujol ile birlikte dış cephe ve avluyu tamamen değiştirdi. Çatıyı yeniden tasarladı ve yeni bir kat daha ekledi. Cephe ile çatı arasında harika bir birleşim sağlayan ve Katalunya’nın sembolü olan ejderhayı stilize edip ekleyerek yapı sürecini tamamladı.

Ve tabi bir Gaudi klasiği olan “imzasını” da -bacalarını- yerleştirerek binayı teslim etti.

Gaudi bu binasında çok önemli bir şeyi daha gerçekleştirdi:
Binada kullanılan tüm mobilyaları, kapıları, kapı kollarını ve merdiven bileşenlerini insan ergonomisine göre tek tek tasarladı. Bunun için elle kile şekiller verip kalıplar hazırladı ve bu kalıpları kullanarak, kendisi tarafından belirlenmiş her bir detay noktası için ayrı döküm yaptırttı.

Bittiğinde bina şöyle idi:
Dış cephe tamamen değişmiş ve dış cephe de sınırda bir dalgalanma yaratılmış. Bu dalgalanmış olan dış yüzey, Parc Güell'de dün yaptığımız gezide bolca adı anılan trencadís ile kaplanarak altın renginden yeşilimsi bir maviye kadar değişken bir renk oluşturulmuş, balkonlara çok hoş bir soğuk demir işçiliği ile yapılmış ve insanların casa dels ossos demesine neden olan “kafa tasımsı” soyutlama korkuluklar eklenmiş, duvar yüzeyi çatı ile birleştiren ayraç birazdan ortaya çıkacak olan ejderhanın dikensi kabukları ile dışarı patlatılarak “abartılmış” ve nihayet arduvaz keramik ile “pul pul” olan derisi ile o ejderha çatıya oturtulmuştu.

Binanın sol bölümüne saplanan ve halk arasında Katalanların koruycu meleği kabul edilen “aziz George'un kılıcı” olarak tanımlanan ve son kattan çıkan silindirik bir kule ile de ağırlık merkezi dengelenmiş, böylece, “hiç bir yanı bir diğerine eş olmayan” bir asimetri sağlanırken bakana ise “dengelemiş” hissi vermesi başarılmıştı.

Kulenin mavimsi yüzeyi üzerine eklenen JHS, JHP ve M harfleri ise; Jesus, Joseph ve Mary'dir.

Malsahibi Batlló ailesinin kullanacağı katlar ise bu egemen malzemelerden ayrılarak başka bir dalgalanma ile “griye” geçilmiş ve vitraylar ile süslenen doğrusal olmayan doğramalar ile bir anda çevresinden soyutlanmıştı.

Ya içi ?
Usta öncelikle katları bir “üst üste yığıntı” değil, birleşmesi gereken düzlemler olarak ele almış ve bu keskin kot ayrılığını “elipsoid” elemanlar ile bağlamıştır. Denilebilir ki casa batlló'nun giriş holüne adım atan bu yuvarlaklığı kendi vücuduna sarılmış olarak hissedebilir. Merdivenin sarmalı, onu kullanırken ellediğiniz korkuluk, hemen sizi karşılayan tepemsi duvarımsı pencere, üst katlara çıktığınızda kapı doğramaları, onları çevreleyen söveler, ikiz pencereler...

İç mekan tavanları ve tavana geçiş de burada tarif edilmesi gereken bir durumdur. Duvarlar elipsoid eğimlerle tavanla birleşir. Ve tavandaki “müthiş” su girdapları ile sizi orada öylesine sarar ki, ellemek istersiniz...

Mavi-lacivert seramiklerle kaplanmış ve avlu üstü pencereleri ile aydınlatılan asansör-merdiven boşluğu ise sizi bir düz alanda gezinti yapıyorsunuz hissine sokar...

Evet, casa batlló katları “birleştirilmiş” özetle...

Tüm mekanlar doğal ışık alır ve doğal olarak havalanır. Bu havalandırma buluşu da tartışmasız bir mühendislik harikasıdır.

Bağımısız bölümler her yeriyle buradan Gaudi geçti dese de ben burada “o” şöminden biraz bahsetmek istiyorum...

Aslında tüm bina sürekli “dalgalar” içindedir ve siz muhtemel su sesini ararsınız sadece. İşte şömine de, denizin içindeki bir kovukta sevişen deniz kızı için tasarlanmış gibidir sanki. Ve hakikatten ancak iki kişi birbirine sarıldığında içine sığabilmektedir.

Gaudi, aradığı “düz olmaktan kaçmayı” eşyaların tasarımında da “sonuna kadar” kullanmıştır.

Bunlar için albümdeki resimlere bakmanızı şiddetle öneririm. (yoracağım sizi ama, bu resimler için www.hispanatolia.com adresine gitmeniz gerekecek)

Evet yıllarca “ev” olarak kullanılan casa batlló'yu, Batlló ailesi 1954 yılında Sociedad Iberia de Seguros firmasına sattı. Bina, 1994'te Chupa Chups şekerlerinin sahibi olan Bernat ailesi tarafından Seguros'dan satın alındı. Ve aile, Gaudi'nin 150. doğum gününde binanın birinci katını ziyarete açtı.

O yıl firma 30.000 ziyaretçiden yaklaşık 2, 500, 000.- € gelir elde etti. Ve yine kutlama etkinlikleri süresince kiraladığı bina içi mekanlardan ise yaklaşık 600.000.- € elde etti.

Ne diyelim “şeker gibi para”...

Bu günkü gezimiz de bitti...

Yarın yine Passeig de Gràcia'da olacağız ve ustanın bir başka eserini, 92 numaradaki casa mila'yı gezeceğiz.

Biraz Mr. Pere Mila i Camps'dan bahsedeceğiz biraz da dedikodu yaparak ustanın, Bayan Rosario Segimon i Artells ile olan “çelişkili ilişkisinden” bahsedeceğiz ve o muazzam terasında dolaşacağız...

Size iyi hayaller...

Dostluk ve saygılarımla,

 
Toplam blog
: 49
: 8893
Kayıt tarihi
: 22.11.07
 
 

1964 İstanbul doğumlu, Ankara'da yaşayan İTÜ mezunu bir mimarım. 1991-1998 yılları arasında Mimarl..