Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '18

 
Kategori
Siyaset
 

Apolitiklikten Politikliğe Evrim

Apolitiklikten Politikliğe Evrim
 

Bişnev


    Senelerce, muhabirlerin ellerinde mikrofonla sokaktan geçen gençlere yönelttikleri basit sorulara verilen cevaplar üzerinden derin okumalar yapıldı. Başbakan’ın adını bilmeyen apolitik bir nesil yetişiyor, diyerek feryat figan edildi.

    Gençliğin o halinden şikayetçi olan münevverlerimize müjde! Gençlik artık apolitik değil. Aksine, tepeden tırnağa politik. Üstelik, yalnızca gençler değil. Koca bir toplum; bütünüyle, meseleler üzerine düşünme yetisini siyasi referanslar ile gerçekleştiriyor artık.

    Bıyıkları yeni terlemeye başlamış lise talebesi bir kardeş, “ülküsü” uğruna canını feda edebileceğini söylüyor. Hemen bitişik sırasında oturan bir diğer arkadaşı ise devrimin kaçınılmaz olduğunu ve bu yolda kendisini hiçe sayarak mücadele edebileceğini… Ömrü tarla-tapanda çalışarak geçen ve şimdilerde aldığı emekli maaşının büyük kısmını kahvehanecinin tepsisine çay parası olarak bırakan Memet Amca, siyah 12’li beklerken, taraftarı olduğu siyasi partinin uyguladığı politikanın doğruluğunu başta karşısındaki eşi olmak üzere, masadaki oyunculara ve yancılara kanıtlamayı üzerine vazife görüyor. Emekli Albay Muzaffer Bey de gittiği lokalde, memleketin geleceğine dair endişelerini yine siyasi referanslar üzerinden dile getiriyor.

    Tabi bu kadar pasif kalamayan büyük bir çoğunluk da var. “Öyle uzaktan konuşmakla olmaz! İcraat!” diyen ve benimsedikleri siyasi görüş uğruna; yeni kitaplar okumayı, bir haftasonu yalnızca kendine vakit ayırmayı, tefekkür etmeyi, hatta şöyle bir on dakika balkona çıkıp beyâtî bir beste ile cigarasını tüttürmeyi bir kenara bırakan binlerce kişi… İnandığı uğruna, kendi zevklerinden hatta kendinden vazgeçmek. Erdemli hissediyor insan kendini elbette.

    İnanılan siyasi görüşler, temelinde bir düzeni barındırıyor aslında. Meşrep meşrep hasret duyulan farklı hülyaları. Böyle bir düzen düşlüyorum ben, diyor yani. Ya da siyasi liderlerin kurdukları hayale ortak oluyorlar. Öyle ki, kurulan bu hayalin başkalarının da hayali olması için can siperâne bir mücadele veriliyor.

    Başbakan’ın adını bilmeyen nesil; bir bakanlığın müsteşar yardımcılarını, şube başkanlarını bilmeye evriliyor. Tarlasının ne kadarını nadasa bırakacağını düşünmekten başka bir derdi olmayan amcalar, en derin uluslararası mevzuları analiz etme yeteneği kazanıyor. Herkes, ama herkes siyasetle yatıp kalkıyor. Mahalle başkanları var artık siyasi partilerimizin. Gençlik başkanları, kadın başkanları, lise teşkilatı başkanları… En tepede olmalıyım diyoruz. Hep, yöneten olmaya talibiz. Yönetilmeyi kendimize asla yakıştırmıyoruz. Yönetilmek, zihinlerde hep “şimdilik”… Şu kadar zaman sonraya kadar “sabredilecek” bir mevzu. Adeta aşağılık bir hâl.

    İnsanın aklına nazar değmeyişine sebep, kimsenin kendisini bir başkasından daha akılsız görmemesidir derler. Hal böyle iken, her halükarda kendisinden “daha akılsız” bir kimse tarafından yönetilme hissini nasıl kabullenebilir insan?

    Halbuki; övünüp durduğumuz, sık sık alıntılar, ithaflar yaptığımız geleneğimizde esas olan bir bilenin dizinin dibine çökmek değil mi? Evvela kendi aklının, iradesinin yetersizliğini kabul edip, o dizin sahibine boyun eğmek…

    Bişnev ile başlar Hz. Pir Mesnevî’ye. Dinle… İlim geleneğinde dinlemek alttan yukarıya gerçekleşir. Bilmeyen, bileni dinler. Dinleyen, istidadı ölçüsünde dinlediğinden ilmi alır. Sonra, kabiliyeti var ise, o da dinlenilen konumuna geçer ve dinleyenlere aktarır. Ama bir konuda dinlenen olması, onu diğer konularda dinleyen yapmakta engel teşkil etmez. Muallim-talebe ilişkisinin, bahis değiştiğinde tersine döndüğü; yeni bahiste muallimin talebe, talebenin muallim olduğu bir çok örnek var anlatılarımızda…

    Oysa şimdilerde, hepimiz, her konuda dinlenen konumunda görüyoruz kendimizi. O yüzden karşımızdakiler hep bir şeyler dinlemesi gereken kişiler. Üst perdeden bir bakış atıp, onun nakıslığına kibirli bir gülümseme ile acıyoruz. Sonra va’z u nasihatte bulunup, gönül rahatlığıyla sonlandırıyoruz.

    Biz kimiz? Diye kendimize sormuyoruz.

    İbni Kemâl, ilmine güvenen, kitaplar dolusu bilgiyi yutmuş bir zat. Burnu havada, ilim yurdunun sultânı benim dercesine cevap veriyor sorulara. Bir paspal derviş, “Allah’ın ilmi ne kadardır Efendi, bir nisbet et de kafamda yer etsin” diyor. Kağıda koca bir daire çiziyor İbni Kemâl, dairenin ortasına da kalemin ucu ile ufacık bir nokta atıyor. Allah’ın ilmi bu daire ise, bu nokta bunca zaman tüm insanların topladığı ilimdir, diyor. Derviş, verilen cevaptan memnun. Ama aklına takılan bir soru daha var. Oturup, her gün yükselen egolarımıza sormamız gereken o muhteşem soruyu soruyor:

    “Senin ilmin, o noktanın içinde ne kadar yer tutar?”

    Siyaset, siyaset ehlince yapıladursun, biz tekrar Apolitikleşelim. Allah vatanın dirliği ve birliği için mesai harcayan cümle zevâta yardım ihsân eylesin. Ama tüm toplumun elini atacağı bir alan değil bu siyaset.

    Gelin, biz reyimizi verip, siyasi referansları bir kenara bırakalım. Oturalım bir bilenin dizi dibine. Bilmediğimizi, kendi başımıza bilemeyeceğimizi, noksanımızı kabul ederek.

    Söylemekle değil, dinlemekle yeniden başlayalım talebeliğe.

    Bir beyâtî peşrev çalsın kulağımıza, sigara dokunurken ciğerimize.

    Aklımızda cevabını bulmamız gereken tek soru: Kimim Ben?

 

 
Toplam blog
: 4
: 624
Kayıt tarihi
: 26.09.16
 
 

İşsiz, Tasavvufa meraka gayretli, Kültür-Sanat, ZG ..